Güçlü şahısların, cemiyeti de güçlü olur. Maalesef, biz tam tersini yaşıyoruz. Her türlü gıdâ, vitamin ve mineral takviyesinden mahrûm bir yetişme tarzı, yâni, eğitim ile başka adreslere gitmemiz, mümkün değil.
İstanbul sokaklarının, hele çeşme ve sebil cinsinden târîhî eserlerin üzerlerine yamanmış vahşet çizgilerini naïften[1] sayacaksanız, bir harf ilâve edip “nahif”[2] deyin de, ele güne mahcûb olmayın. Daha ne kadar cehâlete destek olacağız?
Cehâletin en büyük destekçisi, hiç tereddüdünüz olmasın, gaflettir. Sözden fiile uzanan bir hayli uzun ve teferruâtlı bir gaflet listemiz var.
Klâsik Selçuklu ve Osmanlı târîhlerinde “Adalar Denizi” gibi bize göre bir isim varken; mâlûm akla, kültüre hizmet ederek “Ege” dediğimiz; Anadolu’muzun Cennet’ten bir köşesini de aynı ada kurban verdiğimiz denizin güney doğusundaki ada topluluğunun, milletimize mâl olmuş nâmı, Oniki Ada’dır.
Merkezi ve en büyükleri Rodos olan bu adalar: İstanköy, Kerpe, Kaşot, Tilos, Harki, Leros, Patmos, Nisyros, Sömbeki, Astropalya, Kalimnos adlarıyla denizdeki yerlerini almışlardır. Bunlardan Nisyros, İncirli diye de tanınmıştır.
Türk milletinin yayla karakterini denize ve adaya uydurmak pek kolay olmamıştır. Bu yüzden, geç başlayan bir denizcilik hikâyemiz bulunuyor. Bahrîye, balıkçılık üzerine kullandığımız tâbirlerin ezici sayı ile yabancı menşe’li oluşu, bunun en görünen açıklaması.
Çaka (Çakan) Bey’le başlayıp Adalar Denizi’ne bakan beyliklerle devâm eden ve nihâyet Barbaros’la zirveye yerleşen deryâlı mâcerâmız, daha sonraki asırlarda, yerini garîb bir hamâkate bıraktı.
Meselâ, bu Oniki Ada hakkındaki tutumumuz, bizi bütün Dünyâ’ya rezîl etti. Kaanûnî’nin 1522’deki Rodos Seferi ile büyük kısmı Türk hâkimiyetine geçen Oniki Ada’nın, tâkib eden yıllarda, Barbaros Hayreddin’in gayretleriyle tamâmı Ay-Yıldız’lı bayrağın gölgesine girdi.
1911’deki Trablusgarb Harbi öncesinde İtalya, bir oldubitti ile işgâl ettiği bu adaları, çeşitli gelişmelerin bahtını yâver tutmasıyla 1945 yılına kadar bırakmadı. 1945’de, İkinci Dünyâ Savaşı sonunda, taşlar yerine otururken, İtalya da bu ada tapularını esas sâhibine, yâni Türkiye’ye vermek istedi. Ama biz bu ikrâmı reddettik. Bu gaflet, İngilizlerin yardımıyla Yunanistan’ı Oniki Ada sâhibi yaptı.
Bu netîce, bizim öz değerlerimizden hızla uzaklaştığımızı ve dışarıdan yönelen hamlelere, imhâ hareketlerine karşı plânsız, programsız, metânetsiz olduğumuzu gösterdi. Şekilsizlik, şuûrsuzluk, kültürsüzlük belimizi kavrayınca, Greko-Romen tarzıyla güreşenlere dayanamadık.
Batı medeniyetinin baş tâcı ettiği Grek mitolojisine göre, yaratılan ilk kadın Pandora. Bu, söyleyenin ve yazanın bile inanmadığı yalana bakarsanız, narsist erkekleri cezâlandırmak için halk edilen Pandora, Zeus’un kendine verdiği ve bütün kötülükleri barındıran kutuyu, açmaması gerekirken, merâkına mağlûb olup açar.
Bu sûretle, ne kadar kötülük varsa, yeryüzüne saçılır. Yaptığının farkına varır varmaz kutuyu hızla kapatan Pandora, maalesef geç kalmıştır. Artık, kutuda umuttan başka bir şey yoktur.
Güyâ, bu mel’anet kutusunun içindekiler, Prometheus’un Cennet’ten çalıp getirdiği ateşi kabûl edenleri, cezâlandırmak için istif edilmişti.
Adı, hakîkaten “Pandora’nın Kutusu” mudur? Bilinmez, ama Kürre-i Arz’da başıboş ve de tehlike saçarak dolaşan kötülükler, öyle bir kutuya sığacak kadar az değil.
Canlı bomba denilen bir terör şekli, öyle umutla önlenecek gibi görünmüyor. Kendi canından vazgeçmiş birine, hangi nasîhatı, tenbîhâtı verebilirsiniz? Böylelerinin, yâni canına meydân okuma noktasına gelenlerin yapamayacağı kötülük, çılgınlık olabilir mi?
[1] naïf: meslek eğitimi almadan kendi kendisini yetiştirmiş, ustalık iddiasında olmayan ressamlar tarafından yapılan basit, sâde ve zamân zamân çok detaya kaçan bir resim tarzı.
[2] nahif: zayıf, çelimsiz, arık.