Şimdilerde heykel ve haç fetişizmine gark edilen ecdat yadigârı, Bulgaristan üzerinden gittiğim ‘Makedonya’dan uzunca bir süre kaldıktan sonra Yunanistan üzerinden memlekete döndüm. Bir kere peşinen şunu söylemekle yetineyim, Balkan ülkelerinde insan kalmamış, sevgili okurlar. Hemen bütün gençler, geriatrik bakıma muhtaç yaşlanmış Avrupa’nın hizmet sektörünü üzerine aldıklarından ülkeleri mesela Bulgaristan boş, Makedonya, Yunanistan da bomboş. Tüm dünyanın sorunu olan yüksek enflasyonla mücadele Balkanlarda da birincil sorun olduğunu sadece söylemekle yetinelim. Geçen yıllarda petrol ürünlerini sübvanse eden Türkiye ile Avrupa’nın petrol ürünleri fiyatları nerdeyse birebir eşitlenmiş durumda olduğunu da söyleyelim. Bu nedenle, Türkiye’den ucuz petrol almak için koştura koştura gelen “komşi araçlar”ının Türkiye’deki petrol istasyonlarındaki yoğunluğu yok şimdilerde, ama çarşı pazarlarda otobüsle gelenlerin yoğunluğu ilk bakışta göze çarpıyor. Türkiye gibi tüm insanlar geçim derdinde. Herkes ‘patatesin, soğanın fiyatı kaça’dan dem vuruyor. Başkaca hiçbir şey onları entrese etmiyor.
Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Antiterör Operasyonunu açıklamadan önce Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yalınkılıç uygulanmaya çalışılan “Çevreleme (Containment) Politikası” olayları anlamada önemli yer tutmaktadır. Bu politika önce Osmanlı Devleti’nin, sonra da Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yapay ulus devletler tarafından çevrelenmesi olarak ortaya konulmuştur. Yani bilinenin aksine Batı tarafından sıkça eyleme sokulan “Çevreleme Politikası” Rusya ve Çin’e karşı değil, öncelikle Türkiye’ye karşı kullanılmıştır, hem de 1878 Berlin Antlaşmasından sonra. Kıbrıs adasının 1878 yılında kiralanmasının gerekçesi budur. Birinci Dünya Savaşı sonrası Çarlık Rusya’sı Silâhlı Kuvvetleri olan Beyaz Ordu Kızılordu’ya kaptırılmadan Kırım’dan mütareke döneminde İstanbul’a ve Çanakkale Boğazına tahliye edilmiş ve yerleştirilmiş, ancak Kızılordu’ya karşı tekrar kullandırılamamıştır. İkinci Dünya Savaşında ise soğuk savaş başlangıcına kadar Kızılordu ile müttefiklik ilişkisine girilmiştir. Çıkarların önemi bu durumu dikte ettirmektedir.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki, son derece bilinçli bir yapılanma ile Batıya ve modernizasyona yüzünü dönen Türkiye Cumhuriyeti hem doğudan hem batıdan iki yapay ulus-devleti tarafından çevrilmiştir. Oysa ete kemiğe büründürülen, “Çevreleme Politikası” (Containment Policy) ABD’nin Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından başlayarak izlediği, şekillendirdiği ve SSCB’nin II. Dünya Savaşı sonrasında artan etkisini sınırlamayı hedefleyen doktrine, öğretiye verilen isimdir. Düşünsel temelleri ABD’li diplomat George S. Kennan tarafından 1946’da Moskova’dan Washington’a gönderilen ‘Uzun Telgraf’ ile atılan doktrin, yayılmacı eğilimleri durdurulduğunda komünist yönetimlerin çökmelerinin kaçınılmaz olacağı fikri üzerine bina edilmiştir. Kennan’a göre, Rus yayılmacı eğilimlerinin önü “uzun erimli, sabırlı, ancak kararlı ve uyanık bir çevrelenme” yoluyla alınabilirdi. Politikasının ilk somut örneği 12 Mart 1947’de açıklanan Truman Doktrini olmuş, Soğuk Savaş boyunca ABD’nin küresel politikalarına biçim vermeyi sürdürmüştür. Oysa bu ‘Çevreleme Politikası’ önce Osmanlı Devleti’nde denenmiş, onun devamında Türkiye Cumhuriyeti’nde sürdürülmüştür. Güneyde “Dört Parçada Kürdistan” ve Fransızların Suriye-Filistin coğrafyasında yapmaya çalıştıkları İsrail’le birlikte altı yapay ulus devletinin ikisi Lazkiye-Hatay’da “Alevi Devleti” (Devle Aleviyyun) ve Halep Devleti(Devle Halebiyye)Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ile kesintisiz çevrelenmeye çalışılmıştır. Fransızların diğer üç yapay ulus devleti ise, Şam Devleti, Dürzi Devleti ve Maronit Devletidir. Unutmayalım İsrail Devletinin felsefî temeli olan “Semitizm” Napolyon Bonapart tarafından biçimlendirilmiş ve Âkkâ Kuşatmasında eyleme geçirilmiştir.
