Terkip İhtiyacı: Düşünmek ve Duymak
Bizim medeniyetimizi yapan iki temel kavram var: Düşünme ve duyuş. Düşünme fikir adamlarının, duyuş ise gönül adamların işi. Dikkatle bakıldığında, fikir adamının da gönül adamının da hem düşünen hem de duyan insanlar oldukları kolayca görülür. Yûnus bir “gönül adamı” idi; söylediklerinden kaç yüzyıldır ders almaya çalışıyoruz. Gelmiş geçmiş en büyük mimari dehası olan Sinan, duygularıyla da büyüktür; öyle olmasa Selimiye Camisi karşısında bu kadar hayranlık duymazdık. Türk lirizmini iyice coşturan Fuzuli’nin sadece gönül adamı olmadığı da eserlerinden bellidir. Bu iki alan, ayrı ayrı görünür; iç içedir. Birini kabul, diğerinin reddini gerektirmez. Aralarında çelişme, çekişme yoktur. Fikir adamı teklif eder, gönül adamı tenbih eder. Teklif tenbihe, tenbih teklife muhtaçtır; bu sayede dış ile iç, akıl ile gönül, madde ile mana belli bir terkibe ulaşır. Bu terkibi yapamayan milletlerin çıkış yolu bulmaları beklenemez. Bizim iki yüz yıldır halletmeye çalıştığımız, fakat Bihruz Bey-Efruz Bey mantığı yüzünden gündelik politikalara kurban ettiğimiz için bir türlü çözemediğimiz problem de bu değil mi?
Bizde aksamaların en önemli sebeplerininin başında, Prof.Mehmet Kaplan’ın Ziya “Gökalp ve İlim Şehri” adlı makalesinde dile getirdiği “Türk milletinin meselelerini çözerek müsbet neticelere ulaşamayışının başlıca sebebi, hemen hemen her konuda hissî bir açıdan bakmasıdır.” görüşüşünde olduğu gibi, aklı kullanamayışımız sayılagelmiştir. İçinde buluınduğumuz durum, ne yazık ki, bu kabulün doğru olduğunu gösteriyor. Aklımızı kullanamıyoruz; peki gönlümüzü kullanabiliyor muyuz? Aklın bize vadettiği “müsbet netice”leri elde etmede gönlümüzün desteği var mı! “Akletmek” büyük bir güç, “gönül vermek” de öyle. Eğer Fatih Sultan Mehmet İstanbul fethinde mevcut teknik imkânları, “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni!” kararlılığı içinde kullanmasaydı, kuşatma, daha önceki denemelerde olduğu gibi, başarısızlıkla sonuçlanabilirdi.
Tasavvurun desteklediği tefekkür en büyük gücümüz olacaktır. Türk Dil Kurumu Güncel Sözlük’te tasavvur için “1.Göz önüne getirme, hayal etme, zihinde canlandırma, 2.Tasarım, 3. Düşünce, amaç, niyet, maksat, plan” karşılıklarını veriyor. Düşünen insanın bunlardan hangisine ihtiyacı yok?
Sanatın Penceresinden Bakmak
Sanat bize severek bakmayı öğretir. En büyük kahramanlar (komutanlar, filozoflar, bilginler) sanatın yumuşatıcı katkılarıyla tamamlanmış, hayata farklı bir pencereden bakmayı öğrendikten sonra asıl büyüklüklerine kavuşmuşlardır. Sevmenin zaaf değil, bilmeyi yakından destekleyen bir güç olduğunu unutmamalıyız. Bir öğrencim beni, ülkede birçok olay olup dururken çiçek resmi paylaşmamı anlayamadığını söyleyerek uyarmıştı. Ona “güzelliklerden vageçmemeliyiz” gibi bir cevap verdiğimi hatırlıyorum. Gençlerin böyle zaman zaman çok keskinleşen çıkışları oluyor; yakışıyor da! Fakat şunu da dikkate almamız gerekiyor: Zor zamanlarda -en büyük harplerde bile- insanların şiir yazmaya, resim yapmaya devam etmelerini, milletin her şart altında “kendisi” olarak yaşama azmine bağlamak
Sanatın bize öğrettiklerinden biri de hayatınn çok yönlülüğüdür. Her insanın duyuş tarzı farklı olduğundan, hayattaki çeşitliliği iç dünyamıza da taşırız. Bilim aklın ilkeci tutumuyla kategorize ederken, sanat, bireysel duyuş sayesinde eşyayı yeknesaklıktan kurtarmaya çalışır. Bu iki tutum, çelişki yaratmaz, bir orta noktada buluşmanın kapısını açar. Kültür ve medeniyet tarihi, bilimin ve sanatın bulup fark ettiklerinin tarihidir aslında. Aramadan ve fark etmeden hiçbir yere varamayız. Kendimize hangi ideolojik kisveyi yakıştırırsak yakıştıralım, kol gücümüz ne kadar fazla olursa olsun, dünyayı tanımadan başarılı olamayız.
Millet ve Memleketi Sevmek
İdeoloji –adı ne olursa olsun- bir hayat görüşü hâlinde örgütlenir ve insanı / milleti bulunduğu yerden daha yukarıya taşımayı hedeflerse anlam kazanır. Bir siyasî kabule körü körüne bağlanmanın normal –ve hatta şart- sayıldığı, düşüncenin hor görüldüğü, bilinçli tercih şansının ortadan kaldırıldığı, “tefekkür”ün yerini uyanıklığın aldığı bir ortamda gençlerin “düşünerek tavır alma” ve gelecek inşa etme şansı pek yüksek değildir. Böyle bir ortam, sürüleşmeye yol açar. Onu “sürü” olarak görmek ve sürüleştirmeye çalışmak ise millete yapılacak en büyük kötülüktür. Düşünmeyen, iyinin de kötünün de onun adına başkalarınca belirlendiği bir hayata mahkûm ve mecbur kalan, tercih şansı tanınmamış her toplum –aslında- böyle bir ortamı yaratanlar için de büyük bir tehlikedir; fakat ucuz siyaset, günü kurtarmayı daha çok tercih edebiliyor. Bu, genellikle ve ne yazık ki, millet-memleket sevgisine bağlanarak yaldızlanıyor da!
Devlete, millete her yönüyle bağlılık, “millî bakış”ın temelidir. Eskiler bunu “din ü devlet mülk ü millet” formülünde toplamışlardı. Söylemek yetmez; yapmak gerekir. Milleti severiz; fakat yaptıklarımız / yaşadıklarımız onu göstermiyorsa bu sevginin ne önemi var! Ziya Gökalp, “Vatan için ölmek de var / Fakat hakkın yaşamaktır” derken bunu kastetmişti. Vatan için yaşa, başka çare kalmadıysa ölümü de göze al… Millet bütün değerleriyle sevilir. Millî kültür bu değerlerin genel adıdır. Sanat ise millî kültürün temel taşlarındandır. Dolayısıyla, milleti sevmenin ve tanımanımn şartları arasında ona ait her türlü sanat değerini bilme ve benimsemenin de bulunduğunu unutmamak gerekir.