Yine parmağımın biri kopmuş. Bu kaçıncı? Şimdi ara ki bulasın. Yastığın altına mı girdi yoksa yatağın altına mı yuvarlandı? Yatağı itmek de çok zor. Hem sabahın köründe gıcırdamasın şimdi. Alt kattaki yaşlı kadın sabah namazından sonra tekrar uyuyor. Ama parmağım… Üstelik bu defa yüzük parmağım kopmuş hem de yüzüğüyle birlikte. Nişanını nikâhını atmış benden yüzüğüm. Ne diyeceğim kocama? Bari, yüzüğü bulsam parmağı sonra da ararım. Şeytan aldı götürdü satamadan getirdi. Öyle de bir satar ki. Hele şu zamanda yastık altı oldukça kârlı. Yok işte, yok! Neyse kahvaltıdan sonra ararım.
Kocam sabahları kahvaltı yapmaz aslında. Ben bir rutini yerine getiriyorum. Sade kahve ve yanında bisküvi… Yine boşa mı gidecek hazırladıklarım diyorum her seferinde. Sabahları canı çekmiyormuş. Oysa benim canım ne çok çekiyor şöyle ben uyurken hazırlanmış bir kahvaltı masası. Sahi ya insan yaşlandıkça canının çektikleri daha sıradan şeyler oluyor. Ya da canımın çekim gücü mü azalmış ben fark etmeden. Kız uyansın birlikte yersiniz dedi. Bu akşam da geç gelecek. Geç… Bazen dokuza geç deriz biz, bazen gece bire. İşimize geldiği gibi değil, onun işine geldiği gibi. Tamam gereksiz mecazlara başvurmayacağım. Basit, düz, imgesiz bir anlatım yakalayacaktık değil mi? İşi bunu gerektiriyor. Hay işine diyemiyorum. Bunu genelde o söylüyor. İğneyle kuyu kazmak benimkisi, patron yediyüzellimilyarlık cip sürer biz de onun eşşşeğini süreriz hem de osuruğuna katlanarak diyor. Bir besmele çekeydin diyorum. El sallarken dikkatini çekti ‘’Yine parmağın mı koptu senin?’’ Akşam gelirken ekmek alayım mı diye sormuş gibi hıhıladım sorusuna cevaben. Bulursun, bir yerlerden çıkar yine deyip öptü. Ne güzel öpüyor. Annemden sonra beni en güzel o öptü. Şöyle sütlü bir kahve de ben içsem mi? Ama dur şimdi olmaz parmağımı bulmam lazım önce. Yatak odasından başlamalı aramaya. Gece yatarken tamdı parmaklarım. Al işte daha dün silmedim mi ben bu komodinleri yine toz içindeler. Hele şu camların haline bak. Biraz daha tozlansalar perdeye gerek kalmayacak. Kocama bakarsan aşırı temizlenmekten parkeler aşınmış. Ya ben? Ya ellerim? Ya ertelediklerim? Anasır-ı Erbaa’ya beşinci element olarak kadın eli eklenmeli. Ne yaparsa yapsın aşınmıyor, eksilmiyor. Silsem mi bugün de? Neyse dursun yarın yine yağmur yağar. Zaten tabiat ananın analık şefkatiyle benimki taban tabana zıt. Ben yapıyorum o bozuyor. Yok yatağın altında yok. Çekmecelerde yok. Geçen sefer de zor buldum. Kilerden çıkmıştı. Menemen kavanozlarının arasından. Bulup diktirdim kangren olmadan. Doktor aman dikkat et bu en önemli parmak dedi. Sanki diğerleri olmadan da iş görebilirmişim gibi. İş görme raporumu sözlü verdi. Zaten doktorlar yazıda çok iyi değillerdir malum. O parmağım olmasa diğer parmaklarımla sağlıklı ve ergonomik iş göremezmişim. Ellerim sanki sadece iş görmek için varmış gibi konuşan doktorun gözüne parmak sokmak istedim. Hem ergonomik ne demek Allah aşkına. Dil asimilasyonuna bak. Hangi parmağımdı o gün kopan unuttum bile. Baş parmağım olmalı. Çünkü bir elimde kepçe bir elimde kalem tutarken anladım ergonomik vazifesini. Yalnız şikâyetim var kepçeler de hiç ergonomik değil. Kendi kendine çorba karıştıranı icat edilmeli. Nerde bu parmak?
Geçen gün hava güneşli, kızım parkta oynamak istedi. Bizi bırakma ne olur diye eteklerimi çekiştiren ütü masası ve çamaşır sepetine ‘’Siz evde kalıyorsunuz’’ dedim. Kaşlarını çatıp dudak düşürdüler. Çok iyi bilirim bu surattaki mesajı ‘’Sen eve gelince görürsün’’ demektir en alasından. Kızım koşarken düştü. Dizi uf oldu. Hemen sirenlerimi çalarak yarıyorum kalabalığı. Çekilin diyorum ben doktorum. Burası mı diyorum, öpüyorum, sarılıyorum, iyi ediyorum. Parktaki tek anne benim. Yani anne çok elbette. Parka çıkıp evcilik oynayanı yok benden başka. Zaten herkes gereğinden fazla biliyor anneliği. Çok alıştırdın bunu sen, oyun oynamaya, kitap okumaya, resim yapmaya. Sanki zararlı bir maddeye alıştırmışım gibi. Bak diyorlar biz ne rahatız. Çocuk parkta biz evde. Balkondan sarkıp sigarasını tellendirirken diyor bunu annelerden biri. Kızı eteğinden çekiştiriyor anne ne olur boyama yapalım. O sırada serçe parmağımı düşürdüm yeşil kahve fincanının içine. Kızım üzülmesin diye çaktırmadan alıp cebime koydum. Boş fincanı içip ellerinize sağlık dedim küçük komşum kızıma. Bebeklerimize de alıp attaya gittik. O sırada yoldan yaşlı bir teyze geçiyordu. Koştum ellerindeki paketleri taşımak için ver dedim ben hamalım. Üst kat komşumu kocası dövmüş. Anlat dedim olay sırasında neredeydin ben polisim. O sırada kocam arıyor. Musakka istiyor akşama. Elbette diyorum ben aşçıyım. Kızartma kokusu evden nasıl çıkacak soran yok elbette. Zaten bir kere sordum kapıdan dediler. Kızdım. Savunun tüm patlıcanları çizgili soymaya geliyorum. Ben hırsızım. Kendimden soyduğum hayallerle çok leziz musakka yaparım. Patlıcanların çizgili pijamalarını özenle katlarım. Ne yani kırışık mı giysinler, bizimki can da onlarınki patlıcan mı? Bukalemun gibi biriyim işte, binbir surat. Biliyorum bin bir diye ayrı yazmam gerektiğini. İşte tam burada ‘’Çekilin kenara endişeye mahal yok ben edebiyat öğretmeniyim’’ diyorum. Sadece bir halim var anlatamadığım. Hayatın ortasında her şeyden ve herkesten soyununca çıplak kalan yanımın mesleği ne? Açılın şimdi ben şeyim… Neyim?
Öncesini biliyorum. Öğretmendim. Çalışırken parmaklarım kopmuyordu hatırlıyorum. Sadece çok fazla tebeşir tozuna maruz kalmaktan ateşleri çıkar bir de sık sık farenjit olurlardı. Ama kopmazlardı. O zaman bu kadar çok mesleğim yoktu. Belki de bu yüzden oje sürebiliyordum. Tam on tane parmağım vardı. Pıtık çalabiliyordum. Oy farfara farfara. Hacel Obası… Neşet Ertaş’ın parmakları kopmuyordu meselâ tezeneye olan aşkından. Kıvırcık Ali’nin de öyle. Benim annelik aşkım bana pahalıya patladı. Kıvırcık Ali’nin saçlarının olmadığını öğrendiğimde arkadaşlarım gülmüştü bana. Kızım kafanı kitaplardan kaldır biraz her şey kitaplarda yazmıyor demişlerdi. Tezatlar, Hüsn-i Taliller, Tenasüpler ile meşguldüm fazlaca. Porsuk Çayı’na karşı uzanıp ha bire okuyordum. Her romandaki adama âşık oluyor bir öncekini bir sonrakiyle aldatıyordum. Ama Proust hep gözdem olarak kaldı. Bir de Toptaş’ın aşkından vazgeçemedim. Önce kitapların sonra da beynimin canına okuyordum. Okumak obsesif bir hastalıktı bende, sonradan bir de yazmak illetine tutuldum. Öyküler en çok gece geliyordu. Boğazıma yerleşmiş bir gıcık gibi. Tam gözüm dalacak bir karakter gelip sokuluyor koynuma. Ayakları buz gibi, bacaklarımın arasına sokuyor ısıtayım diye. Az öte git diyor bir de utanmadan. Sen bu aralar iyice boşladın beni. Sus diyorum uykum var. Bu sabah da zaten yine uykusuz uyandım. Cümleye bak. Uykusuz uyanınca anlarsınız cümlemi, şimdilik altını çizip bırakın. Yanına da not düşün ‘’Yazar burada aşırı uykusuzluktan saçmalamış’’ Sabah konuşamıyoruz karakterle. Kızım son çizdiği resmi burnuma sokuyor. Günaydın anne bak ambulans çizdim öbür arabalar ona yol veriyor. Kendimi bir ambulansta hayâl ediyorum. Bordo maviye boyanmış sirenlerinde inceden bir kemençe liv liv liv liv ‘’Ben seni sevduğumi da…’’ Akşam maçı izleyip gelirim diyor eşim beklemeyin siz yiyin. Porsuk Çay’ından bir sandal geçiyor. İçinde henüz anne olmamış bir kız, Oblomov okuyor. Bana el mi salladı o? Üstelik tüm parmakları da yerinde. Kıskandım evet. Dilerim ana kahramanı erkek olmayan öyküler yazamazsın dedim içimden. İnşallah oyun parklarındaki turnikelerde kopar serçe parmakların. Hem ben kızıma çok kitap okumakla iyi bir şey yaptım siz bilmezsiniz. Bir de vasiyet ettim ölürsem kitaplarımı kimseye verme diye. Kız gülüyor bana sandaldan. Porsuk Çayı’ndan başka yerde okuyacağım bundan sonra deyip kalkıyorum.
Banyoda da yok. Nerede düşürdüm ki? Allahtan kanamıyor da bulunca diktirmesi kolay oluyor. Gerçi doktor uygun donör bulunursa ve dokular uyarsa hücre nakli yapılırmış. Kopan yerden dal veren ağaç gibi yeniden parmak çıkarmış. Siz bunun da altını çizin bence ‘’Yazar iyice saçmalamaya başladı’’ deyin. Tıp ilerliyor. Bir gün bu da olacak görürsünüz. Doktorun teklifini kabul etmedim elbette. Yabancı birinden aşılanmış parmakla pıtık çalmak istemedim türkülere. Geceden hamur mayalamıştım belki de hamura karıştı. Kızım poğaçaları mideye indirirken ‘’Mmm anneciğim nefis olmuşlar parmaklarımı yiyeceğim’’ diyecek eminim. Aman diyeceğim sana bir şey olmasın benim parmaklarım sana feda olsun. Hamurun içinde de yok zaten. Kızım geveze bir serçe gibi ‘’En küçük kemik kulağımızın içindedir ve pirinç tanesi kadardır, kelebekler ayaklarıyla tat alırlar, baş parmağımız ve burnumuz aynı boydadır’’ Ne çok konuşuyor ve ne çok şey biliyor bu yaşta. Sen bunu oyuna kitaba çok alıştırdın diyenler bu diyaloglara rastladıklarında bu defa da ‘’Biz çocukken böyle miydik, bizim annelerimiz bize kitap mı okuyordu sanki, hatta çok soru sorunca elinin tersiyle ağzımıza okkalı bir tokat atıyorlardı, psikolojimiz de bozulmadı üstelik’’ diyorlar. On iki parmak bağırsağınız düğümlensin inşallah diyorum içimden. Bizim analarımız Anadolu Pedagoglarıydı. Kızıma aferin diyorum ne çok bilgi, bana da anlattığın için teşekkür ederim. Sen parmağımı gördün mü? Dün resim çiziyordun kalemleri toplarken onu da kalemliğe koymuş olabilirisin. İyi fikir. Bir koşuda yan odaya geçiyorum, tüm kalemleri koltuğun üstüne boşaltıyorum. Yok orada da değil. Kızım acıktım diyor. İyice kızarmış tereyağına yumurta kıracakken kabukları içine kaçırıyorum. Neden? Sağ elimin işaret parmağı da kopmuş. Bir de çeyiz alırken dalga geçmişti nişanlım. O zaman nişanlımdı. Aynı yatakta uyanınca değil, aynı acılara ekmek banınca eş olduğumuzu anladık. Hastalıkta ve sağlıkta mevzularına verdiğimiz mehire sadık kaldık. Ne demişti bana? Sen dört çeşit yemek yapmayı biliyor musun ki bu kadar tencere aldın? Parayı verip iki düdüklü aldım Hoca Amca’dan. Zücaciyenin sahibinde göbeğe kadar sakal… Sen onu beşik başında gör evladım demişti. Ömrüne bereket. Beş buçuk yıl üniversite okuduysak karnıyarık da yapamayacak mıyız yani? Bu içler acısı yemek ismini de başka bir öykü konusu yaparım artık. Ama unutmadan deftere not alayım. Defterim zaten veresiye defteri gibi oldu. Yedi sene benim lehime işledi ve baskül eşime acı gerçeği açıkladı. Yazı ile yirmi beş kilo… Nerede bu parmak?
