İnsanların özellikle Osmanlı’ya bakışındaki hamaset çok sorunlu olabiliyor. Oradaki idealleştirmeyi iyi düşünmek lazım. Yeniden Osmanlı şahlanışının gelmesi, saltanatın dönmesi, bunlar öngörülemez. Tarihi olaylara böyle bakmamak lazım. Tarihten bizim öğreneceğimiz bazı şeyler var. Çünkü tarihin en büyük vazifesi anlamaktır; günümüzü anlamaktır. Etrafımızda ne olup bittiğini anlamaktır.
Prof.Dr. Feridun EMECAN
————————————————–
“Osmanlı bizim neyimiz olur” sorusu özellikle son yıllarda en çok konuşulan konulardan birisi oldu. Tam da buradan başlayalım mı isterseniz?
Osmanlı tarihi Türk tarihinin bir parçasıdır, ben bunu bir bütünlük içerisinde görme eğilimindeyim. Türklerin Orta Asya’dan beri başlayan maceralarının bugüne uzanan son çizgisi Osmanlı ve onun da devamı olarak gördüğüm Türkiye Cumhuriyeti’dir. Çünkü Osmanlı tarihi ile alakalı son dönemdeki gelişmelere bakıldığında hem kadrolarıyla hem müesseseleriyle devlet yapısı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal etmiştir. Tabii rejim değişikliği ayrı bir konu, onu hanedanla endekslemiyorum ben. Nihayet o bir rejimdir ve o rejimden bu rejime geçildi. Bunun da çok önemli bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Devamlılık prensibi çerçevesinde bakıldığında böyle bir şey var. Orta Asya’dan beri kademe kademe başlayan, İslamiyet öncesi Türk devletlerinden İslam’ı kabul ettikten sonraki Türk devletlerine, oradan Selçuklulara ve Osmanlı’ya kadar bir devamlılık söz konusu. Bugün de -küçülmüş olmakla beraber- bu devamlılığı sürdürüyoruz. Böyle bakmak tarihi açıdan daha doğru. Çünkü Osmanlılar birdenbire gökten zembille inmiş, geçmişle hiçbir bağlantıları olmayan yekpare bir vasfa sahip değil. Bunun bir tarihi arka planı var, geçmişi var. Kültür bağları ve dil itibariyle bakıldığında bunun çok açık görülmesi mümkün, dolayısıyla bunun böyle algılanması gerektiği kanaatindeyim.
Tarihle ilgili yine güncel meselelerden birisi de yakın tarih tartışması. Yakın tarihimizi tam anlamıyla bilebiliyor muyuz?
Ben yakın tarihle alakalı ihtisas sahibi değilim. Malumunuz eski dönem çalışıyorum ama şöyle bir durum var, tarihi çerçeve ve ortaya çıkan belgelerin hepsi ortada ve hatıralar da ortada. Dolayısıyla bir şeyin saklandığı yok ama her devletin tarihe, kendine ait bir bakış açısı vardır. Bu bakış açısı içinde bunlar yazılır normal olarak. Bu, normal bir seyir takip ederken, öteki taraftan da akademisyenler bunla alakalı konuları çalışırlar. Yeni bilgilere ulaşmaya uğraşırlar. Bunun halka mâl edilmesi biraz zaman alır. Cumhuriyetin ilk yıllarında da belli bir ideolojik çerçeve ile ortaya çıkıldı ve o günün şartları altında bakıldığında bunu çok da tu kaka etmemek lazım. Çünkü yeni bir devlet kuruluyor, bir şevk vermek gerekiyor. Sonra zaten giderek normalleşti süreç. Ben yakın geçmişin çok sert olarak eleştirilmesini haklı görmüyorum. Dönemin şartları altında düşünmek lazım. Buradan itibaren Osman Bey’in devleti kurduğu döneme de inebiliriz aynı şekilde. Onların da bir ideolojisi vardı. Şimdi bu doğru muydu, değil miydi tartışılıyor. Başka devletler de böyledir. Sanmayın ki yalnız Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’ne böyle davrandı. İlk kuruluş yıllarında Roma mitosu var. İngiltere mesela o da milli birliğini kurmak için aynı şeyi yapıyor. Fransa keza aynı şekilde. Köklerini tarihi unsurlardan bulmak eğilimi içindeler. Bunu yaparken tarihi çoğu zaman çarpıttılar. Ve her şeyi kendilerine mâl ederek konuları ele almak temayülü içine girdiler. Avrupa tarihinde bu çok ustalıkla yapıldığı için biz bunun farkına pek varmıyoruz. Hâlbuki artık onlar da bunu tenkit ediyorlar. Batı merkezli bakış açısı 19’uncu yüzyıldan beri hâkim oldu. Bu hâkimiyet bütün dünyaya yayıldı. Kendi köklerini Yunan ve Roma’ya bağlıyorlar fakat Batı’ya gelen Vandallar ve Germen kavimlerinin Yunanlılıkla bir alakaları yok.
