Prizren’de bir melami tekkesi

Kosova’da albay rütbesiyle 18 ay görev de yapmış olan FSMVÜ öğretim üyesi Doç. Dr. Hasip Saygılı, Prizren’de Melami Tekkesini ziyaret etti, bazı problem sahalarıyla ilgili eleştiri ve görüşlerini yazdı.

*****

Doç. Dr. Hasip SAYGILI

Priştine Üniversitesinde tertiplenen IBAC Uluslararası Balkan Konferansında bir tebliğ sunmak için 9 Kasım 2017 günü Kosova’ya gittik. İki günlük konaklama için de başkent değil Prizren tercihimiz oldu. 2009-2010 döneminde Uluslararası Güney Tugay Komutan Yardımcısı ve Türk Temsil Heyeti Başkanı olarak bu güzel tarihi şehrimizde bir yıl görev yapmıştım. Prizren’deki değerli dostlarımızla hasbihal fırsatı bulduk. Diğer taraftan şehir dokusundaki değişiklikleri anlamaya çalıştık.

Bu son ziyarette Prizren’de en güzel saatlerimizin geçtiği bir özge mekân Recep Hulusi Efendi Kültür ve Eğitim Vakfı olarak da bilinen Melami Tekkesi olmuştur. Tekke 1858 yılında ismini andığımız pir tarafından kurulmuş. Şeyh Recep Hulusi Efendi üçüncü devre Melamiliğin Prizren’de ilk tekkesini açmış. Tekke Hacı Ömer Lütfü Efendi, Hafız Fethi Ahmet Efendi gibi divan sahibi kültür ve İrfan adamlarının hizmetlerinden sonra son dönemde Hacı Adnan Nurko’nun vekâletiyle devam edegelmiştir. Hacı Adnan Nurko Efendi cesaret ve kahramanlığı ile de bilinen bir soydaşımızdır. Son Kosova savaşında Prizren’de diğer tüm camiler ile Sinan Paşa’da susturulan ezan rahmetlinin müezzini olduğu Kâtip Sinan Camisindedevam etmiştir. Kendisini ezan okumakta ısrar ederse öldüreceklerini söyleyen Sırplara “öyleyse durmayın” diyebilmiş soyumuzun kahraman evladıdır.

Rahmetli Adnan Nurko Efendi 2014 yılında vefatı yaklaşınca tekkeyi Raif Vırmiça Efendi’ye vasiyet etmiştir. Zaten Melamilikte şeyhlik ailevi bir mülk haline getirilip evlada veya damada geçmiyormuş. Evladiye değil erbabiye esasmış. Yani falanın soyundan olmaya değil liyakat ve ehliyete bakılıyormuş. Raif Efendi Baba şair, bestekâr, icracı, kültür tarihçisi ve yazardır. Yayınlanmış 30’a yakın eseri sahasında başvuru kaynağı olarak görülmektedir.

Kendisi ile ilk defa 2007 yılında Priştine’de NATO/KFOR Karargâhında Harekât Başkanı/Türk Kıdemli Subayı iken bir hafta sonu Prizren’e geldiğimde tanışmıştık. Aynı gün bana Suzi Çelebi Camisi ve mahzun haziresini gezdirmişti. Dertli bir adama denk geldiğimi fark etmiştim. O günden beri dostluğumuz hiç kesilmedi. İki yıl sonra Prizren’e vazifeli geldiğimde ne zaman kendisinden kültür ve sanatla ilgili bir şey talebinde bulunsak bize hiçbir şey beklemeden emeğini sunmakta tereddüt etmez bir gönül ehliydi.

Özellikle 2009-2010 döneminde Türk Temsil Heyeti Başkanlığı’nın Kosova’da düzenlediği kültür faaliyetleri ve yayınlarda perdenin gerisindeki isimsiz kahramandır. Desteği ile Aluş Nuş ve İrfan Şekerci gibi Prizrenli soydaş sanatçılarımızın eserlerinin CD haline getirilmesi ve dağıtılması sağlanmıştır. Burada söylemem gerekir; adlarını andığım her iki değerli bestekârımız eserleri CD haline getirilirken kurum olarak bizden herhangi maddi bir karşılık almamışlardır.

