Machiavelli, Prens’in ahlakı ve kişisel tercihleri ile kamusal çıkarlar arasına tam bir duvar örer. Kişisel olarak iyi tercihleriniz olabilir, hatta iyilik bile yapabilirsiniz. Ancak toplumun gözünde kötü ve değersiz görünen işleri bırakın başkaları yapsın, onlar suçlansın. Gücünüze ortak olabilecek kişileri ve odakları yok edin, ortalığı toz duman bürüdüğünde Prens gerekli gördüğü kişilerin kellelerini alarak zaferini tazeleyecektir. Çünkü halk, intikamı ve güveni, özgürlüğe yeğ tutar (Berlin, s. 178).
*****
Post Modern Zamanlarda Machiavelli Okumak[i]
Prof.Dr. Rukiye AKKAYA KİA[1]
“Devletler, “pater nostra” duası ile idare edilmez”
Machiavelli, History of Florance
Siyasal kötülüklerin örneklerini vererek, bu kötülüklerin bir iktidarı kurmak ve devam ettirebilmek için ne kadar yararlı olduğunu samimiyetle anlatan Machiavelli[ii] idi. Bu kötü yöntemleri açıklamakla, öğütlemekle suçlandı hep. “Devletler “pater nostra” duası ile idare edilmez” diyordu. Çünkü yaşamı boyunca tanık olduğu siyasal olaylar, O’nu “iktidar”ın kayrasının “iyi” ve “erdemli” olanda değil; “güç” ve “akıl” ile bezenmiş stratejilerde olduğunu görmesi için yeterli olmuştu. Bu tanıklıklardan yola çıkarak özel bir düşünce biçimini, daha öncekilerin süslü üslubuna başvurmadan ortaya koydu. Burada da siyasi mekanizmanın işlevini tarih içinde arayan; önce yükselip sonra gözden düşmüş bir bürokrat, bir vatansever, oyun yazarı ve tarih anlatıcısı olan Niccolo Machiavelli’den değil “Machiavellizm” den yani özel bir düşünce tarzından bahsetmekteyiz. Ne ki bu özel düşünce biçimi ile O ne bir ideolog ne de bir siyaset kuramcısı olarak anılır. İnsanları, sözleri ile değil yaptıkları ile değerlendirmek gerektiğini öğütleyen; “siyasetin” asıl uğraşının devleti “iyi” yapma işi olmadığını, devleti “güçlü” yapma uğraşı olduğunu söyleyen tehlikeli kitapların yazarı Machiavelli bir “Machiavelist” değildi. Çünkü başarılı işler yapmak isteyen bir hükümdarın ağzının sıkı olması gerektiğini; hükümdarların gerçek niyetlerini asla açıklamaması gerektiğini öğütlediği halde; kendisi dolaysız biçimde açık sözlü ve dürüst idi. Siyaseti bir “sanat” olarak açıklamakla birlikte, O bu sanatın, gerekli yeteneğe sahip olan kişiler tarafından nasıl icra edileceğine dair dersler veriyordu.
Eskiler; bize, toplumların belli bir evrim sürecini geçirdikten sonra olgunlaşarak devlete ulaşıldığını söylüyordu. Bu erek, tamamen doğa kuralları içinde işleyen hem amaç hem ilk neden idi. Modernler ise devletin neden tahakkümcü olduğunu, tahakkümün sınırlarını ve meşruiyetini sorgulamaktan geri durmadılar. Elbette insan hakları ve siyasi iktidarın yönetilenlere karşı sorumluluğu ilkesi, modern dönemin bir kazancı oldu. Hobbes’çu yaklaşım, modern dönemin devletini, güvenlik ilkesine bağlayarak meşrulaştırdı ise de günümüzde devleti belirleyen temel ilke, işleyen bir hukuk düzeni ve hukuksal güvenlikti. Çünkü belirsizliğin ya da “kaos”un ya da herkesin herkesle savaşının açığa çıkardığı “korku” siyasal dokunun kaynağı haline geldiğinde, sonsuzca emretme iktidarını tekeline alanların yaydığı “korku”yu bertaraf etmenin yani o gücü sınırlandırmanın biricik yolu “hukuki güvenlikti”. Bu yüzden Bauman da “güvensizlik duygusunun” büyücülerin, rahiplerin, siyasal kâhinlerin rollerini şekillendiğini söylemekte bir sakınca görmez. (Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular ile Yorumcular, Çeviren Kemal Atakay, Metis Yayınları, İstanbul, 2003, s. 18). Kaderi denetim altına alan bir büyücü ya da yabani otların istilasına uğramış bir tarlanın verimini arttırmak için bir bahçıvan.. modern siyasi iktidar tam da bu modeldir. Tüm modern siyasal söylemleri biçimlendiren “vahşi, kötü, kısa” yaşama karşılık güvenliğin talep edilmesi eğretilemesi… Rönesasın geçiş çizgisi altında, çözülen cemaatten kopan insanların normalleşmesi için uygulanacak bir formül. “……………………………………………………………. korkunç varsayımsal tabii hal üzerinden üretilen “sözleşme” ve güvenlik adına her şeyi yapabilecek güçle donatılan “despot”… (Bauman, s. 68-69).
