Esat ARSLAN
Sevgili okurlar, iki hafta önceki yazımızda, TBMM için milletvekili aday belirleme işlemlerinin biraz değil, fazlasıyla karakucak, hatta biraz da hükm-i karakuşi[1] yapıldığı konusundaki görüşlerimizi sizlerle paylaşmıştık. Sonra bekledik. Aday listeleri Yüksek Seçim Kurulu’na teslim edildikten sonra partilerde yaşanan artçı sarsıntıları hep birlikte izledik. Peki, şimdi sorarım size, dediğimiz gibi olmadı mı? Evet, evet, aynen öyle oldu. Aday listeleri Yüksek Seçim kuruluna teslim edildikten sonra, yerlerinden çekilme dilekçeleri ve partilerinden istifalar birbiri peşi sıra geldi. Listelerde adını göremeyenler, yerinden memnun olmayanlar, kendi delegeleriyle birlikte istifa ettikleri bile görüldü. Görüldü ki, seçmene hizmete talip olmaktan çok, lidere sadakatini kanıtlamış adaylar yerlerini buldular. Kendilerine göre kadre uğramışların, kendi seçmenleriyle bu durumu paylaştıklarını görebileniz var mı? Doğrusu, ben göremedim. Hele, hele eş durumundan adaylığını İzmir’de isteyip de listede yer bulamayan parti kurucu üyelerine bile rastlanmadı, değil. Onlar kurucu üyeliklerine halel gelmemesi için, şimdilik sadece küstüklerini belirtmekle yetindiler. Bu arada unutmadan geçmeyelim, bir evvelki icraatları nedeniyle liderin gözünden düşenler, listelerden de açık ara ırak düştüklerini görüp epeyi hayıflandılar. Bu arada lider tarafından kendi kriterlerine göre muhalif görüntüsü çizenler, listelerden bir bir ayıklandığı gibi, liderin yerine soyunan lider adaylarının ekipleri de külliyen liste dışına itilmiş oldu. Bütün bunlardan sonra, söylemem o ki, dört başı mamur bir “Siyasi Partiler Yasası” olmadan Batılının seslendirdiği biçimde “delegasyon tipi” demokrasiden bir adım daha ileri gitmenin imkân ve ihtimali olmadığı bir kez daha teyit edildi.
İsterseniz, tarihe not düşmek bakımından, şunu da atlamadan geçmeyelim, siyasi partilerin ‘aday adaylığı’ tarifesinin de ne kadar farklı olduğunu da hep beraber izledik. Atatürk sayesinde İş Bankasından alınan mali destek dışında, oldukça yüklü hazine yardımı alan CHP’nin aday adaylık müracaatı için kadın, genç ve engellilerden “5 bin lira”, diğer aday adaylarından ise “10 bin lira” alması bilmem sizce yadırgandı mı? Yok, canım, fazlaca yadırganmadı diyorsanız, “âlâ”. Hem de “âli ül âlâ”. Ama ben kendi adıma, sosyal demokrat ve dayanışma jargonunu kullanan CHP’nin, bu rakamla partiler arasında en yüksek aday adaylığı ücreti talep eden parti olmasını doğrusu yadırgadığımı ifade etmeliyim. Ha unutuyordum, başvuru aidatı dışında müracaat sırasında bin lira dosya ücreti talep edilmesini de unutmadan geçmeyelim. Tabii bu arada Vatan Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi’nde (BTP) ve Hür Dava Partisi (HÜDA PAR)’nin milletvekili aday adaylığı için başvuranlardan herhangi bir ücret talep etmediğini, ayrıca başta AKP olmak üzere, MHP, HDP engelli aday adaylarından; BBP’nin ise engellilere ilaveten şehit yakınlarından başvuru ücreti istenmediğini not edelim. İYİ Partinin ise sadece gazi aday adaylarından başvuru ücreti talep etmediğini de söyleyelim. Bağımsız aday adaylarına gelince onu da bir kenara yazalım. Bağımsız milletvekili adayı olmak isteyenlerden de, 13 bin 916 liranın emanete yatırılması istenilmişti. Bunun bir mantalitesi var mıydı? Olmaz olur mu, vardı elbet. En yüksek derecedeki devlet memuruna malî haklar kapsamında yapılan her türlü ödemelerin bir aylık brüt tutarı kadar bir para belirlenmişti.
