Yazar: Yirmisekiz Mehmet Çelebi
Yayına Hazırlayan: Şevket Rado
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
ISBN: 9754588155
Sayfa Sayısı: 99
Yayım Tarihi: 2006
Baskı: 1
Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen
Paris’te Bir Osmanlı Sefiri
28 Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnamesi
Haziran 1721/ Paris sosyetesi, kralı ve saraylıları bir kenara bırakıp yeni bir meraka düşmüştür: III. Ahmet’in XV. Louis’ye yolladığı elçi ve eşliğindeki heyetin iftar sofrası.Elçi Yirmisekiz Mehmet Çelebi ve heyeti, bu ilgiye yabancı değildir. Fransa’ya ayak bastıkları andan itibaren, halk onları seyretmek için geçtikleri
yerlere akın etmektedir.
Çelebi, Fransızların savaş meydanlarındaki izlenimler üzerinden yarattıkları Türk imgesini alt üst eder: Kültürü, yaşam tarzı, edebi bilgisi bu imgenin eksik kalan taraflarını bütünler.
Ülkemizde Batı kültürüyle tanışmada öncü kabul edilen Çelebi, Avrupa’da Turquerie’nin yolunu açmış; bu akımla modadan mimariye, müzikten resme pek çok alanda Türk tarzı ürünler verilmiştir.
18. yüzyılın kendine özgü ve duru dilinden Şevket Rado’nun yayına hazırladığı bu eser, Lale Devri’nin kültür ve düşünce dünyasına ilk elden tanık olmamızı sağlıyor.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi (?1660’ların sonu-1732) Edirne’de doğdu. Asker olan babasının izinden giderek yeniçeri oldu ve ona lakabını kazandıran 28. Orta’da idari görevler üstlendi. Başarıları sayesinde devletin üst düzey yönetiminde görevlere getirildi. Pasarofça Antlaşması müzakere heyetinde görevlendirildi. Burada Avrupalı diplomatlar üzerinde büyük bir etki yarattı. Bu sayede 1720-21’de Paris’te elçi olarak görev yaptı. Elçilik raporu olarak yazdığı bu metin, yazıldığından beri hem yerli hem yabancı pek çok çalışmaya konu olmuştur. Çelebi, Patrona Halil İsyanı’ndan sonra Kıbrıs valiliğine atanmış ve orada vefat etmiştir.(Kitap arka kapak yazısı)
*****
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin elçilik göreviyle bulunduğu Fransa’dan dönüşünde III. Ahmet’e rapor olarak sunduğu sefâretnâme, aynı zamanda bir seyahatname niteliğindedir. Cumhuriyet devrinin ünlü gazetecisi ve yazarı Şevket bu seyahatnameyi aslına sadık kalarak bizlere aktarmıştır. Rado, sefaretnamenin dilini bozmadan sadece günümüz Türkçesi ile anlaşılacak şekilde bizlere sunmuştur. Dolayısıyla o dönemde kullanılan Türkçe hakkında fikir vermesi açısından değerlidir. Bundan başka küçük hacimli bu kitap Osmanlıda yenileşme hareketlerinin ilham kaynağı olmuştur. Onunla birlikte kafilede bulunan ve daha sonra vezir olacak olan oğlu Sait Paşa’nın gayreti ile İstanbul’da ilk matbaa kurulmuştur.
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin akıcı üslubu ile, elçiliği sırasında gördüğü yaşadığı çevreyi ayrıntılı olarak anlatmıştır. Özellikle o dönem Fransa’sının sosyal hayatını, orada gördüğü mimari eserleri , bahçeleri, nehir ulaşımında kullanılan teknikleri, modern rasathaneyi , mekanik saatleri anlatmıştır. Bu bakımdan da eser hem mimari, hem sosyal bilimler, hem de tarih değerine haizdir.
Etkileşim tersine de olmuştur: Yirmisekiz Mehmet Çelebi üstün temsil yeteneği ile Fransızları etkilemiş, 400 kişilik kafilesi ile onların ilgisini çekerek sempatilerini kazanmıştır. Bu bakımdan eser Fransızlar tarafından da inceleme konusu olmuş, Fransızcaya çevrilerek müteaddit kere basılmıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eser hakkındaki değerlendirmesi şöyledir: “Hiçbir kitap garplılaşma tarihimizde bu küçük sefaretname kadar mühim bir yer tutmaz. Okuyucu üzerinde Binbir Gece’ye iklim ve mahiyet değiştirmiş hissini bırakan bu kitabın hemen her satırında gizli bir mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü görülür. Hakikatte bu sefaretnamede bütün bir program gizlidir.”
******
ESERDEN
Paris şehrine mahsus bir oyun var imiş. Opare derler imiş. Acaip sanatler gösterirmiş. Ol şehre mahsus imiş. Şehrin kibarları varırlar, Vasi dahi ekseriya varır, Kral bile ara sıra gelir imiş. Bir gün bizi Vasi Merşal davet eyledi. Anı seyre gidecek olduk. Vasinin sarayına bitişik bir yere vardık. Ol saray mahsus Opare için yapılmış. Rütbesine göre herkesin mahsus oturacak yerleri var.
Bizi kralın oturduğu yere götürdüler. Kırmızı kadife ile döşenmiş idi. Vasi Merşal dahi gelmiş, yerinde otururdu. Her taraf erkek ve kadın ile baştan başa dolmuş idi. Ve yüzden fazla çeşitli saz hazır idi.
Akşama bir saat var idi. Her tarafı kapalı olmakla birkaç yüz balmumu ve bîllur avizelerle hesapsız mumlar yanmış idi. Ol mahal ziyade tekellüflü yapılmış olup cümle trabzanları ve direkleri ve dört yanı ve tavanı halkârî olup ve gelen kadınlar ipekli kumaşlara ve cevahirlere gark olmuş bulunup mumların alevinden öyle bir şaşırtıcı parlaklık meydana gelmiş ki, tâbir olunmaz.
Önümüzde, sazendelerin olduğu mahalde, işlemeli bir büyük perde asmışlardı. Tamam yerleşildikten sonra birden bire ol perde kaldırılup ardından bir büyük saray zuhur eyledi. Sarayın avlusunda oyuncular kendilerine mahsus elbiseleriyle ve yirmi kadar peri yüzlü kız pırıl pırıl taşlı elbise ve fistanlariyle meclise tekrar parıltılar salup sazlar dahi hep birden nameye giriştiler. Bir müddet raks olunup sonra opâreye başladılar.
Bunun aslı bir hikâyeyi canlı göstermek. Her hikâyeyi bir kitap edüp basmışlar. Hepsi otuz kitap olmuş. Her birinin adı var. Her mecliste bir başka hikâyeyi henüz oluyormuş gibi gösterdiler.
Bizim olduğumuz mecliste bir padişah var imiş. Bir başka padişahın kızına âşık olup istemiş. Amma kızı dahi bir başka padişahın oğluna âşık imiş. Aralarında geçen halleri ayni ile gösterdiler. Meselâ padişah kızın bahçesine varacak oldu. Önümüzdeki saray bir anda kaybolup yerinde bir bahçe zuhur etti ki limon ve turunç ağaçlariyle dolu idi.
Ve bir vakit oldu ki, dua için kiliseye varacak oldu. Ol bahçe yerinde gerçekten bir büyük kilise peyda oldu. Aralarını soğutmak ve ayırmak için sihirbaza müracaat iktiza edüp türlü türlü sihirler gösterüp ateş oyunları ettiler. Ve atlu ve piyade asker ile cenkler gösterdiler, gökten bulut ile âdemler inüp ve yerden âdemler uçurdular.
*****
Marli adındaki gönül açan muazzam sarayın temâşâsına vardık. Öyle süslü bir keyif yeri müşahede olunmuştur ki, misli yok.bahçesinin tertip tarzı hepsine tercih olunur. Burada bulunan birbirine sarılmış ağaçları hiçbir yerde görmedik. Mesela ikitarftaolan ağaçların dallarını birbirine öyle asmışlar ki, bir yeşil yüksek kemer peydâ olmuş. Yağmurlu havada yola giden, yağmurluğa muhtaç olmaz.
Ve ağaçlardan kapusuyle ve dehliziyle odalar yapmışlar. Yeşiln yaprak ile örtülmüş ağaçları türlü türlü şekillere komuşlar. Öyle tertip etmişler ki, seyir edende tabiatıyla ferahlık ve neş’e müşahede olunur. Bu güzel bahçeyi seyir ve temâşâ eykedikte “Dünya müminlerin hapishanesi, kafirlerin cennetidir” sözündeki latif nükte aşikâre oldu.