İngilizce kursundaki öğretmen, ‘korkak da olsa, bayanlara karşı davranışı iyi de olmasa, Parlamento’da, milletvekiline gallant denir’ diye anlatmıştı.
Biz de, ‘ABD Dışişleri Bakanı Pompideo Efendi’ (lâfın gelişi, nezâket icâbı ‘efendi’ diyoruz; yoksa, tavırları hiç de efendice değil) diye başlayalım, ayağının tozuyla derler ya, öyle, vakit kaybetmeden Patrikhâneyi, sonra da Patrik Efendi’yi ziyâret etti. Patrikhâne’ye girişinde, Osmanlı tebeası olduğu hâlde, hâinliği sâbit olan ve idâm edilen Patrik Gregorius’un anısına kapalı, kilitli tutulan orta kapının kıyısından dolaşarak girmiştir herhâlde. Rumlar, o orta kapıyı, orada -Allah göstermesin- bir Türk devlet adamı asılıncaya kadar kapalı tutmaktadırlar. Oraya ana-babasıyla giden Rum çocuk, o kapıdan değil de niçin yanından dolaşılarak girildiğini sorunca, bu ham hayâl ve kin ona aşılanmaktadır. Pompidoe Efendinin bu Patrikhâne ziyâreti, ‘arkamızda Amerika var’ diye düşünenleri sevindirmiştir.
Bu gayrı müslimin Rüstem Paşa câmiini ziyâreti de manâlıdır: ‘Burada bir kilise vardı, unutmadık; bu câmi onun yerine inşâ edildi. Hindistandaki Bâbür câmii de (muhtemelen) bir Hindu tapınağının yerinde inşâ edilmişti; İngiliz amcalarımız, teyzelerimiz Hindulara ‘muhtemelen’ diyerek nasıl akıl öğretip yüzyıllar sonra onlara câmii yıktırarak yerine tapınak yaptırmışlarsa, bu câmiin yerine de kilise yapma isteğimizi unutmuyoruz’ demek istemektedir.
Pompideo Efendi! Fâtih Câmiinin yerinde de Havâriler Kilisesi vardı, Sultanahmed Meydanında da hipodrom vardı, oraları ziyâret etmeğe herhâlde vaktin olmadı. Ama unuttuğun bir şey var: Bu ülkede, artık uyuşukluktan kurtulmakta olan, Batı’nın içyüzünü gittikçe daha iyi gören Türkler var. Senin, anonim şirkete benzeyen, ‘nation’ dediğin, ama 72 çeşit halkan meydana gelen politik yapın birkaç on yıl daha devâm eder mi, bilinmez ama, Türkler burada Allah’ın izniyle Kıyâmete kadar kalacaklardır inşallah.
Kış kışlığını, gâvur gâvurluğunu yapacak da, biz ne yapıyoruz?
Aslında, bu gâvur tâifesi birbirini sevmez de, bize karşı birlikte hareket ederler. Patrikhâne’nin, bir zamanlar, yüksek fiyatlar vererek sur içinde yerler almağa giriştiği, bilinçli Müslümanların bunu önlediği malûmdur.
Fâtih, Katoliklerle Ortodokslar birleşmesin diye Patrikhâne’ye birtakım imtiyazlar verdi. Fatih’in türbesine, elleri arkasında giden, “artık o’nun devrinin geçtiğini” îmâ ve fiilen ilân eden bir büyükşehir başkanımız var. Aklına gelse de Patrikhâne’yi, Beylikdüzü’ndeki, içinde Makarios’un da bulunduğu dostluk heykeli civarına nakletse iyi olmaz mı? ama onun, İngiltere’de, Clatham House’dakilerin görüşleriyle de örtüşen ‘İstanbul Kanalına mâni olmak’ gibi çok daha mühim bir meşgalesi var. Onun için, yine Ayasofya’yı gerçek hüviyetine döndüren siyâsî irâdeye iş düşüyor: gâvurlar (1856 daki ‘gâvura gâvur demek yasağı, çoktan kalktığı için, ‘gâvur’ sözünü, -hakaaret kasdı olmaksızın- bir sıfatlarını belirtmek için kullanıyoruz) şu koranavayrıs belâsıyla uğraşırken bu nakil işi için uygun zamandır gibime geliyor; seçim sonuçları dolayısıyla çatışmalar, iç karışıklıklar çıkarsa, zemin, daha da uygun olur.
Ha, Patrikhâne’yi Moskova’ya hediye edersek, Rusya ile dostluğumuz daha bir gelişmez mi?
Not:
Bu yazı da düşünmekten korkmayanlar içindir.
Kafası şartlanmışlar için kaval sesidir.
18.11.2020