Son dönemde popüler tarih diye bir şeyden bahsetmeye başladık. Popüler tarih algısına yaklaşımınız nasıl?
Benim en çok eleştirdiğim şeylerden birisidir bu. Çok abartıldı. Televizyon programlarında, çeşitli mecralarda görüyorum: Bir insan dünyanın yaratılışından itibaren başlayarak günümüze kadar her şeyle ilgili fikir sahibi olamaz. Hz. Muhammed diyorsunuz, İslamiyet diyorsunuz adam her şeyi biliyor. Roma diyorsunuz biliyor. Sümer diyorsunuz biliyor. Osmanlı diyorsunuz onu da biliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Gazetelerde şurada burada 30 bin, 40 bin baskı yapan böyle kitapların reklamını görüyorum, gerçekten yazık günah.
Kitap demişken, tarihi romana bakışınız nasıl? Mesela Batı’da Umberto Eco’dan başlayarak bizde Orhan Pamuk’un yazdıklarına kadar bir tarihi roman tartışması döndü. Bu tartışmalara fayda ekseninde bakabilir miyiz?
Umberto Eco’nun romanlarında çok derin bir Ortaçağ kültürü var. Orada müthiş bir malzeme var ve doğru malzemelere dayanarak yazıyor. Ama burada hamaset üzerine dayalı bir anlatım tarzı var. Bu bizi doğru bir yere götürmez. Yanlış algılara yol açıyor. Olmadık şeyler yazıyorlar ve sonra bunlar tarihi gerçek haline dönüşüyor. Küçük bir örnek vereyim; bana geçende birisi sordu, efendim Mimar Sinan Mihrimah Sultan’a âşıkmış, onun için iki ayrı semtte iki ayrı cami yapmış. Bunu ilk ortaya atan kişi, “Bu camileri gördüğümde bu eserlerin ancak muhteşem bir aşkla yapılacağını düşünerek bunu yazdım, bir de baktım herkes bunu tarihi gerçek gibi algıladı” dedi. Yani Mimar Sinan kim, Mihrimah kim. Hayatı boyunca görmesi mümkün değil Mihrimah Sultan’ı. Mimar Sinan zaten yaşlı bir insan o dönemde. Ama şu faydasını da söylemeden geçemeyeceğim, en azından insanların tarihe ilgisi artıyor fakat doğru okumaları yapmak için de akademisyenler tercih edilmeli. Yoksa öbür türlü yanlış tarih algısı ve bilincine yol açıyor bu masallar. Akademisyenlere çok iş düşüyor. Akademisyenler de sadece akademik dille yazma eğilimi içine giriyorlar zamanla. Akademik dili biraz daha yumuşatmak suretiyle -ki Avrupa’da bunu çok çok iyi yapıyorlar- popüler dille akademik dil arasındaki boşluğu doldurmamız lazım. Orta yol bulmamız lazım. Hamasetin dip yaptığı dille de yazmamak lazım.
Bir tarihçi olarak tarihi dizileri izliyor musunuz?
Dizilerin tarihe olan ilgiyi artırdığını düşünüyorum. Bunun dünyada da çok örnekleri var. Hatta o kadar ki, 8’inci Henry’yi yedi sekiz defa çektiler. Elizabeth’i devamlı çekiyorlar. Dünyadaki bu gelişmeyi biz tam anlamıyla yakalayamadık. Aslında daha önce 1950’li yıllarda çok örnek var. Ben biraz tarihi sinemayı takip ettim, ediyorum. Yapılmış birçok filmi seyrettiğim için kendimi bu konuda konuşmaya yetkili sayıyorum. Eskiden kaynak yetersizliği vardı. Mesela İstanbul’un fethiyle ilgili 1952’de çekilen film fena değildir. Ondan önce Barbaros çekildi. Yavuz Sultan Selim Ağlıyor diye filmler çekildi. Bu filmlerle 1950’lerde bir tarihi film havası mevcuttu fakat zaman içerisinde bu biraz aksadı türlü sebepler yüzünden. Sonra birden yeniden döndük tarihi film ve dizi işine. Sanırım en son çekilen Fatih filmi bir model oldu. Galiba Muhteşem Yüzyıl dizisi yayınlanmadan önce çekilmişti film. O filmden sonra demek ki bu tip filmler de yapılabiliyormuş denildi. Bir hava yakalandı ama dizilerin hepsi tutmadı. Şimdi ise Diriliş dizisi tuttu. Tabii Diriliş’in tutmasının sebebi biraz Anadolu menşeli bir hava verdiği içindir. Türkmen dünyası farklı bir hava veriyor. Halkın köklerini bulma eğilimi o diziyle birleşti bir de. Kimisi diyor ki benim annemden kalan kilimler de aynen böyleydi. Çadırlarımız böyle diyenler var. Bu ilgiyi iyi kanalize etmek lazım. Tarihe olan ilgiyi daha çok artırabilmek amacıyla ve doğru olmak kaydıyla bilgisayar oyunlarının da işe yarayabileceğini düşünüyorum. Öte yandan bu dizilerde konuların işlenişi anlamında bazı problemler var. Popülerlik kaygısı olduğu için mevzuları eğip büküyoruz. Olmayan şeyleri koyuyoruz. İyi bildiğimiz bir karakteri gerçekte hiç olmadığı konumlarda anlatırsanız, anakronizm yaparak olmayan karakterler eklerseniz veya bugünün gözlüğüyle olayları yansıtırsanız burada sıkıntılar başlar. Mesela Muhteşem Yüzyıl’ın en büyük problemlerinden bir tanesi çok iyi bilinen bir dönemi anlatmasıdır. O döneme dair her şeyi çok iyi biliyoruz. Kaynaklarımız var, araştırmalarımız var ama Diriliş’in öyle bir durumu yok çünkü o döneme dair kaynaklarımız çok eksik, çok şey bilmiyoruz döneme dair. Önemli olan bu dizilerde altyapı sağlam olsun. Diyelim ki orada Selçuklular var; sen Selçukluları bırakıp da yerine başka bir şey koyamamalısın. Orada Eyyübiler vardı mesela, yerine Memluklu koyamazsın.
Son olarak, ecdat kavramına yaklaşımımız nasıl olmalı? Orada nasıl bir algı oturtmalıyız? Çünkü tamamen kabul ve tamamen ret üzerinden konuşuluyor hep bu algı…
İnsanların özellikle Osmanlı’ya bakışındaki hamaset çok sorunlu olabiliyor. Oradaki idealleştirmeyi iyi düşünmek lazım. Yeniden Osmanlı şahlanışının gelmesi, saltanatın dönmesi, bunlar öngörülemez. Tarihi olaylara böyle bakmamak lazım. Tarihten bizim öğreneceğimiz bazı şeyler var. Çünkü tarihin en büyük vazifesi anlamaktır; günümüzü anlamaktır. Etrafımızda ne olup bittiğini anlamaktır. O yüzden tarih çok önemlidir. Yani siyasetçiler açısından doğru tarihi bilmek önemlidir, halk için de, entelektüeller için de önemlidir. Tarihi doğru okumalarla öğrenmek lazım. Doğru anlayarak bakmamız lazım. Mesela Osmanlı padişahlarına toz kondurmayan kesimler var, adeta onları yarı peygamber konumunda görenler var. Padişahlardan hiçbir hata sadır olamayacağını düşünenler var. Bu tarih algısı çok yanlış. İnsanın zaafları her zaman olur. Padişahlar içki içerler miydi, içmezler miydi? Bunun gibi bir sürü şey var. Dedikodular temel bilgiyi öldürüyor. Bu adamlar nasıl bir misyonla yola çıktılar, hedefleri neydi, ülkeyi nasıl idare ediyorlardı, nelere önem veriyorlardı? Şimdi bizim buradan yola çıkarak neye önem vermemiz ve nasıl bir politika geliştirmemiz lazım? Coğrafyaya bakışları nasıldır? Özellikle günümüzde buna çok ihtiyacımız var. Problemlerin olduğu coğrafya Osmanlı coğrafyası. Halep, Şam Osmanlı şehirleriydi. Daha önce Memluklulardan intikal etse de şu andaki kimliklerini o şehirlere Osmanlı verdi. Halep’i de gördüm, Şam’ı da. Geriye maalesef bir şey kalmadı. Kahire de o açıdan çok önemlidir bizim için. Dolayısıyla tarihi bilinci oluşturan politikaları çok iyi anlayıp teenniyle hareket etmek lazım. Bu olup bitenleri siyaseten iyi anlamak için tarihi iyi anlamak lazım. Her zaman doğru yola götürür mü emin değilim ama en azından bir fikir verir.
Teşekkür ederiz hocam.
—————————————————-
Kaynak:
Lacivert Dergi, Sayı: 22 / Mart 2016
http://www.lacivertdergi.com/dosya/2016/03/01/osmanli-gokten-zembille-inmedi#