Klasik Türk edebiyatı asırlara yaydığı o muazzam tecrübesiyle günümüze pek çok şey söylemektedir. Neredeyse bir asırdır bu edebiyat mahsulleri muazzam bir faaliyetle Latin harflerine aktarılmaktadır. Metinlerin incelenmeye tabi tutulması ve bunlar üzerine birçok akademik mesainin ortaya konması elbette önemlidir. Fakat ortada oldukça derin fakat ısrarla görmezden gelinen bir “anlama problemi” vardır.
Osmanlı edebî metinleri elbette günümüz akademik camiasına “tez” teşkil etsin diye yazılmadı. Bu metinleri ortaya konanların günümüzde pek kabul edilmeyen bir dünya ve insanlık görüşü vardı. İnsanın kim ve ne olduğu, nereden gelip nereye gittiği bir mesele olarak kabul ediliyor ve elbette buna bir cevap aranıyordu. Edebî metinlerde zaman zaman işlenen bu konu gün gibi âşikârken Osmanlı dönemi edebî metinleri üzerine yapılan çalışmaların, harcanan mesailerin onları derinlemesine anlamaktan hâlâ uzak olduğu görülmektedir. Bir kere günümüz araştırmacısı bunların niye yazıldığı sorusuna bir cevap verememektedir.
Bu metinler varlık problemi olan, yaşamın amacını sorgulayan, hayatı anlamak ve nefsini bilmek isteyen insanın ortaya koyduğu bir edebiyatın kendine özgü dünyası içinde şekillenmiştir. Dolayısıyla bu metinleri günümüz zihniyet yapısıyla anlamaya çalışmak onları bir kısır döngüye hapsetmek demektir. Bir kere bugünkü akademik dünyaya hâkim olan pozitivist zihniyet Osmanlı Edebiyatını anlamada hiçbir işe yaramıyor. Bu gerçeğin bir gün teslim edileceğini ve anlaşılacağını düşünüyorum.
Osmanlı edebî metinleri günümüzde ne yazık ki, insanın mânevî ufkunu yok sayan pozitivist bir zihniyetle incelenmektedir. Pozitivizm, araştırma yöntemlerinde bilim adamlarına yeni imkânlar sunmasına rağmen insanın var oluş amacı olan manevî ufkunu karartan bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla geleneksel bilgelik anlayışıyla kaleme alınan metinler bu zihniyetle anlaşılamaz.
Maalesef Türkiye’de üniversiteler bu sakat zihniyet yapısında ısrar etmekte ve geleneksel metinlerin anlaşılması bu şekilde büyük ölçüde engellenmektedir. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye’deki üniversitelerin Osmanlı edebî metinlerini anlamak gibi bir derdi, bir meselesi yoktur. Görünüşte var gibi gösterilmektedir. Akademisyenlerin, bu edebiyata yönelik soruları ve meseleleri büyük bir vurdumduymazlık ve cehaletle örtmeye çalıştığı gün gibi ortadadır.
Üniversitelerde yapılan tezlerde akademisyenlerin bilerek veya bilmeyerek bu mânevî derinliğin üzerini örttüğü, bu meseleleri anlamlandırmak, sorulara cevap aramak yerine bundan ısrarla kaçındığı görülmektedir. Böyle bir bilim anlayışına yönelik tenkitlerin de ısrarla görmezden gelindiği ortadadır.
Bendenizin Masal Gerçekliği adı altında kaleme aldığım çalışmam edebiyatımızı anlama problemine yönelik bir eleştiriydi ve bu kitap teklif ettiğim durumları, çözümleri tespit edebildiğim metinler, şiirler ve meseleler üzerinde bir uygulama mahiyetinde idi. Ancak şu ana kadar bu çalışmanın okunup değerlendirilmediği de göz önüne alınacak olunursa üniversitelerin hâlen Osmanlı Edebiyatını anlamak gibi bir derdinin olmadığı çok rahatlıkla söylenebilir. Çünkü üniversiteler ve akademik zihniyet sakat ve kıt bir zihniyetin, araştırma ve inceleme yöntemlerinin ezici tahakkümü altında ezilmektedir. Buna bir de üniversiteleri dolduran ve bilim derdi olmayan kimseleri katarsak meselenin bu camia ile günümüzde pek de halledilemeyeceği, edebî meselelerin ortada yığın gibi durduğu düşünülebilir.
Öyleyse Osmanlı Edebiyatına yönelik yeni bakış açılarını sunabileceğimiz, bunları değerlendirebileceğimiz yeni mecralara, toplantılara ve sorusu olan bilim adamlarına ihtiyaç olduğu ortadadır. Aksi hâlde bir Osmanlı tecrübesinin bu metinleri anlamaktan ısrarla kaçınan akademisyenler elinde uyuduğunu, uyutulduğunu görmemek mümkün değildir.
Bendeniz bu endişelerle zaman zaman bazı kitap ve makale çalışmaları kaleme almaya çalıştım. Yaptığım işte neredeyse hiçbir rehberin ve örneğin olmaması bu yolun en zorlu tarafıdır. Fakat Osmanlı Edebiyatına yönelik bu anlama krizine daha fazla izin verilmemelidir. Çünkü ortada duran meseleler yumağı her geçen gün büyümekte ve anlaşılması elzem edebî metinler ölü metinler yığınına dönüşmektedir.
Osmanlı dönemine ait bu metinlerin önemli kısmı Latin harflerine aktarılmış fakat bunların başına konan incelemelerin bunları tahlil ettiği, gerekli mevkiye koyduğu zannedilmiştir. Şunu bir kere açıklığa kavuşturmak gerekir: Doktora, yüksek lisans tezleri olarak çalışılan veya kitap olarak yayınlanan metinlerin başına konan inceleme ve tahlil kısımları bu metinlerin anlaşıldığı anlamına gelmez. Metinde şu kadar atasözü, deyim, kelime kullanıldı denerek; redif, kafiye ve aruz kalıplarının oranlarını çıkararak divanlar ve mesnevîler bir türlü anlaşılıp da hak ettiği değeri göremedi. Çünkü toplum ve zihniyet olarak bu metinlerin yaşadığı dönemden çok uzakta bulunmak yanında onları belli kalıplara mahkûm eden saplantılı bir akademik zihniyet bu metinlerin anlam dünyasını alabildiğine örtmekte, farklı hiçbir yorum ve değerlendirmeye de izin vermemektedir. Yapılması gereken bu çürümüş akademik zihniyetle mücadele etmek ve artık sağlam bir zemin üzerine kurulan, metnin yazıldığı dönemi daima göz önünde bulunduran değerlendirme ve yorumlarla mevcut zihniyet yapısının, pozitivizmin, bilimcilik adı altında yapılanların edebî metnin anlam dünyasına verdiği zararları tespitle bunları sergilemektir.