Ama biz biraz daha gerilere giderek sağlam bir devlet dokusunun ancak “iyi yasalar” ve “iyi ordular” ile yaşayabileceğini söyleyen Machiavelli’ye de bakmak ihtiyacı duyuyoruz. Çünkü onda yararcı ve zamane gerçeklerine açıklık getiren bir siyasi üslup olsa da bazı görüşleri yaşadığı dönemi çoktan aşmıştır. Zaten kırılmış olan bir yumurtayı yemede acele eden aç bir insanı kim suçlayabilir diye sorar gibidir Machiavelli. Karmaşanın, siyasi istikrarsızlığın getirdiği güvensizlik konusunda, son derece açık sözlüdür: “bir kere toplumsal dönüşüm(ü) işine girdiğiniz zaman, ne pahasına olursa olsun onu devam ettirmelisiniz: Beceriksizce davranmak, geri çekilmek, endişe ve kuşkuya yenilmek- bu ise “seçilmiş” davanıza karşı ihanet etmektir.” (İsiah Berin, Kirpi ile Tilki, Seçme Makaleler, Çevirenler Mete Tunçay-Zeynep Mertoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 175). Hedefe varmak için her tür kişisel endişeden arınmak, sebatlı olmak gerekir. Çünkü geri çekilmek, geri çekilecekmiş gibi görünmek, kafası karışık olmak Prens’i beceriksizliğe götürecektir. Yarı yolda durmak, zayıflık işareti olduğundan, sonuç toplumu her iki dünyanın da en kötüsüne mazhar olmasıdır. O zaman, Prens halkının kendisine duyduğu güveni boşa çıkarmayacak her yolu deneyebilir. Ama insan daha yola çıkarken bu iki dünyadan birini seçmiş olmalıdır. Biri Plâtoncu erdemli ve iyi eğitimli seçkin yöneticinin, erdemli bir toplum yarattığı dünya (Berlin, s.176); diğeri bunun doğru olmadığına inanılan, “güç”ün güdümündeki gerçek siyasal yaşamdır.
Machiavelli, Prens’in ahlakı ve kişisel tercihleri ile kamusal çıkarlar arasına tam bir duvar örer. Kişisel olarak iyi tercihleriniz olabilir, hatta iyilik bile yapabilirsiniz. Ancak toplumun gözünde kötü ve değersiz görünen işleri bırakın başkaları yapsın, onlar suçlansın. Gücünüze ortak olabilecek kişileri ve odakları yok edin, ortalığı toz duman bürüdüğünde Prens gerekli gördüğü kişilerin kellelerini alarak zaferini tazeleyecektir. Çünkü halk, intikamı ve güveni, özgürlüğe yeğ tutar (Berlin, s. 178).
Böylece, cumhuriyeti ve vatan sevgisini öven Maciavelli de tıpkı Hobbes gibi -farklı kaynaklardan hareket etmesine rağmen- “güven” kavramını öne çıkarır. Bu, siyasi iktidarı elinde bulunduran ve siyasal dengeleri yerli yerinde tutma becerisini gösteren yöneticiye duyulan güvendir. “…kişinin ülkesinin korunması bir sorun olduğu zaman, adaletli ya da adaletsiz, merhametli ya da gaddarca, övgüye değer ya da rezilce olup olmamasına bakılmamalıdır. Bunun yerine her türlü vicdanı, tereddüdü bir yana bırakarak, ülkesinin yaşamını ve özgürlüğünü koruyacak herhangi bir planı sonuna kadar takip etmelidir.” (Machiavelli, Titus Livius’un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler, Çeviren Alev Tolga, Say Yayınları, s.501.) Siyasal çekişmelerin yarattığı karmaşaya karşılık, bir kez daha güven veren despotun gücü bu ifadelerle kutsanır. Ama burada bitirmek Floransalı Sekreter’e ilişkin söylenebilecekleri yarıda bırakmak olacaktır. Machiavelli, Prens’in saygın ve kalıcı bir iktidarı gerçekleştirmek için yönetilenlerin rızasını öne çıkarmak, bu rıza alanının genişletilmesini istemektedir. Bir taraftan da insan doğasının getirdiği zafiyetleri daima dikkate almak gerektiğini söyler; “Prens’i sevmeli mi yoksa ondan korkul- malı mıdır?” Korku iktidarı sağlamlaştırmaya daha elverişli bir duygudur, zira halk ile Prens arasındaki “minnet” bağı, korkunun yanında son derece zayıftır. Üstelik “çıkarlar” söz konusu olduğunda sevgi kolayca yok oluverir. (Machiavelli, Hükümdar, Çeviren Selahattin Bağdatlı, Sosyal Yayınlar, Îstanbul,1985,s.80). Yani korku, sevgiden daha etkili bir duygudur. Ancak bu korku, halkının Prens’e kin beslemesine vardıracak kadar yoğun olmamalıdır. O zaman Prens, halkının kendisini sevmesinden memnuniyetini arada bir gösterirken, aynı zamanda sık sık ama dozunda korkutacak icraatlarda bulunmayı ihmal etmemelidir. Memnuniyet getiren işler de ayarınca yapılmalıdır. Prens, halkına iyiliklerini sergilerken, “büyükleri” çileden çıkarmamaya özen göstermelidir. Bununla birlikte; bir Prens kimden, neden, niçin ve ne kadar korktuğunu asla belli etmemelidir. Çünkü düşmanlarınız sizin gözlerinizdeki korkuyu gördüklerinde, zayıf yönlerinizi çabucak anlar ve sizden istediğinden daha fazlasını koparmak için uğraşır. Bu yüzden Prens, elden çıkardıklarını fedakârlık duygusu ile değil, karşı tarafın güç kullanması sonucu adeta kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu halkına göstermelidir. Prens, halkına şahsi düşmanları ile nasıl mücadele ettiğini anlatmaktan da çekinmemelidir. Düşman saflarında bulunanların bazılarına çeşitli ayrıcalıklar ya da ödüller vererek bu safları seyrekleştirmek ve zayıflatmak da pekâlâ mümkündür. (Machi- avelli, Söylevler, s. 268).