Evet sevgili okurlar, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, ‘Çevreleme Politikası’ bir sosyal mühendislik projesi olarak Osmanlı Devletinden, ardılı Türkiye Cumhuriyeti’ne bu durum doğrudan tevarüs etmiştir. Hristiyan yapay ulus devletlerin birincisi batıda Yunanistan ikincisi de doğuda Ermenistan’dır. Bir üçüncüsü de hiç kimsenin kuşkusu olmasın, ‘Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK)’dir. Hepsi de Türkiye’ye karşı güdülenerek kullandırılmışlardır. Yapay ulus devleti demek, ulus inşa edilmeden yayılmacı batının çıkarlarına hizmet edecek tarzda bizzat batı tarafından güdülenen devlet inşa etmek demektir. Oysa ulus devletler uluslararası sistemin kurucu unsuru ve oyuncusu konumundadır. İmparatorluklar çağının sona ermesi ile beraber art arda gelen devrimler Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi beraberinde yeni bir devlet örgütlenmesini getirmiştir. Böylece toplumsal ve siyasal hayatın oluşumu ve gelişimi ulus devletler üzerinden şekillenmiş ve bu oluşma durumunun felsefi arka planını milliyetçi ideoloji doldurmuştur. Milliyetçi söylem ile şekillenen bu yeni devlet biçimi beraberinde bir ulus olma durumunu ve bu ulusa uygun insanın inşasını da getirmiştir. (1) Ulus inşa etmeden ulus-devlet inşa edemezsiniz. Ya nasıl olmuştur, Yunanistan ve Ermenistan’ın inşası? Gerek Yunanistan gerek Ermenistan başka başka yerlerde yaşayan halkın zorla göçürülmesiyle “millet” inşa edilmeden devletin inşa süresine geçilmiştir. Öteki, bir başka deyişle karşı koymanın ve bütünleşmenin harcı yani düşman olarak da Türk milleti gösterilmiştir. Türk Çevrelenmesinin esbab-ı mucibesi, gerekçeli nedenleri açıkça budur. Genel çerçeve budur.
