Esat ARSLAN
Dolu dolu, ne kadar“Ali Cengiz Oyunları”ndan ulusça geçiyoruz, öyle değil mi Sevgili Okurlar. Öyle çok uzağa gitmeyiniz, “Barış Pınarı Harekâtı”nı kastediyorum, “nı nı nı nı nı nı nı nı nı nı nı nığ” Bizantinistik oyunlar içinde entrikalar dünyasına hoş geldiniz! Ağzı olanların bolca konuştuğu dünyayı bir yana bırakıyorum, açıktan açığa mevcudiyetimize varlığımıza kastedildiği ve de ulu orta konuşularak, ulusal değerlerimizin ayaklar altına alınabildiği ortalık yerde oynanan Ali Cengâveri bir orta oyunundan bahsediyorum. Hani vesveseli bir yaşam tarzı içerisinde çoğu zaman diyoruz ya, “bu işte bir bit yeniği var gibime geliyor bu işte, haydi hayırlısı.” Yani “şu harekatta bir sürü olgu var; ama tam kavrayamadım. Kesin kötü bir şey” anlamına gelen ifadenin sıkça dillendirildiği bir ortamı kastediyorum. Anımsayınız İngiliz dramasını, mesela “Hamlet” oyununu, özellikle Shakespeare’in oyunlarında “play in the play”olarak geçen ve sıkça kullanılan bir edebi sanat dalının günümüz siyasal aktüel dünyamızdaki izdüşümlerini kastediyorum. Rahat uykularınızda bunları belki de fark etmiyorsunuz ama bölgede askeri bakımdan manipüle edilen, kurgulanan “Tuzak içinde Tuzak” var sevgili okurlar. Birlikte anımsayalım,
TSK, Fırat Kalkanı Harekatı’nı yapmadan önce, Çobanbey ve Rai bölgesi, terör örgütü DAİŞ’ın elindeyken şimdi “Suriye Milli Ordusu” biçiminde örgütlendirilen “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bu bölgeye bir operasyon icra etmiş, bölgeyi çok kısa süre içerisinde terörden arındırdığını zannetti. Ama durum öyle değildi. Neden? Sahadaki DAİŞ’lilerin neredeyse tamamı tünellere inmişti. Öyle tünel ne ki, demeyin, “içinden iş makinesi geçen tüneller var bölgede.Havadan yapılan bombardımanlardan etkilenmemesi için yerin 7-8 metre altında inşa edilen tüneller”den bahsediyorum. Gelelim, yaşanmış, bu ibretlik hikâyeye. Aynı gece ÖSO bölgeyi aldığına sevinip uykuya dalmış ve tünellere saklanan DAİŞ, ÖSO’ya darbe ağır darbe vurarak bölgeyi geri almıştı. ÖSO hatırı sayılır bir zayiat vermişti, öyle ki, yapılan Fırat Kalkanı ile ancak bölgeye geri dönebilmişti. Benzer olayın Kıbrıs’ta 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında yaşanmış olduğunu söyleyelim. 20/21 Temmuz 1974 gecesi bir Hava İndirme Taburu St. Hilaryon Kalesi civarındaki atış alanında yorgunluk ve stresten uykuya dalmıştı. Girne’deki Bellapais bölgesinden Kırnı Havaalanı istikametinde hareket eden takviyeli bir Yunan Komando Taburu Allah’a bin şükürler olsun, şans eseri Paraşüt Taburumuzla karşılaşmamıştı. Karşılaşsa büyük bir facia yaşanabilirdi, “Tanrı, bir kez daha Türkü Korumuştu.”
Şimdi bir de şu İran işini biraz kurcalayalım mı? Astana Sürecinden 10 maddelik Soçi Mutabakatıyla Astana Mekanizmasına dönüştürülen eylemsel yapının, kapalı kapılar arkasında gizli kapaklı işler çeviren İran’a bakışlarımızı çevirelim.
Barış Pınarı Harekâtı’nın başladığı gün, 9 Ekim 2019 tarihinde İran’da daha önceden planlanmamış bir askeri tatbikat icra edilmesi dikkatleri bir anda “Urumiye” bölgesine yoğunlaştırmaya yetmişti. Çünkü Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı İran Kürdistan’ında İkinci Dünya Savaşı sonrasıOcak 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan “Kürt Mahamad Cumhuriyeti”İran Kürdistan’ında ayrılıkçı hareketin de başkenti durumundadır.
İran’ın kuzeydoğusunda Türkiye sınırına yakın bir bölge olan Urumiye’de “Bir hedef bir kurşun” sloganıyla icra edilen bu askeri tatbikatı İran Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı General Abdürrahim Musevi yönetmişti. Biz de, aman ne iyi, terör örgütünün “Dört Parçada Kürdistan” rüyasına karşı “Barış Pınarı Harekâtı” öncesinde bu kapsamlı İran’ın tatbikatını Astana Süreci içerisinde olumlu olarak değerlendirmiştik. Ama kazın ayağının öyle olmadığını ilerlemiş süreçte anladık. İran, sekiz yıl devam eden İran-Irak savaşındaki gibi, karşısındaki hasmın, zayıflıklarından duyarlılıklarından, yani Türkiye’nin sendelemesiyle doğabilecek fırsatlardan istifade etme yolunu seçmişti. Bizle sahada yapılan bu kareketleri ihtiyatla değerlendirmiş, en sonunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan dayanmayıp Soçi’ye hareketinden önce ‘İran’dan maalesef bazı çatlak sesler çıkıyor. Bunları başta Sayın Ruhani olmak üzere susturmaları gerekirdi. Zira biz Soçi mutabakatının 3 tane taraf ülkesiyiz. Biz bu süreci o zaman nasıl yürüteceğiz? Bu yapılanlar yanlıştır. Doğru değildir’ şeklinde seslendirmişti. Oysa İran güya Türkiye’nin harekâtını olumlu bir biçimde değerlendirerek, askeri birimlerin bu tatbikattan gece yarısı haberdar edildiklerini belirten harekâtı yöneten General Musevi, “Askeri tatbikat, düşmanın olası hareketliliğine karşı hazır olduğumuza dair anlamlı bir mesajdı” ifadelerini kullanmıştı. Ama şimdi anlıyoruz ki, söz konusu askeri tatbikatın Barış Pınarı Harekâtı ile aynı güne denk getirilmesi ve Türkiye sınırına yakın bir bölgede icra edilmesinin bir tesadüf silsilesi olmadığı açıkça ortada olduğu görülmüştür. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda başlattığı operasyona olası başarısızlıkları üzerine planlanan bu tatbikat bölgeye müdahaleyi İran’ın askeri açıdan teyakkuzda olduğunu göstermiştir.
Şimdi konuyu biraz derinlemesine yaşanılan olaylarla birlikte analiz edelim, N’olmuştu? Türkiye ile ABD arasında mutabakat sağlanmasının ardından İran sınırındaki PeKaKa saldırılarının yeniden artması aklımızı başımıza getirdi. İşte bu da alandaki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının uğraşmış olduğu çıbanbaşlarından biri olarak karşımıza çıkmıştı. Oysa doğrudan ABD planlarıyla örtüşen bölgeden Fransız, İngiliz askerleriyle sözde Suudi Arabistan liderliğindeki ‘Arap Nato’suyla birlikte ABD Merkezi Ordusu (CENTCOM)‘nun emrinde hareket eden 10 bin civarında Koalisyon askeri gücü Suriye kuzeyinde konuşlanması gibi…
Yani tüm bunları görmek lazım, Daha doğrusu “kötü Obama’nın planları, iyi Trump”‘la devam ediyordu aslında!” Ya işte böyle. Haziran 2015’te Tel Abyad’ın Suriye PeKaKasının eline geçtiği anda bu operasyon yapılsaydı, hiç de fazla gürültüye neden olmadan Suriye kuzeyindeki PeKaKa temizlenebilir, bugün Türkiye için “Suriye’nin kuzeyi” diye bir sorunu olmayabilirdi. Çünkü o tarihte ne ABD ne de PeKaKa bölgeye bu kadar hâkim değildi, organize olmamıştı, ABD’nin binlerce TIR askeri yardımı PeKaKa’ya ulaşmamıştı. Yeri gelmişken, şuraya özel dikkat… Unutmayalım, “Kuzey Suriye” terimi siyasi bir terim, “Suriye’nin kuzeyi” ise, başkenti Şam olan Suriye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü savunan bir coğrafi terimdir.