Reel politikanın acımasızlığını; siyasal toplumu bir arada tutmanın, iktidarı tek başına sıkıca sahiplenmenin güçlüğünü; insan doğasının zavallı yönlerini bize bir bir anlattığı için, hiç dolambaçlı yollara sapmadan; “.. .amacım okuyucuya yararlı şeyler söylemektir. Hayalden çok gerçeğin ardına düşmek bana daha uygun geliyor. Birçok kişi gerçekte hiç var olmamış Cumhuriyetler ve hükümdarlıklar anlatmışlardır” (Machiavelli, Hükümdar, s.74) dediği için suçlanmayı hak etmiyor Machiavelli. Tersine kendimizle baş başa kaldığımız zamanlarda kayıp kelimelerle inşa etmeye çalıştığımız siyasi konjonktür ve icraatlar bağlamını açıklıyor. Öyle ya “hükümdar”ın bizzat kendini süslü kelimelerle anlatmaya ihtiyacı olmaz, gücünü ve hedefini yaptıkları ile ortaya koyar. Prens’in pek çok ahlaki niteliğe sahip olması şüphesiz ki arzulanır. Ama gerçekte bunların tam tersini-ama nefret uyandırmadan- icra etmesi gerekir. Prens iktidar yolunda bu ahlaki ilkelere uyup uymadığı ikincil bir sorundur.
Çelişkili bir biçimde akıllıca mücadele ile elde edilen ve başarılı olan siyasi iktidar olgusunu açıklarken kadere, şansa inanmıştır Machiavelli. Devletler dua ile yönetilmezler derken; Pres’in, kaderin daima yaver gitmesi dua etmesini önermiyor mu acaba? Buradaki amacın Prens’in inançlarına ya da manevi dünyasına ilişkin olmadığı açıktır. Devletler, dua ile değil yasa ile yönetilirler. Kadere ve şansa fazlaca güvenen Prens, şansı onu terk ettiğinde mahvolur. (Machiavelli, Hükümdar, s.116) Bu yüzden kaderin daima iyi fırsatlar getirmeyeceği hesaba katılmalı ve ölçülü olunmalıdır. Dua’ya gelince.. Prens dua ederek kendi gücünü değil, ancak “dua”nın kurumsallaştığı yapıları güçlendirmiş olur. Tam da bu yüzden devletini sağlam temeller üzerine kurmak ve kalıcı olmak istiyorsa Prens, “iyi yasalar” yapmalıdır.
———————————–
[1] Prof. Dr. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı
[i] Rukiye AKKAYA KİA, Post Modern Zamanlarda Machiavelli Okumak, Sf. 121-126, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2014/1, Doç. Dr. Melike Batur Yamaner’in Anısına Armağan, Cilt-I, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi No: 58,
[ii] Modern dönemi selamlarken devletin “doğal olmadığını” söyleyen ama Orta Çağ’lı damarlarını tam olarak kesemeyen Machiavelli, kafaların en karışık olduğu zamanlarda, siyasi iktidara ilişkin sözlerini hiç esirgemeden yazan, sürgündeki bir eski bürokrat idi. Çok okundu, çok eleştirildi. Ama onu en çok eleştirenler en sıkı Machiavelistler oldular. Örneğin Saint-Barthélémy katliamı korkunç bir olaydır; ama asıl korkunç olan tüm Protestanların kellerinin kesilememesidir diyen Naudé, Machiavelli’den daha Machiavelist değil midir? (Gaetano Mosca, Siyasi Doktrinler Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul, s.113)