Eski gazeteci ve editör 8 Mayıs 2018 tarihinden bu yana Azerbaycan Savaşından sonra bile Ermenistan Başbakanlık görevini icra eden Nikol Vovayi Paşinyan bir başına kalsa, doğru yolu bulacak gibime geliyor, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Açıkça söylüyorum, onun bu yaklaşımı Ermenistan’ı bir başına kalmışlıktan, daralmışlıktan ve sıkılmışlıktan da kurtaracak, haberiniz olsun. Türkiye ve Azerbaycan ile barışı akıl etmek ve barışı kalıcı hale getirmek onun kalıcılığının da teminatıdır. Keşke anlamaya başlamış olsa. Bunları söylerken, şimdilerde yanaşmış olduğu, elini verdiği, her ülkeyi, girdiği her coğrafyayı karıştırmakla ünlü Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un o sömürgeci elinden onu kimler kurtaracak? Bunun altında yatan ise örtük tam bir psikanalist vakadır. Neden? Çünkü Moskova önlerine kadar giden Fransız Silahlı Kuvvetleri İkinci Dünya Savaşı’ndaki bozgunun etkisinden ve ezikliğinden bir türlü kurtulamamıştır. Bir yanda ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yöneten ‘Küçük Napolyon’ Macron, öte yanda İkinci Dünya Savaşından sonra bir türlü rüştünü ispatlayamayan ‘Fransız Silahlı Kuvvetleri’. İşte bu nedenle Fransa’nın Paris merkezli dış politikası, stratejisi ve araçları ahenksiz olduğundan sahada karşılık bulamadığı için bu yüzden kıta Avrupa’sında AB’de bir türlü destek görememektedir. Brüksel ve Berlin merkezli politikalar hep galip gelmektedir. Ama asıl kötüsü ise Fransa’nın Afrika’da Cezayir, Tunus, Fas, Senegal, Gabon ve Nijerya’daki kanlı sömürgeci sicilidir. (1)
Tıpkı Yunanistan politikacıları gibi hareket eden ama BM güvenlik konseyinin beş daimî üyesinden biri olan Fransa sadece RF’ye karşı Güney Kafkasya’da boy göstermiyor, aynı zamanda Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la tam bir dayanışma içinde olduğunu hemen her vesileyle gösterdiğini hemen herkes biliyor. Zayıflıkları devamlı olarak kaşıyan bir anlamda yaptığı iş “Diplomatik Enfeksiyoner”lik. Günümüzün popüler mesleği “Influencer” (Etkileyici) gibi. “Diplomatik Enfeksiyoner”lik de böyle bir şey. Fransa girmiş olduğu hemen her coğrafyada sorun olmasa bile problem yaratıyor, buna öncülük ediyor. Çıkarılan sorunun çözülmemesi için çözüm sürecini alabildiğine uzatıyor ve sürdürüyor. Ve de bundan alabildiğine yararlanıyor, tabii ki ekonomik veçhede. Bu konuda söylenmiş güzel bir Azerbaycan ata sözü vardır, tam da bunu betimleyen “Kaşınmayan yerden kan çıkarmak” diye. Fransa’nın yaptığı tam da budur.
Anımsayacaksınız, Macron, Türkiye yönetimini Doğu Akdeniz bölgesindeki faaliyetlerine son vermeye çağırırken, “Tamamen Kıbrıs’la dayanışma içindeyiz ve egemenliğine destek veriyoruz. Türkiye, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesindeki yasadışı faaliyetine son vermeli. Avrupa Birliği bu konuda zayıflık sergileme niyetinde değil” ifadelerini kullanmaktan kendini alamamıştı. Anımsadınız değil mi? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Aralık ayında Atina’ya gerçekleştirdiği tarihî ziyaretin bir iadesi olarak Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in 13 Mayıs 2024 tarihinde Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelecek olması bütün bunları ister istemez hatırlatıyor. O sıkıntılı günlerde şunu da not etmeden geçmeyelim. Gelişmeleri adım adım takip eden Türkiye Cumhuriyeti büyük bir kararlılık ve basiret göstererek “Fransa, İtalya, İspanya, Malta, Portekiz, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) katılımıyla 14 Haziran 2019’da Malta’da düzenlenen “MED 7” VI. Zirvesi sonunda kabul edilen ortak bildiride yer alan Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselesine ilişkin, taraflı, gerçeklerden kopuk ve uluslararası hukuka aykırı ifadelerini” reddetmiştir. (2) Müthiş bir karşı koyma refleksidir.