Ülkeye girdikten sonra ilk tespitim n’oldu, biliyor musunuz? Vizontelenin yani ekranın “medya tower”lara tünemiş ünlü “Zihni Sinirleri” tarafından Ermenistan Başbakanı gazeteci Nikol Paşinyan’ın günah keçisi haline getirilmesi parodisi ile gerçekten sarsıldım. Bu parodiyi önce izlemeye koyuldum. Kamuoyu yanlış yönlendiriliyordu. Türkiye’ye girdiğimi haber alan akil dostlar bir bir kanallarına davet ettiler, hasret giderdik, olması gerekenleri anlatmaya çalıştık. Sağduyu ile bakıldığında 1975 doğumlu Nikol Paşinyan, gazeteci kimliği ile dördüncü kuvveti çok iyi kullanan, bir bakıma Güney Kafkasya’nın en küçük yüzölçümlü Ermenistan’ın kansız ve şiddetsiz ‘Kadife Devrimi’ne adını yazdırmıştır. Kamuflaj kıyafeti, şapkası, sırt çantası ve elinde megafonla kalabalığın önünden ayrılmadan, ‘yolsuzluğa bulaşmış iktidarın görevden gitmesi’ için çağrıda bulunarak, geç de olsa iktidara gelebilmiş, ancak muktedir bir iktidar olamamıştır. Ermenistan’da Sovyetlerden kalma mafya sistemini gün ve gün biraz daha bitiren adam konumunu perçinlemekle uğraşmış ve didinip, durmuştur. Erivan’daki dört vesayet odağını Mahşerin Dört Atlısı gibi demokrasinin üzerindeki “Demoklesin Kılıçları”nı özümsemiş, iyi biliyordu. Bunlardan birincisi Eçmiyazin Kilisesi, ikincisi yurtdışındaki tuzu kuru (Diaspora) Ermeniler, üçüncüsü Sovyetlerden kalma mafya sistemi ve dördüncüsü de başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelerdeki her türlü musibetin arkasında olan Dağlık Karabağ (Nogorni Karabagh)fanatik Ermenileriydi. Karabağ’ın ait olduğu Azerbaycan topraklarına katılması gerçeğini bir türlü kabullenemiyorlar, içlerine sindirip hazmedemeyen 1915 olaylarının da müsebbibi olan Dağlık Karabağ’ın kızgın Ermenileri bu toprakları geri almanın hayaliyle yanıp tutuşuyorlardı. De facto “Artsakh” olarak isimlendirdikleri sözde ‘Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ Zengezur Koridoruna karşı Rus Barış gücünün insafına terk edilen Laçin Koridorunu ellerinde tutuyorlardı. Akil Adam Paşinyan, Azerbaycan’la savaşa girmediği gibi, Karabağ’a müdahil olmamış, Azerbaycan toprak bütünlüğünü tanıdığını tekrar teyit etmiş ve döneminde “Artsakh” denilen entitenin de tasfiye olmasına katkıda bulunmuştur. Bu durum Türkiye’nin Türkistan’la kucaklaşmasının ilk adımı Zengezur Koridoru kadar önemlidir. Dağlık Karabağ’ın her tarafına mutlaka girilmeli ve bu çıbanbaşı musibet yuvası temizlenmelidir. Paşinyan Erdoğan’ın “Göreve Başlama Töreni”ne, 21 devlet başkanı ve 13 başbakanın yanı sıra çok sayıda bakan ile aralarında NATO, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın da olduğu uluslararası kuruluşların temsilcileri ile bu anti-terör operasyonunun koordinasyonunu da yapmıştır. Ermenistan Başbakanı Paşinyan bu toplantıyı “Artsakh” denilen yapay uydu devletçiğin tasfiye edilmesi operasyonunun eşgüdümüne harcamış olabileceği değerlendirilmektedir. Paşinyan’ın tam da aradığı ortamdır, bu tür ortamlar. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Katar Emiri Al Sani, Somali, Cezayir ve Balkan ülkelerinin devlet başkanları törene katılan liderler arasında olmuştur. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, Erdoğan’ın “Göreve Başlama Töreni”nde Paşinyan Aliyev’in arkasına oturtulduğu gibi adı bile anons edilmemiştir. Bu durumda söylemek gerekir ki protokol şık olmayan bir itibarsızlık hareketini Paşinyan’a yaşatmıştır.