Bugün iki tane birden koptu. İlk başladığında ayda bir kopuyordu. Sonra iki haftada bir kopmaya başladı. Sonra haftada bir… Sonra her gün… Bugünse iki tane birden… Resimlerim de yarım kaldı. En son İbn-i Arabî portresi çalışıyordum. Hayır hiç resim eğitimi almadım. Yemek yapmanın, komşuluğun, anneliğin, eş olmanın, birilerinin ablası olmanın, ailemin kızı olmanın ve hayattaki pek çok şeyin eğitimini almadım ama hepsini çok iyi yaptım. Elimin lezzeti vardı. İnsanların hayatına kattığım çeşniler oldukça yerindeydi. Bu yüzden az ama gurme dostluklar kurdum. Alaylıydım yani pek çok konuda. Alayına yettim. Bir tek kendime yetememeye başladım son zamanlarda. Herkes ‘’Maşallah on parmağında on marifet’’ diyor; ancak böyle kopmaya devam ederlerse ne marifet kalacak ne de iltifat. En çok da okumaya ve yazmaya vakit bulamadığım için kopuyorlar sanırım.
Ne zaman bir öykünün kapısını çalsam bu aralar, x-ray’lere yakalanıyorum. Üstümü arıyorlar, kelimelerime bakıyorlar. Sonra ellerime, sonra sarılı parmak uçlarıma… Parmaksız girilmiyormuş çünkü öykülere. Ben satıcı değilim kullanıcıyım diyorum ama dinlemiyorlar. Okumak için de parmak lazım, sen şimdi sayfayı geçmek için hangi parmağını yalayacaksın ki, diyorlar. Bulurum diyorum altı sene mühlet veriyorlar. Türk Filmlerindeki kötü adamlar gibi gülüyorlar. Puahahahaha! Küçük dilleri sallanıyor kötü adamların. Siz görürsünüz diyorum sizi çok kötü yazacağım öykümde. Altı sene de çok değil mi ya hu? Anca bulursun diyorlar. Yemek, çamaşır, bulaşık, çocuk, sil, süpür, ödev, oyun, ütü… Eder mi sana dokuz, kalan birine ne koyacaksın? Bir koltukta karpuz bahçesi yeşermez canikom diyor sarışın bir kadın. Hemcinsimsin anlarsın diyorum. Anlamam diyor ben eve temizlikçi alıyorum. Bakıyorum ki bütün parmakları yerli yerinde. Ama hiç marifetleri yok. Bana seçim yap diyorlar okumak mı yazmak mı? Ama fidye verirsem ikisini de alabilirmişim. Fidye olarak uykularımı istiyorlar. Madem gençler anlaşmış verdim gitti.
Zaten son üç yıldır uyuyamıyorum. Parmak aramaktan akşam oldu. Uykum da yok zaten. En iyisi şu yarım kalan öykülerden birini tamamlamak. Hani herkesin ‘’Maşallah sana hem azimli hem de marifetlisin ‘’ dedikleri kadının öyküsü… Eksik parmakla da nasıl yazacaksam artık. Ama bir dakika bilgisayarın başında bir kadın… Üstelik öykümü yazıyor. Üstelik ellerindeki parmaklar benim. Sen gecikince ben devam ettim diyor. Kimsin diyorum. Boynunu sağa devirip gözlerini sevecenlikle kapatıyor ve söylüyor : Benim adım PARMAK KADIN!
Ayşe YAZICI YAVUZ
TRABZON