Evet sevgili okurlar, Paşinyan’ın 24 Nisan 2024 tarihinde Sözde Ermeni Soykırım gününde yaptığı yazılı açıklamadaki sözleri birlikte yaşamanın parametreleri olarak son derece önemli olmuştur. Paşinyan, gazeteci kimliğinin de dışına çıkarak, bir bilge, hatta bir aksakal olarak vermiş olduğu nasihatleri geleceği şekillendirecek kadar köşeli görülmüştür. Önceki söylemlerinden kuşkusuz farklı idi onun sözleri. Ne demişti: Ermenilere hitaben, “kayıp vatan peşinde koşmayın” diyordu. Sadece bu kadar mı? Bunun yanında, “mevcut Ermenistan sınırlarının dışını, vatan belirleme huyunuzdan vazgeçin artık!” öğütlemesini de yapıyordu. (2) Barışın teminatı için tam da istenilen bu değil mi? Ama, unutmayalım, Paşinyan, “Büyük Felaket” (Metz Yegern) dese de “soykırım yalanı”na sahip çıkmaktan vazgeçebilmiş değildir. Koskoca ABD Başkanı Biden vazgeçti mi ki? Hem de Gazze Şeridinde kesintisiz devam eden İsrail’le birlikte dehşet ve vahşet ortaklığının hunharlıklarına el verdiği bir sırada 24 Nisan 2024 tarihinde yine “Ermeni Soykırımı” demedi mi? Tabii ki, emperyalist yalanların gerçek olduğunu varsayanlara söylenecek fazla bir şey yok.
Kiryakos Miçotakis’in 13 Mayıs 2024 tarihindeki iade-yi ziyaretiyle şu konuları anımsamakta yarar var sanırım. Birincisi Osmanlı Devleti’nin paylaşılması demek olan Doğu sorununun çıkış noktası 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından bu yana Osmanlı Devleti hep çevrelenmeye, hem de eski yurttaşlarından oluşturulan yapay ulus devletleri marifetiyle hep çevrelenmeye çalışılmış, bu konuda da azami gayret gösterilmiştir. Örneğin, Yunanistan böyle bir devlettir, Sevr’de bu yana bizlere dayatılan Ermenistan da böyledir, bugün ABD tarafından kurdurulmaya çalışılan Kürdistan da böyledir. Paşinyan’ın önemli bir tespiti de “Suriye ve Irak’taki mevcudundan misliyle fazla miktarda PKK’lının AB ülkelerinde ikamet ettikleri”ne açıklaması olmuştur. Hedef, Türkiye’nin güçlü merkezî devlet konumu ile önderlik edeceği “Merkezî Devletler Topluluğu” (Central Commonwealth Countries) engellenmesi ve dışarıyla bağlantısının kesilmesidir.
24 Nisan 1830 Yunanistan’ın bağımsızlık günüdür, 85 yıl sonra aynı 24 Nisan 1915 sözde Ermeni Soykırım günü olarak da kabul edilmiştir. Yunanistan’ın kuruluşunda Fener Rum Patrikhanesiyle, Fenerli Rumlar hep etkin rol oynamışlardır. Onların Megali İdeası geçmişin “Pax Bizantium”udur. Amaçları hiçbir zaman sadece XIX. Yüzyılın başlarında Akropolün eteklerinde taş yığınlarından başka bir şey olmayan ‘Eski Yunanistan’ı diriltmek olmamıştır. Onların hedef ve gayesi, başkenti İstanbul olan Rus güdümünde bir “Ortodoks Doğu İmparatorluğu”dur. Bugün Ayasofya’nın ve Kariye Camiinin ibadete açılmasında Yunanistan’da bir kaşık suda koparttığı fırtınanın sebeb-i hikmeti, isyancı Fenerli Rum geleneğinin etkisinin bugüne kadar devam etmesidir. Onların bütün dertleri İstanbul’dur ve de İstanbul’un fethini bir türlü içlerine sindirememeleridir. Unutmayalım, 6 Mart 1821 tarihinde Rus Çarı I. Aleksandr’ın“cesur çocuk” dediği Fenerli Rum “Aleksandros İpsilantis” isyan bayrağını, Mora’da değil, bugünkü, Romanya ve Moldova’da sınırları içerisinde bulunan ‘Buğdan’da açmıştır. Mesele de gayet basittir. 1805 yılında Osmanlı Devleti tarafından görevden alınan babası Buğdan Voyvodası ‘Konstantin İpsilantis’in intikamının alınmasıdır.