Paşinyan’a göre “Kimsesizlerin Kimsesi” Ermenistan Cumhuriyeti güçlendirilmeliydi. Halk ona inanıyordu, onun demokrasi savaşımında onu yalnız bırakmamıştır. O kadar ki, 44 günlük savaştan sonra bile Paşinyan’ın “Sivil Sözleşme Partisi” oyların yüzde 53,92’sini alarak kazanmasını bilmiştir. Paşinyan olaylara realist gözlükle bakmasını bilmiştir. Şu gerçeği de özümsemiştir. Ermenistan ekonomisi Azerbaycan’ın yaklaşık 8 katı küçüktür, üstelik ekonomi öyle çok sağlam temellere de oturmamaktadır. Ermenistan’da katma değerli üretim çok parlak olmadığı gibi, siyasi ortam da karışıktır. Her şeyden önemlisi de Rusya Ermenistan’ı gözden çıkarmıştır, bütün emareler Rusya’nın Ermenistan’ı artık gözden çıkardığı yönünde olduğunu söylemekle yetinelim. O kadar ki Rusya ile karşılıklı olarak birbirlerini ihanetle suçlamaya kadar vardırılmıştır. Paşinyan’ ın ünlü Politico gazetesine verdiği evlere şenlik bir durumu da yansıtmaktadır:(1)
“Rusya’nın Ukrayna’daki yetenek ve performansına bakıldığında bundan böyle Ermenistan’ın güvenliğinin garantörü olarak Rusya’ya güvenmesi mümkün değildir! Ermenistan olarak yeni stratejimiz başkalarına olan bağımlılığımızı alabildiğine azaltmak olmalıdır. Bağımsız ve egemen bir ülkeye sahip olmak istiyoruz.”
Zehir zemberek bu açıklama sonrası Paşinyan, ABD ile ülkesinde ortak bir tatbikat yapmış ve ABD ve kimi Batılı ülkeleri bölgeye davet etmiştir. Hatta Uluslararası Ceza Mahkemesi Satatüsüne üye de olacağını açıklayarak Putin’i tutuklamakla bile tehdit etmiştir. Eşi Anna Hapokyan’ın Ukrayna ziyareti sonrası Ukrayna’ya yardım malzemesi gönderilmesi ise Putin’i fena halde kızdırmıştır (1) Sadece bu kadar mı? Moskova’da, Kremlin ve Üst Meclis “Rusya Federasyonu Konseyi Devlet Duma”sında da karşılık bulmuştur. Rus Siyasetçi ve Politika Uzmanı Sergey Markov Moskova’daki yansımalarını ve itirafları aşağıdaki biçimde ortaya koymuştur: (2)
“Ermenistan, Rusya düşmanlığına devam ederse, önce “Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü” (KGAÖ)’den atılacak. Daha sonrasında Zengezur bölgesini kaybedecek. Zaten Zengezur, tarihi olarak Azerbaycan toprağıdır. Bu bölge Azerbaycan’dan alınıp Ermenistan’a devredilmişti. Tekrar Azerbaycan’a dönebilir.”
Duma’da bu görüşün daha da ilerisi seslendirilmekteydi. Örneğin Rusya Devlet Duması Milletvekili Yevgeny Federov: (3)
“Ermenistan artık bağımsız bir devlet olarak kalmayacak. Ermenistan’ın kontrolünü yeniden sağlayacağız ve Rusya’nın bir parçası olacak.”
Dikkat edilecek olursa, her iki siyasetçi de Güney Kafkasya’daki Ermenistan’a karşı uygulanabilecek yol haritasını bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Evet sevgili okurlar, Ukrayna’yı Balkanlaştırdıktan sonra, Güney Kafkasları Ermenistan eliyle Ukraynalaştırmak isteyen Biden’ın hamlesine karşı 1500 yıllık Türk Yurdu kendi sinerjisini ortaya koymuş, Dağlık Karabağ’daki batı destekli soykırımcı Ermeni teröristlere Azerbaycan eliyle unutamayacakları bir ders verilmiştir.
İşte bu nedenle, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Antiterör Operasyonunun gerekçelerini ve Karabağ olgusunun gerçeklerini çağrıldığım televizyon kanallarından açıklamaya koyuldum. Bilindiği üzere sorgusuz sualsiz, “Karabağ 1500 yıllık Türk Yurdudur.” Anlamı Türkçe “Kuzeydeki Bağ-bahçelik” anlamındadır. Çünkü Türkler bütün dünya uluslarına yönlerin renkliliğini öğretmişlerdir. Karadeniz’in karası kuzey; Kızıldeniz’in kızılı güney; Sarıkamış’ın sarısı doğu; Akdeniz’in akı batı; Yeşilırmak’ın yeşili merkez anlamında kullanıla gelmiştir. Karabağ’a 6. yüzyıldan itibaren Hazarlar, Selçuklular, İldenizliler, İlhanlılar, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular, Safeviler, Avşarlar, Kacarlar ve Azerbaycan Türkleri hâkim olmuştur. Ruslar, 19. yüzyılda Ermenileri bölgeye yerleştirene kadar Karabağ’da Ermeni yok denecek kadar az bölge tamamen Türk yurdudur. Ermeni Sovyet politikacı Anastas Mikoyan, Lenin’e sunduğu 20 Mayıs 1920 tarihli raporda Ermenilerin Karabağ’la herhangi bir bağının bulunmadığı ve buranın Bakü’den koparılmaması gerektiğini ifade etmiştir. 24 Temmuz 1923 tarihinde Dağlık “Karabağ Özerk Bölgesi” ilan edilmiştir. Azerbaycan’ın idaresi altında oluşturulan bölge Cevanşir, Şuşa, Cebrail, Zengezur ve Kubatlı’nın bir kısmını kapsamıştır.
