Biz, 15 Temmuz’u anlamayı anlaşılmaz bir şekilde engelledik.
Evet engelledik.
Doğru dürüst Meclis Araştırması yapılamadı.
Konuyla ilgili onlarca kanun teklifi, önerge reddedildi.
Bu idare tutumu, üniversitelere de örnek oldu.
Aman dediler, bu işe girmeyelim.
Lanetleme nemize yetmez.
Böyle olunca bütün konuştuklarımız şunlardan ibaret:
“Alçakça bir iş.
Türkiye düşmanı..
Reis düşmanı..
Biz onlara gününü gösterdik..
Artık hazırlıklıyız, gelirlerse görecekleri var..”
Ben bu tavrı tanıyorum.
Kavga Günleri’nde yazdım:
Atatürk’ün doğumunun 100. yılı askeri idareye rastlamıştı.
Bir dergi çıkarılacaktı ve heyette ben de vardım.
Bir kaç ay çalışarak bir dergi projesi çıkardık.
Askerler geldiler, anlattık.
Kutlama Genel Sekreteri Paşa, bir kaç görüşten sonra, “Atatürk’ü herkes biliyor, bunları verelim. Dediklerinize gerek yok.” dedi.
Fikirlerimizi söyledik, o ısrar etti.
Bunun üzerine konuşacak ortam kalmadı.
Biz de öyle bir slogan bağıran dergi çıkarmak niyetinde değildik
“Bizi affedin, bizim kurumların başındaki paşalardan bu dediklerinize uygun düşünecek yayıncılar versinler!” dedik ve ayağa kalktık.
Paşa makul adamdı, bizi yatıştırdı.
Burada, dediğim ezber ve propaganda anlayışının kolaycılığı var.
Tanıyorum dediğim bu.
Askerler mazurdur.
Konu Atatürk olunca da öyle bakmaları normaldi.
Ama bizi de anladılar.
Biz ne mazuruz, ne de anlıyoruz.
Yalnız şuna da dikkatinizi çekerim, ihtilal yönetiminde olmamıza rağmen açık açık konuştuk.
Üstelik Atatürk konusunda bile böyle aykırı görünen bir müzakereyi yadırgamadılar.
Böyle itiraz ettik diye bizi cezalandırmayı akıllarına bile getirmediler.
Bunu da düşünmenizi isterim.
Konuya dönersek..
15 Temmuz’dan sonra geldiğimiz yeri görüyorsunuz.
Sanki devletin ordusu, polisi bu kalkışmayı önlememiş veya önleyememiş de sokağa çıkan bir kaç bin insan engellemiş gibi bir görüntü verdik.
Hatta ısrarla bunu söyledik.
Olacak iş değildi.
Bu, hem doğru değildir, hem de her bakımdan yanlıştır.
Böyle diye diye, halkı da hazırladık.
Halkımız izin vermez, dedik.
Halkımız hazır, dedik.
Dahası, buna hazır olun, bizi yedirmeyin havasıyla halkı teşvik ettik.
Maksadımız mutlaka bu değildir ama sonuç ortada:
Halk kamplaştırılıyor ve kendisini diğerlerine karşı güvende hissetmiyor.
Unuttuğumuz şudur:
Güç kullanma hakkı sadece devlettedir.
Ordunuz ve askeriniz vardır.
Önleyici güç de onlardır.
15 Temmuz sonrasında, ordu ve polisin itibarı neredeyse sıfırlandı.
Bunu gerektirecek bir durum olmadığı açıktı.
Bu menfur kalkışmayı önleyen yine asker ve polisti.
Halkın hassasiyeti de onu destekledi.
Bu kadardır.
Kim bunun dışında bir şey söylerse hem yanılıyor, hem yanıltıyor.
Biz yanıltıldık.
Halkı bu şekilde yanlış bir yolda pohpohlaya pohpohlaya geldiğimiz yere bakınız.
Sosyal medyaya bakınız: Bazı kesimlerin silahlandığını ve bunu gururla söylediklerini görürsünüz.
Bu bir değil, iki değil, binlerce tivit ve mesajla açık medyada ilan ediliyor.
Sevda Noyan ve Fatih Tezcan görünen iki isim.
Dikkatinizi çekerim, bu binlerce insan kanunsuzluk yaptıklarını düşünmüyorlar.
Darbe önleyicisi görevi onlara verilmiş gibi hissediyorlar.
Ve bunlara ne polis, ne yargı ses edebiliyor.
Çünkü algı bu ve hükumet edenler de buna ses çıkarmıyorlar.
Devletin silahlı güçlerinin ses çıkaramadığı daha üst görevde bir silahlı grup oluşuyor görüntüsü vardır.
Yaratılan henüz tam anlamadığımız böyle dehşet bir anarşi iklimidir.
Devletler böyle bir şeye müsaade etmezler.
Unutmayacağımız şey açıktır:
Size bağlı görünseler de bu anarşik grubun ilerde neler yapacağı -Hak saklasın!- kimse tarafından tam olarak bilinemez.
Onun için acilen bu durumu değiştirme mecburiyetimiz vardır.
Evet, 15 Temmuz sonrasında çok sağlıksız gelişmeler yaşandı.
En tehlikelisi budur.
Yakın tehlikedir.
Diğerleri bana kalırsa devlet hayatımız ve toplum barışımız bakımından daha önemlidir.
Bir kere 15 Temmuz her yönüyle araştırılmalıdır.
Cemaatleşmenin bizi nereye getirdiği acil bir meselemizdir.
Yine dikkat buyurun, yüzlerce cemaat sanki kendi içinde bağımsız, dış işlerinde devlete bağlı gibidir.
Böyle özerk gruplardır.
Ne yapıp ettikleri de tam bildiğimiz bir iş değildir.
Türkiye bunları konuşmuyor.
Türkiye buradaki büyük sıkıntının farkında değil.
Çünkü sun’î(yapay) gündemlerle oyalanıyoruz.
İşin tuhafı şu: Belki bile isteye bu anarşi ateşine odun taşıyanlar var.
Yoksa bu kadar gaflet akıl işi değildir.