Kürşat YOZCU
Aşk’ ı aradı gözler… Ve gözler aşka aşıktı… İflas etmiş bir kültürün omuzlarımıza kurşun gibi indiği yıllarda yaşamak, zor elbet. Deruni bir muhakeme, muhasebe ve terbiye hedefleyen yürekler buğulu gözlerle baktılar maziye… Mazi tüm canlılığıyla oradaydı, hem de suratımıza vururcasına…
Milli ve manevi terbiyeyi unutmuş yığınların, belki de hiçbir zaman anlayamayacağı yıllardı yetmişli yıllar… Ve yetmişli yıllarda Adana Kültür Merkezi için kiralanmış posta kutusu anlatır, maddesi ile de manası ile de bu günün gençliğinin nereye gittiğini. Aşk, o vakit dile gelir ve haykırır sessizce o günün gençlerinin vatana ve bayrağa nasıl aşık olduklarını…
Bir de nizam meselesi var tabii… Dünya’ya nizam vermeye yeminli yüreklerin nasıl kıvrandıklarını hissetmek, davaları uğruna kanlarıyla ve canlarıyla nasıl bedel ödediklerini görmek; hatta bir tas çorbanın şükrünü yaşayabilmek için 546 numaralı posta kutusuna bir göz atmak elzemdir.
Saygı, sevgiyi besleyen en mühim kıymettir. Sevgi yumağı olmakla tüm kainata nasıl meydan okunabileceğini, gücün maddeden değil manadan beslendiğini anlamak için; Adana Kültür Derneği’nin o yıllarda yaptığı kültür faaliyetlerini okumak, örnek almak zorunlu hale gelmiştir. Zira davaları kitaplar ayakta tutar. Hatta dergiler, tiyatro, konferans vs… Şimdi hülyalarımızı süsleyen etkinlikler… Ya asil olmanın tezahürü… Lokanta sahibi her gün on öğrenciye öğle yemeği ikram etmek ister fakat üçüncü günün sonunda öğrenciler lokantaya gitmek istemezler. Lokanta sahibi bunun sebebini araştırır ve parasız yemek yemeyi gururlarına yediremeyen öğrencileri öğrendiğinde sadece susar. İşte aşk burada devreye giriyor dostlarım; asil ruhların aşkı asil olur. Onlar vatana bir kez aşık olmuşlarsa şayet kan verirler, can verirler, aç kalırlar, soğukta üşürler… Yine de aşklarından vazgeçmezler… Burada “İsyaann!” diye bağırasım geliyor. Hatta sokağa çıkıp “Adam arıyorum!” diye koşasım geliyor.
Onlar yetmişli yılların garip çocuklarıydı. Makam, mevki ve paraları yoktu belki ama mangal gibi yüreklerdi vardı. Hikmetle yoğrulmuş zekâları vardı.
Gurur duymalısın 546 numaralı posta kutusu! O, idealist neslin tüm sırrı sende… Yurdun her yerinden gelmiş, Adana Kültür Derneği’nde kalan öğrenciler seninle ne kadar övünseler azdır. Hasretler, kaygılar, yokluk hep sende sakladı kahırlarını… Bizler şimdi ne kadar sizlerle övünsek yine dolduramayız asil duruşunuzu. Hatta utanır, sıkılır; sizlere layık olamamanın ezikliğini yaşarız. Bir tas çorbadaydı sizin aşkınız… Bir tas çorbanın şükründe…
Ya terzi İsmet Usta… Adana’nın en iyi terzisi olmasına rağmen neredeyse tüm kazancını öğrencilere dağıtan İsmet Usta… Maddeye tapmış bunca insanı bir meydana toplayıp avazımız çıktığı kadar İsmet Usta’yı anlatmak… Gönülden vermenin aşk ile olacağını yürekleri açıp içine yerleştirmek… İsmet Usta… Seni okuyan her insan muazzez ruhuna dua edecektir. Dervişlik oturup zikir çekmek değildir elbet… Allah güzel insanlarını toplumun içinde gizler. Kardeşlik abidesi posta kutusu; İsmet Usta’yı ne kadar anlatsan yine de onun hatırasına bir şey yapmış olamazsın. Hatta Dünya’daki tüm posta kutularının Adana’ya taşısak yine de İsmet Usta’nın yüreğini sığdıramayız. Allah ona rahmet etsin.
Muazzam bir ulviyet… Muazzam bir şiir… Muazzam bir ahenk… Ne söylense de yerini dolduramaz yetmişli yılların dava ruhunun.
Ya analar! Tarık Buğra’nın “OSMANCIK” romanı ne güzel anlatır Türk kadınının basiret dolu duruşunu. Osmanlıyı kuran ruh kadınlardan beslenmiştir. Kadın ana, kadın eş, kadın savaşçıdır. Bazen âlim olmuştur, bazen öğrenci. Ama yiğit yetişmişlerdir. Dünya’ya hükmedecek adaletin temellerini atmışlardır. Eşi şehit olan kadın “Vatan sağ olsun!” diyebilmektedir. Kalbinde zerre ukde kalmadan…
İşte bu ruh yurdu, vatan yapmıştır; işte o yıllarda yine bu ruh vatan için çarpan yürekler doğurmuşlardır. Günümüz annelerine ne güzel haber salmışsın yıllar öncesinden posta kutusu. Okunsun, ibret alınsın, analar güzel günlere muktedir evlatlar yetiştirsin.
İbret almak erdemdir. Maddece hür ama manaca esir bir nesil nasıl ibret alır? Ne garip! Yıllarca posta kutusu görevi görmüş bir posta kutusu bu kitapta tüm deneyimlerini şimdi bizim posta kutumuza göndermiş. Belki de “Biz böyleydik, siz ne hallerdesiniz?” demek için. Belki de “Bizler bazı hatalara düştük sizler birlik olun!” der gibi. Ya da “Bizleri unutmayın!” ikazını yapmak için…
Unutmayacağız, söz… Unutmak ihanettir. Nasıl; Alparslan’ı, Fatih’i, Atatürk’ü unutmadıysak yetmişli yılların yiğitlerini de unutmayacağız. Ders alacağız. Tarih şuuruna ereceğiz, milli ve manevi terbiye istikametinde ilerleyeceğiz. Biliriz ki, 546 numaralı posta kutusuna gelen mektuplar bir devrin muhteşem neslini anlatıyordu. Görürüz ki oraya gelen mektuplarda halis duygular, bozulmamış bir Türkçe vardır. Bizler de dilimize sahip çıkacağız. Slogan milliyetçiliğini bırakıp; okuyacağız, okuyacağız, okuyacağız…