Bir de şu tespiti de büyük harflerle ifade etmeliyim. Yukarıdaki ölçütlere göre oyunu kuralına göre oynayanlar kuşkusuz keyifliydiler. Basın mensuplarının karşılarında gülücükler gönderdiler, liderlerine ve partilerine güzellemeler yaptılar. Çok partili siyasi yaşama geçildiğinden bu yana benzer değil, neredeyse aynı tür yanıtların dört duvarla çevrili mahfilinde volta atarak, doğruyu yakaladıklarını ne kadar büyük bir keyifle itiraf ettiler. Yapacak bir şey yok, sistem bu. Aslında sevgili okurlar “kast-ı mahsusa”m şu, listede yeri seçilebilecek yerde olanlar, bir anlamda yerleri sağlam olanlar, ayakları milletvekili adayı olarak değil, “milletvekili” olarak yere basanlar” birçok incileri de birbiri peşi sıra patlatmasını bildiler. Neler denilmedi ki? “Böyle bir listede olmak şeref. Parti’de görev talep edilmez, Parti’de görev tebliğ edilir.” “Güçlü lider, güçlü Meclis. Yani Parti Liderini seviyorsa bir seçmen, Parti’yi de seviyor demektir. Parti eşittir: Lider demektir.”[2]
Oysa gerçek demokrasilerde bu tür söylemler den söz edilemez. Liderden çok, hemen her kademede seçim, halkın tercihi esastır. Sadakatten öte, liyakat esastır. Oysa Türk tipi demokrasilerde geçerli olan aday belirleme işlemi, liderin iki dudağının arasında olduğu için, sadakat liyakate tercih edilmektedir. Temayül yoklamalarına bile itibar edilmez. Gerçek demokrasilerde esas olan “partide göreve talip olunur, partiden görev talep edilir” dir. Zaten liderin değil, halkın temsilcisi sizi onaylarsa, uygun bulursa ayaklar yere daha bir güçlü basar. Birincisinde partide sadakati, liderin gözüne girmeyi ön plana çıkarırken, ikincisinde liyakat önem taşır. Yine gerçek demokrasilerde parti eşittir, lider değildir. Çünkü partilerde yaşayan fikirlerdir, düşüncelerdir, ilkelerdir. Parti aynı fikir etrafındaki, aynı dava peşinde koşan insanları bir araya getirir.
Günümüze kadar sürdürülen biçimde yapılan bu aday belirleme usulü de tekrardan oligarşik bir yöntemin dışa yansıması şeklinde tecelli etmiştir. Uzun lafın kısası, aday listelerinin belirlenmesinde bütün bu yapılanlar “liderin ve yakın çevresinin aday belirleme üzerindeki merkezi kontrolü, parti içi oligarşik eğilimlerin hem nedeni, hem de sonucu ” dur. Kuşkusuz, bunun nedeninin Siyasi Partiler Kanunu 37. maddesi 28 Mart 1986 tarihli 3270 numaralı yasa ile aday seçme usulünü parti tüzüğüne bırakmasından kaynaklanmaktadır.[3] Yasa ile getirilen usul aşağıdaki şekilde belirlenmiştir:
“Siyasî partiler, milletvekilliği genel veya ara seçimlerinde, adaylık için müracaat eden ve adaylığı uygun bulunanlar arasından, adayların tespitini; serbest, eşit, gizli oy açık tasnif esasları çerçevesinde, tüzüklerinde belirleyecekleri usul ve esaslardan herhangi biri veya birkaçı ile yapabilirler.”
Ortaya konulan sistem kâğıt üzerinde çok güzel oturuyor da, efendim uygulama şu şekilde yapılmaktadır. Eğer partiler parti adaylarını, bütün kayıtlı parti üyelerinin ya da o seçim bölgesinde, bunların seçilmiş delegelerinin katılabileceği seçim yoluyla belirlemeyi seçerlerse -ki bu durum son derece nadirdir- bu seçimler yargısal denetim altında yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ancak bu yöntem, yakın dönemdeki seçimlerde ender bir biçimde kullanılmıştır. İsterseniz bir saptama daha yapalım, Türkiye’deki doğruya doğru, ister inanın, ister inanmayın, yerel siyaset, Ankara’daki siyasetten daha alengirli[4]dir daha bir alafortanfonidir. [5] Yani hem başından itibaren arkasının önünün ne olacağı önceden kestirilemez, hem de bir o kadar alayişli, gösterişli, cafcaflı ama bayağı da karışık dolaylı ve dolanlı işlevleri içerir. Gelin açıklayalım. Efendim, partiye girişten itibaren, parti içinde öyle bir kıdem sistemi vardır ki, partiye bir gün bile önce üye olmak, adaylık dâhil partide etkin görev almak bakımından çok şey ifade etmektedir. Eğer siz partiye asansöre binerek, lider eliyle getirilmiş iseniz partide tabanınız olmadığından biat geleneği işler. Eğer, siz Genel Başkan’ın işaret etmiş olduğu bir aday adayı değilseniz, askerlikteki gibi, bu kıdem sistemi ve alanda daha doğrusu sokakta ve meydanlarda yapmış olduğunuz aktivist çalışmalarla partide bir yer edinmeye çalışırsınız. Zordur, büyük bir dayanışmayı gerekli kılar. Bu şekilde yükselmek neredeyse olanaksızdır.