Sovyet Rusya’yı arkasına alan Ermenilerin Karabağ’a yönelik faaliyetleri 1970’li yılların sonuna doğru giderek artmıştır. Azerbaycan ise Karabağ’ın Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası olduğunu ilan etmiştir. 1987’nin son aylarında Karabağ’da yaşayan Azerbaycan Türkleri, Ermeniler tarafından göçe zorlanmaya başlamıştır. Ermenistan 21 Şubat 1988’de Karabağ’ın Ermenistan’a ait olduğunu ilân etmiş ve 24 Şubat’tan itibaren de bu bölgedeki Türkleri baskı altına aldılar. Aynı yılın Haziran ayında Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan Yüksek Sovyet’inden istediyse de teklif reddedilmiştir. Ayrıca bu öneri Moskova tarafından da kabul görmemiştir. Bunun üzerine bölgede yaşayan Ermeniler, 1989’da Karabağ ile yapılan ulaşımı engelleyip yollara mayınlar döşeyerek kontrolü ellerine geçirmeye başlamıştır. 1990’da Azerbaycan Halk Cephesi Milli Savunma Komitesini kurarken, Yüksek Sovyet Prezidyumu Karabağ’ın Azerbaycan’ın olduğunu tekrar teyit etmiştir. Ancak Sovyetler ‘in dağılmasının ardından 1992 yılında Ruslardan destek alan Ermeniler Şuşa, Hocalı ve diğer yerleri katliamlar yaparak bölgeleri Azerbaycan Türklerinden arındırmışlar ve ele geçirmişlerdir. Karabağ ve civarında yaşayan Azerbaycan Türklerinin büyük kısmı mülteci durumuna düştüğü gibi binlerce Türk de Ermeniler tarafından vahşice öldürülmüşlerdir. 27 Eylül-10 Kasım 2020 tarihleri arasında Azerbaycanlı kardeşlerimiz Türkiye’nin de destek verdiği “44 Günlük Vatan Muharebeleri”nde büyük kahramanlıklar göstererek Karabağ’ın önemli bir kısmını ve Ermenilerin işgal ettiği diğer Azerbaycan topraklarını kurtarmıştır. (5) Malum Ermeni silahlı çeteler, son birkaç ayda Azerbaycan ordusunun mevzilerine sistematik şekilde ateş açmaya ve arazilere mayın döşemeye devam etmiş, gerginliği arttırarak adeta Azerbaycan’ın müdahale etmesine zemin hazırlamıştır. Azerbaycan’dan gelen, sözde rejimin feshedilmesi taleplerine karşın “de facto “Artsakh” olarak isimlendirdikleri sözde ‘Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nde 9 Eylül 2023 tarihinde adeta meydan okurcasına “cumhurbaşkanlığı seçimi” yapılması tansiyonu daha da yükseltmiştir.