Prizren’de Sultan Murat Kışlasında pazartesi akşamları tertiplediğimiz kültür saatlerinin beyni de yine Raif Vırmiça idi.  Kışladaki rütbeli askerlerimizle Kosovalı kültür sanat adamlarını buluşturduğumuz oturumlarda davet ettiğimiz sanatçıların hepsinin video tanıtımlarını yoğun emek vererek önceden hazırlayan da 2014’den beri tekkenin hadimi olmuş bulunan Raif Efendi Baba’dan başkası değildi.

Bahsettiğimiz kültür faaliyetlerini kayıtlara geçmesi için Genelkurmay Başkanlığına günlük, haftalık ve aylık raporlarla bildiriyorduk. Umarım, bizi kültür sanat ne ilgilendirir denilerek bu faaliyet raporları orada imha edilmiş olmasın…

Priştine Üniversitesindeki 1876 Bulgar isyanında Osmanlı Diplomasisi konulu tebliğimi akşamüzeri verdikten sonra bir dostumuz beni Prizren’e vaktinde ulaştırdı. Saat 19.00 olarak tespit ettiğimiz Melami Tekkesindeki sohbete yetiştik.

Tekke kurucu piri Recep Hulusi Efendi’nin tesis ettiği yerde ama arsa ve binalarına 1918’de daha sonra Yugoslavya adını alacak Sırp Hırvat Sloven Krallığınınkurulması ile el konulmuş. Şimdi Bistriça denilen Prizren’in ortasından akan Aksu’nun hemen kenarındaki Seydibey Camisi ile halen tekkenin bulunduğu mütevazı iki odalı bina arasındaki geniş kesim vaktinde dergâhınmış…   Söylemek acı ama tekkeye gidebilmek için gürültülü meyhane ve kafelerin arasından geçmek zorundasınız. Biz de öyle yaptık. Otelimizden yaya 5 dakikalık yürüyüş mesafesindeki dergâha vardık.

Yanımda eşim de olduğu için Raif Efendi Baba tekkeye o gün için ihvanın hanımlarını da davet etme nezaketini göstermiş. Orada açıkladı. Bundan sonra hanımefendiler üç ayda bir tekkedeki sazlı sözlü sohbetlere çağrılacakmış…  Efendi Baba hazirunu bizimle tanıştırdı. Şahsımızla ilgili takdirkâr ifadelerde bulundu. Sözü bana verdi. Tabii çaylar gelmeye başlamıştı bile…

Sohbet konumuz daha önceden “Osmanlı’nın son 40 yılında Rumelimiz” olarak tespit edilmişti. Kısa bir girişten sonra ben birkaç örnek vaka üzerinden konuşmaya başladım. Bunlardan birisi Suzi Çelebi’nin metruk kabrinin tanzimi meselesiydi. 16. yüzyılın eğitimci, asker, şair, tarihçi ve kadısı efendi 5 asır önce“Türk azdır diye bulma bahane/ Odun bir şulesi besdir cihâne” [Türklerin sayıca azlığı kimseye yanlış hesap yaptırmasın. Ateşin bir kıvılcımı dünyayı yakmaya yeterlidir] diyebilmiş bir Suzi Nakşibendidir. Kabri cami-i şerifinin haziresindedir. Ziyarete kapalıdır. Bu yüksek şahsiyetimizin biz Türkler için utanç vesilesi olan harabe kabrini onarmak için Büyükelçiliğimiz Din İşleri Koordinatörü (Tevfik Yücesoy Hoca) marifetiyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı dahil Ankara’ya yaptığımız resmi girişimler ve diğer çabalarımızın sonuçsuz kaldığını ihvana anlattım. Ama ümitsiz olmamak gerektiğini, hilesiz, hurdasız düzgün insanların işe el atmasıyla işin sonuçlanacağını söyledim. Haddimi zorlayarak Suzi Çelebi’nin aziz ruhunun belki biraz seçici olabileceğini kabrinin onarımı için dahi sağlam insanları beklediğini ilave ettim (https://youtu.be/DUCBpQJLDyA).