Efendim, görüyoruz, yaşıyoruz, kamuoyunun önünde yapılanlar fanteziden öteye gidemez, gitmediğini de gördük maalesef. Şimdi isterseniz, aday belirleme fantezisinin başlangıç dönemini anımsayalım. Aday adaylarının Parti Genel Merkezinde adaylık müracaatı ile başlayan adaylık süreci, önce kendilerini ve projelerini anlattıkları bir ön görüşme ile başlamıştı. Aday adayları belirlenen komisyon karşısında neler anlatmadılar ki? Bayağı hazırlanmış olanları da yok değildi, hani. Aday adaylığı kabul edilenler, aday oldukları şehre adeta kanat takıp uçtular. Parti teşkilatının oy kullanacağı bir yarışa temayül yoklamasına hazırlandılar. O günün gereken gazını da Genel Merkez tarafından yani “–mış gibi demokrasimizde şöylece dilendirildiğine tanık olduk:
“Seçimlere bizim istediğimiz değil, kamuoyunun istediği adaylarla gireceğiz. Bunlar partinin sırtına binen değil, partinin yükünü alan, oylarını artıran adaylar olmalı.”
Bu, öyle bir ana fikir ki, dışarıdan bakan, başka yere gitmenize gerek yok, burada ful demokrasi var diyebilir. Tabii bu sadece fantezide kaldı, yaşanan bu değildi. Oysa parti adaylarının aday olarak belirlendikten sonra partilerin normların, değerlerini ve sorunlar karşısındaki konumlarını onlara benimsetecek onları bir anlamda sosyalleştirecek belirli bir yöntemin enjekte edilmesidir. Kitle partisi olabilmenin önde gelen ayırıcı özelliklerinden biri de budur, zaten.
Sonuç
Bir kez daha görülmüştür ki, Türkiye’deki bütün siyasi partiler adaylarını parti liderleri tarafından güçlü bir biçimde kontrol edilen merkez yürütme kurulları yoluyla belirleme eğiliminde olmuşlardır. Bu nedenle, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, bu aday belirleme işlemi de Türk Demokrasisinin hastalıklarından birisi olarak merkezileşmiş ve oligarşik bir yapıda cereyan etmiştir. Türk seçmeni kendine hizmet edecek olana değil, Parti Genel Başkanının memurlarını bir kez daha seçme zorunda bırakılmış olduğu tarihe not düşülecek tarzda belleklere kazınmıştır.
24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçim sistematiği ve dinamiği içerisinde Türkiye’deki siyasi partiler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, kadro partisi modelinden, doğrudan ittifak modeline, kartel partisi modeline geçmeleri bu yöntemde etkin bir rol oynamıştır. Oysa unutulmamalıdır ki, Türkiye’de iktidar olabilmenin gizemli anahtarı, örgütsel açıdan “sosyal entegrasyon partisi” olabilmek ya da herkesi kucaklayabilen “kitle partisi” olabilmeyi başarabilmektir, sevgili okurlar.
KAYNAKLAR
[1] Sultan Selahattin Eyyubi’nin veziri “Bahaeddin Karakuş”’u yıpratmak için rakibi Esad Bin Memmati tarafından yazılmış, uyduruk Karakuş adındaki bir kadıya izafe edilerek, “kitabel faşuş fi ahkami karakuş” isimli uydurma mahkeme kararlarına dayanmaktadır. Hiç beklenilmeyen, hiç olmayacak, hiç düşünülmeyen bir kararın yansımasını ifade eder.
[2] Yeniçağ Gazetesi, “25 Haziran’dan sonra erken seçim olur mu?”, 23.05.2018
[3] 28.3.1986 gün ve 3270 sayılı “22.4.1983 Tarih ve 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu, 26/4/1961 Tarih ve 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile 10/6/1983 Tarih ve 2839 Sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanunlara Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun, Md. 37
[4] Gösterişli, cafcaflı, karışık dolaylı ve dolanlı işlevler için kullanılan bir ifadedir.
[5] Ülkemizde askerlik yapan erkeklerin çok büyük bir çoğunluğunun, ilk kez bu şekilde söylendiğine bizzat şahit olduğunu iddia ettiği aygıttır. Arkasının önünün ne olacağı önceden kestirilemeyen flu işler için kullanılan bir deyiştir. Aslı, otomatik tüfeklerde namlunun önüne takılan, yer tespit edilmesine engel olmak için üretilmiş bir aparat olup, adı da “alev örten huni”dir.