Esat ARSLAN
Kâğıt üzerinde baktığınızda kimse mangalda kül bırakmıyor. Evet efendim, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partinin bir milletvekili, “Hükümetin bilmesi gerekiyor; bu haksız bir savaştır ve Kürtlere karşı yapılan bir savaştır”.Bu nasıl söylenir anlamak mümkün değildir. Sorarım size, Trump’ın, peşmergenin, Barzani’nin Irak yenilgisinden sonra kurmaya çalıştığı terör koridorunu yarma harekatımızı ve bir türlü başaramadıkları ‘Türk-Kürt Kavgası’şeklinde takdim etme girişimini, masumane(?) bir biçimde böyle mi değerlendirmek gerekir? Şimdi sormak lazım değil mi? Kendinizi eğer “solcu” olarak tanımlıyorsanız, bir kere öncelikle millî olmak durumundasınız. Bu bir… İkincisi ise, anti emperyalist olmak zorundasınız. Niçin? Yayılmacı güçlere karşı durabilmek için.
Şimdi ufkunuzu biraz daha zorlayalım. Evet sevgili okurlar, ABD’nin 7.000 mil uzaktan göndermiş olduğu on binlerce TIR dolusu silah, araç, gereç ve mühimmatla donatılan Ortadoğu’nun “Verimli Hilali”nde İsrail’in güdümünde uydu bir devletçik kurmaya çalışan sözde “Direnişci” zırhı giydirilen piyonlara “solcu, özgürlük savaşçısı”diyen, ancak bir türlü millî ve anti emperyalist olamayan ülkemizin aslan solcularına sizin de söyleyecek bir sözünüz vardır elbet. Böyle aslan bacanak gibi, aslan solcu olunabilir mi? Barış Pınarı harekatının gerçek amacı, terör koridorunu parçalayarak bölgeye barış, huzur ve sükûn getirebilmek olarak belirlenmişti, ta en başından beri. Sayın Cumhurbaşkanı, başlangıçtan bugüne kadar bunu her vesile ile “Münbic’ten Irak sınırına kadar olan bölgeyi güvenli hale getireceğiz. Sığınmacıların dönmelerini temin edeceğiz.”Şeklinde dile getirmiş ve getirmeye devam etmektedir. Neredeyse 16 aydan bu yana ABD bizleri oyalamış, üstelik Münbic için 90 günlük bir devir teslim süresi de biçilmişken, yine yapacağını yapmış, bölgeyi RF’na bir oldu-bitti ile teslim etmiştir. Türkiye’nin bir kez daha ABD’ye olan inancı sarsılmış, kopacak raddeye gelmiş, ABD askerleri çekilirken yerlerini Türk Silahlı Kuvvetlerine bırakmamışlardır. Boşalan üslere Rusya kara unsurları ve rejim ordusu yerleşmiştir. ABD daha önce boşalttığı üslerde Rus kara unsurlarının resimler çektirmesi sonrası, ‘Ayn el Arap’ ve ‘Ayn İsa’ arasındaki Fransız “Lafarge Fabrikası”nın da bulunduğu Harap Şıh’taki üssünü patlayıcılarla ve F-18’lerle vurarak büyük ölçüde tahrip etmiş, kullanılamaz hale getirerek bölgeyi terk etmiştir. Bu durum ilkel, acemi, bilgisizce klasik ABD yaklaşımı, tipik “bana yar olmadı, kimseye yar olmasın”yaklaşımıdır. Somali’de BM Barış Gücü Komutanlığını üstlenen TSK unsurlarına da bırakın istihbarat bilgi teatisini, bölge haritalarını bile bırakmayarak benzer durumu yaşatmıştır.
Beklemediği bir zamanda Münbic bölgesini kucağında bulan, RF hiç vakit kaybetmeden bunu fırsata çevirmiş, Rejim güçlerini de alelacele bölgeye getirmiştir. Ha bir de Suriye PKK’sını rejim ordusu ile masaya oturtmuş, bunda da hiçbir beis görmemiştir. Aldığımız duyumlara göre, bir de üstüne üstlük Rejim ordusu ile Suriye PKK’sının sınırları birlikte kontrol etmesini öngören bir mutabakatın imzalanması da sağlanmıştır.