Sohbetimde değindiğim bir diğer konu 1878 yılında görevi başında Yakova’da Arnavut asiler tarafından kafası kesilerek şehit edilen Müşir Mehmed Ali Paşa idi. Maalesef rahmetli paşa Arnavut algısında “murtat paşa”, “sünnetsiz gavur”, “Arnavut halkının düşmanı” gibi tamamı dayanaksız ithamlarla anılıyor. Tabiî Arnavutlara haksızlık yapmayalım Danişmend’den günümüze ülkemizde de şehit paşa için yaygın biçimde  “Alman muhtedisi, itibarsız, dönme, Yahudi” gibi pejoratif sıfatlar mebzulen kullanılıyor. Nazım Hikmet’e kızgınlık besleyenlerin bir kısmı nefretlerini şairin büyük dedesi olan kahraman mareşale edepsizlik ederek göstermekte bir sakınca görmüyorlar. Oysa Alman Şansölyesi Prens BismarkBerlin Kongresinde (1878) Mehmed Ali Paşa’nın Türk olduktan [müslüman olması anlamında] sonra Türkiye’de kariyer yapması ve sonunda Türklerin ve Müslümanların haklarını kendilerine karşı savunma için kongreye delege olarak gönderilmesinin Alman imparatoruna hakaret olduğu kanaatindeydi. (6 Eylül 1878, The Times) 

Prizren’de görevli iken 2009’da yine Raif Virmiça Beyle Yakova’da mareşalin kabrini ziyaret etmiştik. Ziyaret sonrası kabrin onarılması, tanzim edilmesi ve Türkçe ve Arnavutça uygun kitabe konulması için Büyükelçilik ve Genelkurmay Başkanlığına resmi yazılar yazdım. 2010 Eylül’ünde Kosova’daki resmi görevim biterken Görev Sonuç Raporumda da aziz mareşalin mezarının onarılması teklifimi tekrarladım. Kosova’daki diplomatik misyon şefimiz talebim üzerine girişimde bulunduysa da bu konu ile ilgili Ankara’nın herhangi bir desteği olmadığından Arnavutlar işi sonuçlandırmadılar. Benim Genelkurmaya yazdığım raporun yüksek makam sahiplerince okunmadığını sanıyorum. Bu yüzden bu raporumun ilgili yerlerini önemine binaen “Rumeli Türkleri ve Müslümanları 1878-1918” kitabımda geçen yıl yayınlamak zorunda kaldım (https://www.youtube.com/watch?v=sMhmW1mE8DY&t=12s)

Tekke’de ihvana ayrıca Birinci Dünya Harbinde Prizren’e askerlik şubesi göndererek askere aldığımız mükelleflerin hikâyesi ile Prizren Müftülüğünde metruk evrak olarak bulunan Türkçe belgelerin tasnifi için yaptığımız teklifin Kosova diyanet teşkilatının başındaki şahıs tarafından kör bir Türk karşıtlığı ile reddedildiğini anlattım.

Benim sohbetimin bitimi ile söz ve saz faslı başladı. Raif Efendi Baba, karadüzenya da gavur sandığı denilen bir sazla Genç Abdal’ın “Gaflet uykusunda yatar uyanmaz” rast ilahisini icra etti. İhvan bu ilahiye de okunacak diğer nefeslere de türkülere de koro halinde iştirak ediyordu (https://www.youtube.com/watch?v=92o4nBtk4sU&t=13s) Serhat türkülerinden Alevi türkülerine hiç bir ayrımcılık olmadan herkes iştirak ediyordu. Dahası sanatçılara yapılan istekler de karşılanıyordu. Tanık olduklarımızdan şahsen derin bir haz duyduğumuzu ifade etmeliyiz. Tabiî bestekâr İrfan Şekerci dostumuzun çalıp söylediği “Aman Sultan Reşad gel bizi kurtar” ve diğer türküleri de zikretmem icap eder.

İhvanın imece usulü evinde hazırlayıp getirdiği lokmayı da zevkle yedik. İkramların hepsi lezizdi. Ama Prizren’e özgü fulya böreğini ismen anmazsam ─üniversitede oda arkadaşım muhterem Prof. Dr. Sefa Saygılı hocamın hoşgörü ve anlayışını umuyorum─ ayıp olur. Her şey için şükranlarımızı sunarız.

Ertesi gün Raif Efendi Baba ile kültür problemlerimiz üzerine baş başa uzun bir sohbet yaptık. Bu sohbet başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor.

———————————————-

Kaynak:

http://www.karar.com/gorusler/hasip-saygili-yazdi-prizrende-bir-melami-tekkesi-665256

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen