Batıda yenilenme dönemi, bizde ortaçağ ahlak ve zihniyet yapısına dönüşle aynı döneme denk gelmektedir. Bu dönüş ile birlikte gelenekçilik ve feodal bir zihniyetin sonucu olarak ‘ağalık ve efendilik şuurunun arttığını görebiliriz. Bu dönüşün semptomlarını ise şu şekilde sıralayabiliriz:
-Uzak ve kenar vilayetlerde artan isyanlar ve bunun bir sonucu olarak siyasi merkeziyetsizlik
-Şark ticaretinin daralmasıyla istihsalin şehirler etrafında ziraate, içinde dar ve basık sanat kadrolarına –tüccarlıktan çarşı esnaflığına- çevrilmesi
-Para tedavülünün daralışı
Garp, Machiavelli’den beri sert bir silkinişle her türlü gelenekçiliğin ve kapanmanın dışına çıkarken, bizde bir o kadar geleneğe kayıtsız şartsız bağlanış o dönemin bir realitesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en önemli sebebi, zihni yapımızın da bizimle birlikte ortaçağlaşmasıdır.
Bu zihni yapıya göre o dönemde mal ve servete düşkünlüğün hakiki saiki zenginleşmek ve sermayesini artırmak değil, nüfuz ve iktidar sahibi olmak olduğunu görmekteyiz. Ayriyeten lonca teşkilatının üretime olan müdahalelerinin sayı ve miktardan ziyade, vasıfların kurallara uygun olup olmadığını kontrol etmek noktasında toplanır. Yani dış alemi renk ve şekil özelliklerinden çözerek soyut bir sayı silsilesi halinde rakamlaştıran hesapçı zihniyetin üretici ruhiyatına ne kadar yabancı kaldığının bir göstergesidir.
Garpta görüldüğü gibi bizde;ticari kıymetleri ön planda olan hareketli ,cevval bir iktisat anlayışının bizde uzun zaman gelişip serpilememesinin sebeplerini bu hantal zihniyette aramalıyız.Dönemin bu ahlak ve zihniyet anlayışına göre sükun ve huzurdan nasibini alabilmek ancak kazanma ve çalışmayı olabildiğince azaltmakla mümkün olabilirdi,bunun için iş başına ne kadar geç gidilir ve oradan ne kadar erken dönülürse o kadar hayırlı ve selametli bir yol tutulmuş olurdu.
Nabi şu tek mısra ile bütün devrin hayat anlayışına tercüman oluyordu (1).
‘Devlete aheste gerektir cari’
İşte ortaçağ ahlakçısına göre kurtuluşun ve yükselişin tek yolu (2):
‘Sermaye-i necat sebükbarlıktadır!’
Sadi
Bu ahlak zihniyetinin sonucu olarak zengin olmak isteyen yani orta ve aşağı tabaka arasından yükselmek isteyen halk tabiri caizse hanedan dışı kişiler, bahtını erenlerin peşine düşmekte bulmuşlardır.
Aşıkpaşazade 12. ve 13. Asırdan beri tasavvufun ne yolda çığrından çıktığının anlatırken, soysuzlaşma sebeplerinden bir kısmını ruhani sınıflara kadar kök salan feodal ihtiraslarda arıyordu. Bir şeyh veya mürşid etrafında toplanmaların hakiki saiki ona göre, ekseriya mal mülk edinmek ve beğlenmek idi (3).
‘Kılar namaz eder niyaz Hakka
Varur beğ kapusuna hem timar umar’
Aşıkpaşazade
Bu zihni yapının ve devletin gerek loncalarla gerek kendi eliyle iktisada olan müdahaleleri sonucu Batıdakinin aksine bizde yani şarkta bir burjuva sınıfı oluşmamıştır. Tüccar diyebileceğimiz tabaka ve nüfuz, iktidar sahiplerinin kah kayırıcı kah kahredici davranışı karşısında ufala ufala istikbaline kavuşamadan sığıntı haline gelmiştir.
Tanzimat dönemi ve sonrasında bu iktisadi zihniyet nispeten kırılmaya çalışılmış,Türkçü hareketin yayın organları ekonomiye büyük önem atfedmişler ve Türkleri tüccar ve sanayici olmaya teşvik etmişlerdi.
İttihat ve Terakki teşkilatının yürüttüğü bu mili iktisat kampanyasında, dikkat çekici sloganlardan biri de şu idi ‘Ey Türk zengin ol!’ (4).
Bir millete bütün iktisadi zihniyetin bir sonucu olarak zengin olma isteğinin oluşturulmak zorunda kalındığını görmekteyiz. Çünkü o tarihe kadar hatta devamında da Türkler ancak çiftçi, asker veyahut bürokrat olabilirdi.
Bir tarafta statüye, kuvvete ve yönetmeye en önde değer veren yönetici grup vardı diğer tarafta ise yönetilenler. Bu durum karşısında Pazar kuvvetleri hiçbir zaman Batı Avrupa’daki gibi özerkliğe, kuvvet temeline kavuşamadılar. Böylece Batıda ‘sivil toplum’ adını alabilecek olan toplumlar, Osmanlı İmparatorluğunda doğamamıştır. Tanzimat Fermanı ve onu takip eden I. Ve II. Meşrutiyet adımlarıyla bu ayrım kırılmaya çalışılmışsa da tam anlamıyla başarıya ulaşılamamış yarım kalmıştır.
1923-1946 Cumhuriyet döneminde de çevreye kuşkulu gözlerle bakıldığı bir gerçektir ve merkez tarafından sıkıca gözaltında tutulmuştur. Bunun ana nedeni , ülkenin büyük bir yokolma tehlikesi geçirdiği ve bu denetlemenin gerekli olduğu yönünde bir kanıya varılabilir. Daha sonraki yıllarda II. Dünya Savaşının alevlenmesiyle birlikte ‘savaş ekonomisi’ ilan etmek zorunda kalan devlet; besin gereksinimlerinin dahi karşılanmasının can alıcı noktalarını denetim altında tutuyordu. Başka bir deyişle toplumdaki ve ekonomideki can alıcı noktaların tamamının hükümet denetimi altında olması, hükümetle ilişki kurmayı, öteki gelişen ülkelerde olduğundan daha önemli kıldı. Bu elbette belli zorlukların getirdiği bir zorunluluktu. İsteyerek veyahut istemeyerek ‘sivil toplumun’ oluşumu gecikti. Lakin Cumhuriyet döneminde atılan iktisadi adımlara bakarsak (İzmir İktisad Kongresi – İş Bankasının kurulması-tarımda makineleşme vs.)bu adımların sivil toplum ve Türk burjuvazisini oluşturmak amacıyla atıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ama ne olursa olsun, bugün İslam Dünyasının en ileri, en gelişmiş, en medeni ülkesi olan Türkiye’yi ‘bürokratik modernistler’ (yani cumhuriyet öncüleri) hazırladılar, yoğurdular, kurdular.
KAYNAKLAR
-Taha Akyol -Mezhep ve Devlet
-Taha Akyol-Tarihten Geleceğe
-Ersin Kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay-Türk Siyasal Hayatı
-Sabri Ülgener –İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası
1-Sabri Ülgener-İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası –SYF 87-DERİN YAYINLARI –NO76
2-Sabri Ülgener-İktisadi Çözülemenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası-SYF85-DERİN YAYINLARI-NO76
3-Sabri Ülgener-İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası-SYF141-DERİN YAYINLARI-NO76
4-Taha Akyol-Tarihten Geleceğe-SYF58-OCAK YAYINLARI-BİRİNCİ BASKI -YIL1983