Yayılmacılık, Mora’da, Selanik’te, Kosova’da, Balkanlarda, Bulgaristan’da, Gürcistan’da, Dağıstan’da, Erivan’da Osmanlı topraklarında kendilerini desteklemeye gönüllü binlerce Rum ve Ermeni teröriste silah ve cephane yağdırmaktan geri durmamıştır. Geçmişte de böyledir, şimdide. Aynen, günümüzde, emperyalist ABD’nin PKK’ya yolladığı on binlerce TIR silah, araç, gereç ve mühimmat gibi. Başta Güneş Batmayan Ülke Büyük Britanya, ABD, Fransa ve Rusya olmak üzere devşirdikleri teröristleri kısaca emperyalizmin kara ordusuna dönüştürmüşler, onlara eylem serbestliği vererek kanlı mezbahalar Osmanlı uyruklarını telef etmişlerdir. Bu nedenle aslen bir Yahudi olan Bilkent Üniversitesinde birlikte çalıştığımız, toprağı bol olsun, ABD’li Prof. Dr. Stanford Shaw bu durum için “Osmanlı Holokostu” (Ottoman Holocost) deyimini kullanırdı. Oysa Holokost deyimi sadece “Yahudi Soykırımı” simgelediğini bildiği halde, bu şekilde betimlerdi.
13 Mayıs 2024 tarihinde Ankara’ya bir iade-yi ziyaret yapacak olan Kiryakos Miçotakis öncelikle ABD’deki Yunan lobisine güvenerek, tipik bir İsrail rolü oynamaktadır. Bir diğer yapay ulus devlet olan Ermenistan’ın Başbakanı Paşinyan da öncelikle Fransa’da ve ABD’deki Ermeni lobisine fazlasıyla bel bağlamış durumdadır. Aslına bakarsanız her ikisinin tutum ve davranışları bakımından aynı yolun yolcusudurlar. Biri gürültülü diğer ise kendisine verilen rolü örtük bir biçimde yerine getirmektedir. Ama, ne yaparsa yapsınlar, kuruluşlarından Birinci Dünya Savaşına kadar ve sonrasında Birleşik Krallık’ın kendisine sahip çıktığı gibi daha sonra da Pax Amarikano evresinde ABD’nin kendilerine sahip çıkacağı bilinciyle hareket etmektedirler. Bu nedenle Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis de komplocu tavrıyla birçok diplomatik atağı Türk insanın belleklerinde yer etmiştir. Miçotakis ve Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm temelinde izleyecekleri taktiği ve Türkiye’ye olan düşmanlığı ve kolpocu hareketleri birlikte belirlemişlerdir. Miçotakis’in, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile derin görüşme ve işbirliği içerisinde olduklarını bilmem söylememe gerek var mı?
Bir Osmanlı Devleti memuru olan Başbakan Venizelos’un 1928’de Yunanistan’da iktidara geldikten sonra, Megali İdea’yı gerçekleştirebilmek için Türkiye’ye karşı takip ettiği yayılmacı dış politikadan geçici bir süre vazgeçmiş gibi görünerek, güya Türk-Yunan dostluğunu kurabilmek için dostvarî girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimlerin birincisi örtülü hileli Yunan millî hava sahası komplosudur. Peşinen söylemekte yarar var. Bu davranış biçimi tipik kaypak Yunan ulusal karakterinin bir parçasıdır. Miçotakis ve Dandias’ın da Türkiye’ye yönelik girişimlerinin ince bir tezgâhtan farklı olmadığı ve de olmayacağı aşikardır, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) Esat Arslan, “Sahada ‘Güdük Fransa”, Kırmızılar, 19 Temmuz 2020; https://www.kirmizilar.com/sahada-guduk-fransa/ Erişim Tarihi 12.05.2024/
(2) Esat Arslan, “Yunanistan Acaba Nereden Koşuyor?”, Kırmızılar, 18 Kasım 2019; https://www.kirmizilar.com/yunanistan-acaba-nereden-kosuyor/ Erişim Tarihi 12.05.2024/
(3) Halil Özsaraç, “Emperyalizmin elindeki Doğu Akdeniz’in anlamı: Hiç Bitmeyen Terör”, Aydınlık Gazetesi, 04 Mayıs 2024 s.10