Tarihte yazan gerçekler bunlar olmasına karşın, diğer tarafta ülkemizde olayı hiç anlamamış, bölgeyi bilmeyen ‘Zihni Sinir’lerin mebzul miktarlarda bulunduğunu söylemeliyim. İnsan havsalasının alamayacağı olaylar zincirini anlattıkları gibi, bir de herkesin inanmasını beklediklerini sadece ifade etmekle yetinelim. İleri sürdükleri savlar, iddialar şahit olmuşsunuzdur. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Antiterör Operasyonunu bir Azerbaycan-Ermenistan Savaşına sokmuş olanları mı? Ararsın? Azerbaycan-Türkiye Bütünleşikliğini Ermenistan-İran karşısına koyanları mı? Hatta III. Dünya Savaşı içerisine koyanları mı? Ne istersin var, hem de bol, çok miktarda. Ama en çok da Paşinyan’a saldıranlar ve saydıranlar ön plandalar. Zihni Sinir’ler ön plana çıktıklarını zannedip üfürdükçe üfürüyorlar, Paşinyan’a da saydırdıkça saydırıyorlardı. Bir an, medya towerların en üst katından bakılınca Dağlık Karabağ görünüyor zehabına bile kapıldım. Ortaya konulan büyük yanlışlıkları uyarı görevini yapsanız bile pek de kıymet-i harbiyesi olmuyor. Peki bu durum ne zamana kadar sürmüştür? Ortalık toz duman olunca Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan son noktayı koymuştur, çok da iyi yapmıştır. Zihni sinirlerin kalibresi ortaya çıkmıştır. Erdoğan 78’inci Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 13’üncü konuşmasından sonra Türkevi’nde gazetecilerin dikkatini çekerek aşağıdaki şekilde ortaya koymak zorunda kalmıştır: (6)
“Bu son olay (Karabağ operayonu) (Ermenistan Başbakanı) Paşinyan’la, Ermenistan Devletiyle de âlâkalı değildir. Bu bir yerde Karabağ’daki çapulcu Ermeni takımıyla alakalı bir konudur. Uyarılar yapıldı ama bütün bu uyarılara rağmen bunlar kendilerine çekidüzen vermediler, Azerbaycan da adımını attı. Milli Savunma Bakanımız Yaşar Güler görüşmelerini yaptı ve bugün ben de İlham (Aliyev) gardaşımla görüşmelerimi yaptım. ‘İşi şu anda bitirdik. Bir sıkıntı yok’ dedi ve noktayı koyduk.”
Evet sevgili okurlar 19 Eylül 2023 tarihinde başlayıp 25 saatte biten Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Antiterör Operasyonunda Azerbaycan ordusu başarılı olmuş, Dağlık Karabağ’daki Ermeni terör unsurlarını temizlemiş, 26 Şubat 1992 tarihinde 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere 613 Türk’ün soykırıma tabi tutulduğu 31,5 yıl sonra Hocalı’ya girerek yıllardır Minsk grubunun görmezden geldiği tarihî bir ayıbı da temizlemiştir. (7)
Azerbaycan Savunma Bakanlığı, Azerbaycan ordusunun antiterör operasyonunda ele geçirdiği aşağıdaki askeri mühimmatın görüntülerini de yayınlamıştır. (8)
“4 tank, 1 piyade zırhlı aracı, 3 Zastava monteli zırhlı araç, 2 top, 12 obüs, 12 havan topu, 468 mayın, 956 havan topu yükleme aracı, 441 havan topu mermisi, 22 bomba atar, 46 bomba atar mermisi, 313 ateşli silah, 66 bin 242 mermi, 50 füze, 300 patlatıcı, 62 el bombası, 3 Fagot tanksavar, 28 uçaksavar, 1 mühimmat ikmal aracı, 1 TOR M2 uçaksavar.”
