Orientalistlerin kafa karıştırmak için ortaya attıkları tuzak sorulardan biri budur: “Osmanlı, İslâm devleti idi de, bu devletin başındaki pâdişâhlar niçin hacca gitmediler?”
Bu soru zaman zaman, iyi niyetliler tarafından da sorulmakta, bâzı târihçiler ve bâzan da hocalar tarafından cevaplandılmaktadır. Konuyu özetleyelim ve tamamlayalım :
Evet, hacc, İslâmın beş temel direğinden biridir; namaz ve oruç bedenle yapılan ibâdetlerdir, zekât, servetin belli ellerde yığılmasını önleyici, dayanışmayı sağlayıcı, yoksulu kollayıcı, açgözlülüğü terbiye edici (Cat Stevens iken Yusuf İslâm olan kardeşimiz çok güzel söylüyor : as for zekât, to cure our greed) çok hikmetli bir mâlî ibâdettir. (Servetin, iyi niyetli olmayan ellerde yığıldığında, nerelere harcandığı Gezi olaylarında ibretle görüldü : o zenginler zekât verirler mi dersiniz?)
Hacc ise, hem bedenle hem de malla yapılan çok mühim bir ibâdettir; Avrupalı Hristiyan veya ate ana-babadan doğup da araştırarak İslâm’ı bulan ve benimseyen kardeşlerimiz, eğer bu çok mühim ibâdeti de yerine getirmişlerse, “Hacı” ünvânını iftihârla kullanırlar. Hacc, günümüzde, o bakımdan içi doldurulmasa da, Müslümanların, seçkinlerinin katılımıyla yapılan yıllık kurultayıdır.
Gelelim Osmanlı Sultanlarının haccı konusuna; Haccın şartları vardır: Hacca gidecek olanın sağlıklı olması, hacc yolculuğunun masraflarını, geride bıraktığı, bakmakla yükümlü olduğu âile ferdlerinin geçimini karşılayabilecek mal varlığı olması ve yolun güvenli olması.
Sağlık durumu ve mâlî bakımdan Osmanlı Pâdişâhları için sıkıntı yok, tamam. Ancak, Hac yolculuğu, 15, 16, 17, 18, 19 uncu yüzyıllarda birkaç ay sürüyordu. Pâdişâhın, devlet işlerini bırakarak İstanbul’dan birkaç ay uzak kalması mümkün değildi:
1- Yakın zamanlardan misâl verelim : Libya Kralı Sunûsî Türkiye’de, Bursa’da iken, Kaddâfî ihtilâl yaptı, Kralı ve Krallığı devirdi; Libya ordusunun yanında, bir tedbir olarak çok güçlü ve donanımlı bir polis teşkilâtının bulunmasına rağmen devrim vuku buldu.
2- Hacc yolu üzerindeki bölgede başka bir devlet, Memlûk Devleti vardı. Pâdişâh’ın binlerce kişilik ma’iyyetiyle oradan geçmesi, konaklaması vb. olacak iş değildi.
3- Portekiz ve İspanya, mîlâdî onaltıncı yüzyılda, Dünyânın en güçlü iki Hristiyan imparatorluğu idi. Papa güney Amerika’yı ikisi arasında paylaştırdı: Brezilya hâlâ Portekizce konuşur, kalan kısım ise İspanyolca konuşur, oralarda Katolik dini (Hristiyan zümreleri için biz mezhep diyorsak da kendileri din derler) ve latin kültürü yerleşmiştir. Hint Okyanusu Portekiz Okyanusu hâline geldiği içindir ki Hacc yolu güvenliği için Pîrî Reîs, Seydî Ali Reis gibi Osmanlı denizcileri, Hind Okyanusunda ‘Portakal kâfiri’ ile savaşmıştır. Açe ve Sumatra Sultânı Alâeddîn Kahhâr’ın isteği üzerine Osmanlı oraya topçu ustaları ve subaylar göndermiştir; Malezya bayrağındaki ay-yıldız, bunun hâtırasıdır. Malezya’nın Malaka şehrinde, günümüzde de Portekiz asıllı Katolikler yaşamaktadırlar.
İşte bu, Avrupa’nın 16. Yüzyıldaki iki süper gücünden biri olan Portekizliler, 1537 yılında Kızıldeniz’e girip Cidde’ye saldırdılar, Cidde’yi aldıktan sonra Mekke’yi işgal edip Osmanlı hâkimiyetindeki Kudüs ile değiş-tokuş edeceklerdi! Kale dizdârının ve yetişen Mekke Emîri Şerîf Numey’in savunmasını geçemediler.
Osmanlı Halîfeleri, yol güvenliği olmadığı için ve ayrıca, Devlet Merkezi’nden aylarca uzak kalamayacakları için hacca kendileri gitmedilerse de, bedel göndererek hacı oldular; s haccda bedel konusu vardır. Günümüzde de hacca gitmeğe sağlığı, yaşı elverişli olmayan Müslüman, yerine bir müslümanı BEDEL olarak göndermektedir; hem masrafları karşılayarak gönderen, hem de giden Hacı olmaktadır. İslâm hakkında üstünkörü bilgisi olan, halktan birisi bile bu gerçeği bilir.
Osmanlı Hükümdârları, Çelebi Mehemmed [o zamanki söyleniş böyledir : İkinci Murâd’ın gazâlarını anlatan kitabın başlığı ; Gazavât-ı Sultân Murâd bin Mehemmed Hân – Prof Halil İnalcık ve Mevlüt Oğuz neşri] zamanından başlayarak Hicaz’a sürre göndermişlerdir. Bu gelenek, Birinci Dünyâ Harbi sırasında bile bir müddet devâm etmiştir. Sürre Alayı ile Hicâz halkına çeşitli hediyeler yollanıyordu. Bu alayın başında Sürre Emîni vardı. Bu zât hediyeleri dağıtıyor ve haccediyordu ; oturup henüz icad edilmemiş olan Amerikan filmleri seyretmiyordu! Kendisi Hacı oluyordu, Pâdişâh’a bedel olduğu için Pâdişâh da haccetmiş oluyordu, hacı oluyordu.