Ha, bu arada şunu da unutmamak gerekir. ABD, Münbic’i bize vermemeye karar verdiğinden RF ve Fırat’ın doğusunda TSK’nin Barış Pınarı harekâtı devam ederken, diğer bir deyişle Rejim Ordusu bölgeye gelene kadar beklemiştir. Bundan daha kötüsü ne olabilir diye düşündüğünüzde n’olur? Söyleyelim. ABD’nin buradan hiç kimseyle anlaşmadan çekilmesi ve TSK ile RF/Rejim unsurları ile Suriye Millî Ordusu ile İran yanlısı Şii milisleri karşı bırakması olabilirdi. Bu en kötü senaryo olabilirdi. Bütün bunlara verilecek yanıtımız da şu. Gerek ABD gerek RF, Türkiye Cumhuriyeti’nin tesis edeceği Barış koridorunu Türkiye güdümünde Müslüman Kardeşler uydu devletçiği olarak algılamaya çalışmaları, ellerindeki bütün imkanlarla bu algıyla batı kamuoyunu kandırmalarıdır. Onlara göre “Suriye Milli Ordusu”eski El Kaideciler, bilumum cihatçılar, Selefiler, İhvancılardan oluşmaktadır. Kuşkusuz gerçek bu değildir. ABD ile NATO kapsamında eğit-donat programıyla oluşturulan Özgür Suriye Ordusu Sivil İşler ve Askeri Hükümet (Civilian Affairs &Military Government)kavramsal çerçeve bağlamında ‘Suriye Milli Ordusu’ adıyla düzenli bir ordu haline getirilmiştir. Bu kavramsal çerçeve kapsamında Suriye’den ülkemize gelen Suriye vatandaşları tarafından “Geçici Hükümet Başkanlığı” bile oluşturulmuştur.
Barış Pınarı Harekâtı kapsamında kaybedenler, bellidir. Birincisi PeKaKa’nın Irak’tan sonra Suriye’deki “kantonal bölge” iddiası geri gelmeyecek bir biçimde akamete uğratılmıştır. Federasyon iddiası da her geçen gün yok olmaya doğru yaklaşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu harekattaki amacı bellidir. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını bozmadan Suriye PeKaKa’sını bitirmektir. Bu tecelli etmek üzeredir. Barış Pınarı Harekâtı ile Suriye PeKaKa’sı, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısını bozmaktan vazgeçmiş, Şam’a yaklaşmıştır. DAİŞ, PeKaKa ve FETÖ birer stüdyo projesi olduğuna göre bölgede oyun kurucunun İsrail, adı konulmayan hedefin ise İran olduğu görülmektedir. Daha anlaşılır olsun diye söyleyeyim, bu arada ABD, Vekalet Savaşı (Proxy War)’nın asıl figürü eylemcisi haline gelmiştir. Ne kadar tuhaf değil mi?
ABD, ilginçtir, Astana sürecinin bitirilmesine oynamıştır. ABD, İsrail ile birlikte İran’ın Suriye coğrafyası üzerinde bitirilmesine oynamışlar, öyle görülüyor ki başarı da kazanmışlardır. Manipülasyonların bir diğer adı, “İran’ın savaşma azminin kırılarak, Suriye’de bitirilmesi operasyonu”dur. 70’ün üzerindeki hava akınıyla Suriye’deki İran güçleri üzerine bomba yağdıran İsrail, oyunu iyi oynayarak İran’ın bölgeden çekilme zamanının geldiğini tayin etmiş, bununla da kalmayarak İran’ın başarı kazandığı Irak’ta daha etkin rol oynayabileceğini dikte ettirmiştir.
Harekatın bir kazananı, kim ne derse desin, Türkiye’dir. Türkiye’nin alana uyguladığı etki odaklı harekât konseptinin ne kadar etkili olduğu, hızlı ve başarılı netice alındığı bir kez daha görülmüştür. Türkiye alanda ayakları yere basan konumuyla bundan sonra Türkiyesiz hiçbir aktörün oyun karmasına izin verilemeyeceğini ayan beyan ortaya koymuştur. Türkiye kesintisiz güvenlik kuşağı için yola çıkmış, büyük ölçüde amacına yaklaşmıştır. Diğer bir deyişle terör koridoru kırılmış, ileri görüşlülüğü zayıf olan ABD’nin basiretsizliği ile bölgeye RF tarafından alelacele getirilen Rejim Ordusu ile bu güvenlik koridorunda bir çatlak meydana gelmiştir. An itibarıyla büyük resme bakıldığında gerek Münbic, gerekse Ayn el Arap bölgesinde Rejim Ordusu ile Suriye Milli Ordusu arasında bir çatışma riski ihtimalinin her şeyden fazla olabileceği düşünülmektedir. Özellikle Ayn el Arap bölgesi DAİŞ’e karşı direniş’in bir simgesi olarak görülmektedir.
Bütün bunlardan sonra demem odur ki, Putin ile Sayın Cumhurbaşkanı arasındaki Soçi görüşmesi bölge geleceğinin şekillendirilmesi açısından son derece önemlidir. Ne diyelim, bu durumu biraz da Putin’in vizyonu belirleyecek sevgili okurlar.