Fatih AKMAN
Nuri Pakdil’in Batı Notları (Edebiyat Dergisi Yayınları, 2015) adlı kitabını sosyal medyada gördüğüm birkaç paylaşım üzerine okuma gereği duydum. Zaten Trt’de yayınlanan Yedi Güzel Adam dizisi ile beraber Pakdil’in eserleri de dizinin popülaritesi ekseninde arttı. Kitabın başlığı itibariyle de, Batı’yı bir ‘İslamcı’nın gözünden okumanın, görmenin farklı bir deneyim olması hasebiyle ilgim arttı ve okumaya başladım.
Batı Notları, her şeyden evvel baştan sona bir Avrupa ön yargısının tezahürü. Pakdil’in yaklaşık üç ay boyunca Paris’te geçirdiği günlerin kritiği. Bunun dışında hem Pakdil’in dünya görüşüne dair düşünceler, hem de özellikle Afrikalı insanların anlattığı anekdotlarla pekiştirilen bir kurgu var kitapta.
Batı Notları’nda en çok öne çıkan şey; Avrupa’nın hep menfi yönlerinin ele alınmış olması. 16 yıl Avrupa’da yaşamış bir annenin oğlu, hatırı sayılır ölçüde de Batı düşüncesi merkezli eser okumuş biri olarak, ‘Hiç mi müspet yönü yok bu Avrupalıların?’ demek geçti içimden her sayfada.
Avrupalıların sürekli sömürgecilikleri baş aktör. Zaten Pakdil’in Paris’te tanıştığı ve karşılaştığı Afrikalıların anlattıkları ile de bu düşünce sürekli diri tutuluyor.
Paris’te manzaralar daima soğuk ve isli. Hatta sokaklardaki köpekler dahi bu olumsuz görüntüyü pekiştirmek için kullanılmış. Avrupa’ya giden herkesin sık sık karşılaşacağı sanat eseri olan heykel sanatı, Pakdil tarafından şu şekilde değerlendiriliyor:
‘Heykel, saçmalığın taşlaşmasıdır; ilkelliğin de simgesi. Ama Batılılar, akıl almaz bir bağnazlıkla koruyorlar bu simgeyi. Heykele saygı duyula duyula Tanrı inancı yitebilir insanın içinde… Heykel düşüncesinin kökeninde, ne biçimde ve ne oranda olursa olsun, bir put vardır.’ (s.25)
Pakdil heykele olan tutumunu Roma’ya dair yazdığı şu tanım ile zirveye çıkarıyor: ‘Türkiye’ye dönerken dört gün kaldığım Roma: Put kuyusu…’ (s.113)
Kitapta aldığım en önemli not ise şu oldu: ”Devletin, İkinci Abdülhamid’den sonra, sonsuz bir hızla parçalanışındaki etkenlerde payı olanların kişilikleri, adları neye çıkmış olursa olsun, birer yurt düşmanı ve talancı oldukları gerçeği, sürekli gizli tutulamamaktadır.”
Burada yurt düşmanı ve talancı olarak ifade edilen kişilerin hangi tarihe değin sıralandığını elbette bilemiyoruz ama muhakkak ki Pakdil; Enver Paşa, Talat Paşa gibi simaları, hatta onlara fikir babalığı yapacak olan Gökalp’i ve Abdülhamid’e oldukça sert bir muhalefet gösteren Akif’i de töhmet altında bırakıyordur.
Pakdil’in tarih anlayışı şu cümlelerle ortaya çıkıyor:
‘’Türkiye’nin bin yılı aşkın bir süredir oluşturduğu Tarih birikimi vardır.’’ (s.50)
Pakdil bu sınırlayıcı ve eksik tarih inşasına ek olarak özellikle Cumhuriyet’e de zaman zaman ciddi eleştiriler getiriyor. Meselâ:
‘’1923’ten beri Türkiye’de uygulanan eğitime benzer, tarihsel değerlerden kopuk, insanı kendi özüne yabancılaştıran bir eğitim biçimine, anlayışına başka bir ülkede rastlanılamadı, sanırım.’’ (s.25)
Kitap, ilk kez Pakdil ile karşılaşmış olmam hasebiyle benim nezdimde önemli. Ancak eserin Batı’yı anlamaktan öte yargılamak merkezli olduğunu peşinen ifade etmek gerekir. Özellikle daha çok ‘İslamcı’ gençlerin rağbet gösterdiği bu eser, Batı düşüncesi hususunda yeterli birikime sahip olmayanlar açısından son derece olumsuz etkiler yaratabilir. Henüz Batı ile tanışmadan, topyekûn düşmanlık algısı ortaya çıkabilir.
Batı’nın sömürgecilik başta olmak üzere birçok menfi özelliğini sayabileceğimiz gibi, insanlığa sunduğu ve geliştirdiği demokrasi, insan hakları, laiklik, adalet gibi değerleri de unutmamak gerekir. Elbette bu eserin yazılma tarihi 1970’ler. Hiçbir vakit bir eseri yazıldığı günün siyasi ve sosyal atmosferinden ırakta değerlendirmek mümkün değildir. Bunu da bir parantez olarak ifade etmiş olalım.