Şu gerçeğin de altını çizelim. Antiterör operasyonunun başarılı olmasında Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın az da dolsa olaylı katkısı olmuştur. Yapılan harekât gerilla ve yeraltı örgütlerine karşı düzenlenmiş (plan / eylem)’ı içeren bir Kontrgerilla (counter-insurgency) Harekatı’dır. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Anti-terör Harekâtı Azerbaycan topraklarında “anayasal düzeni tesis” amacıyla bir “terörle mücadele operasyonu”dur. Hedef Ermenilerin Artsakh dedikleri Dağlık Karabağ’daki Ermeni çetelerini silahsızlandırmak, ‘de facto’ yönetime son vermek ve bölgede Azerbaycan’ın egemenliğini tesis etmektir. Çünkü Dağlık Karabagh bölgesindeki sözde rejim, son günlerde artan bir biçimde bulundukları bölgede, Azerbaycan ordusunun mevzilerine yakınlaşmak, kendi mevzilerini pekiştirmek için siper kazma ve farklı istihkam faaliyetleri ve sabotaj girişimleri gibi bir dizi provokasyonlarda bulunmuştur. Üzülerek ifade etmek gerekir ki AB(D) tarafından hem Azerbaycan’ın hem de Türkiye’nin etrafı bu tür yasadışı yapılarla çevrelenmeye çalışılmaktadır. Ortaya konulan siyasî hedef aynen Suriye PeKaKası’nın tasfiye edilmesi gibi Dağlık Karabağ illegal örgütünün silahsızlandırılması ve buradaki Ermeni yasadışı yönetiminin kendini feshetmesidir. Bu konuda önemli bir adım atılmıştır.
Türkiye Azerbaycan eklemlenmesiyle Türkistan’ın kucaklaşmasının önünde bölgede engel olarak sadece İran’ın kaldığını rahatlıkla söylenebilir. İran’ın jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik ilişkiler bakımından kendisini bir merkez şeklinde konumlandırmak istemesinin kodları, tarihsel olarak Pers İmparatorluğu fikrinin İranlı karar alıcıların zihinsel kodlarına yansımasıyla da yakından ilişkilidir. Bu anlamda Tahran, Şii jeopolitiği üzerinden Şii Dünyası’nın merkez üssü haline gelmeye çalışırken, Türkiye’yi by-pass ederek Kuşak-Yol projesinde de etkin bir rol almaya çalışmaktadır. Birinci Karabağ Savaşının “N’oldu Paşinyan” unutulmaz vecizesi gibi şimdi söylenilmesi gereken ise “N’oldu Tahran” olmalıdır, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) M. Aybike Sinan, “Rusya Ermenistan’ı gözden çıkardı mı?”, Türkiye Gazetesi, 15 Eylül 2023, s.2
(2) Twitter, EHAMEDYA, ehamedya, Erişim Tarihi 24.09.2023/
(3) Twitter, EMİRBEYZADE ALPEREN, @EMİRBEYZADEALPE1, Erişim Tarihi 24.09.2023/
(4) “Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte devlet ve ulus inşası, ani ve plansız ekonomik dönüşümler, etnik krizler ve kontrolsüz göçler gibi çeşitli iç sorunlarla karşı karşıya kalan altı Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi, bu sorunlar üzerine uluslararası alandaki belirsizlikler ve tehditler de eklenince güvenlik üzerine bir antlaşma yapmaya karar verdiler. Bunun üzerine, 15 Mayıs 1992 tarihinde Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan ve Özbekistan liderleri Taşkent’te bir araya gelerek 1994’te yürürlüğe girecek olan Kolektif Güvenlik Antlaşması’nı imzaladılar. 1993 yılında Azerbaycan ve Gürcistan, 1994’te ise Belarus beş yılda bir rızaya dayalı uzatılabilecek olan bu anlaşmaya taraf olmuşlardır.”
(5) Erhan Afyoncu, “Karabağ 1500 Yıllık Türk Yurdudur”, Tarihin Pusulası, Sabah Gazetesi,24 Eylül 2023, s.6
(6) Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetecilerin sorularını cevapladı: Çıktığımız her kürsüde hakkı savunduk, Yeni Şafak Gazetesi, 22/09/2023; https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogan-gazetecilerin-sorularini-cevapladi-ciktigimiz-her-kursude-hakki-savunduk-4562061, Erişim Tarihi 24.09.2023/
(7) İsmail Zelvi, “Putin’in İntikamı”, Milat Gazetesi 25 Eylül 2023, s.6
(8) TRTHABER, Azerbaycan ordusunun Karabağ’da ele geçirdiği askeri mühimmatın görüntüleri, 23.09.2023; https://www.trthaber.com/haber/dunya/azerbaycan-ordusunun-karabagda-ele-gecirdigi-askeri-muhimmatin-goruntuleri-797868.html /Erişim Tarihi 24.09.2023/