İran’a tekrar dönelim, Hani ‘Astana Süreci’ kapsamında “Komşunun iti, komşuya havlamayacaktı.” Öyle karar alınmıştı, sınırlar içerisindeki terör örgütleri zap-ı rapt altına alınacaktı. Bütün bunları neden söylüyorum. “İran topraklarından sızma girişimlerinde bulunan teröristler, Van, Iğdır ve Ağrı’da saldırılar düzenlediğini da anımsayabildiniz mi?” Bu olaydan sonra İran’a El insaf demek lazım değil mi? İran istikametinden yapılan üç ayrı saldırıda bir askerimiz şehit düşmüş, yedi askerimiz de yaralanmıştır da ondan bunun için söylüyorum. Anımsayalım, 1915 olaylarında da İran sınırlarını Ermeni terör örgütlerine açmıştı. Saldırılara çok yakın bölgelerde İran ordusuna ait askeri üslerin olması, “İran, PKK’lıların geçişine göz mü yumuyor?” sorusunu da beraberinde getirmiştir. Şimdi sormak lazım değil mi, “İran Türkiye’nin operasyonuna karşı sahada başka oyunlar mı koruyor? İkircikli bir politikası olan İran’ın acaba bölgede Türk Silahlı Kuvvetlerini hedefleyen ne gibi planları olabilir?
Barış Pınarı öncesi ve sırasında ABD güçleri, Suriye’de harekât alanının güneyine inmiş, kuvvetlerinin büyük kısmı da Irak’a çekilmiştir. Durumu kendi lehine değerlendiren İran şimdi bir başka oyunu karmakla meşgul olduğunu anımsatalım. İran halkı başta Suriye olmak üzere ülke dışındaki tüm İran devrim muhafızlarının ülkeye dönmesini ekonomik bakımdan istemekle beraber İran’la müttefik güçler artık ABD’nin Irak’ta da kalmaması gerektiğini tartışmaya başlamışlardır. Nasıl bir olasılık var? Efendim, ABD’nin Irak’tan Suriye’yi vurma olasılığı, ortalığı tekrardan karıştırabileceği endişesi olduğunu hemen ilk bakışta ifade edelim. Çünkü İsrail hava saldırılarına herhangi bir misilleme yapamayan İran’ın Suriye’de tutunma olasılığı iyiden iyiye zayıflamış, tabir yerindeyse azalmıştır.
Bütün bu genel durum değerlendirilmesinden sonra İran, bölgedeki kendine müzahir güçlere ilaveten, Suriye rejim güçleriyle birlikte epey zamandır Deyr el Zor’un güney yakasında ve sınırdaki Elbu Kemal hattında yığınak yapıp, “operasyonel vaziyet” almakta olduğunu söyleyelim. Hazırlıklar, öyle ki, ABD’den boşalacak boşluğu hızla doldurmaya göre yapıldığını söylemekle yetinelim. Savaş boşluk kabul etmez. Nerde olsa boşluk, beklenilmeksizin doldurulur Yani? Yanisi şu… İran’ın Tahran-Ankara ilişkilerine görünürde zarar vermeden yasadışı örgütler içerisindeki mütegallibe Kürtleri Şam yönetimine yakınlaştırabileceğini ve bu şekilde Ankara’nın hareket alanının sınırlanmasının mümkün olabileceği düşünülmektedir. Nasıl yani? Makalemizi Erzurumlu Teyo Ağa’nın hikâyelerindeki meşhur tekerleme ile bitirelim, “Bende yalan yok hılaf ta yok!” Doğru söze ne buyrulur, sevgili okurlar.