İnsanların alışkanlıklarını, yaşayış tarzlarını değiştirmek çok zor.
Yıllar önce kullandığım arabayı satmak istedim ama ayrılmak zor geliyor. Arabayı satmak istediğimi bir – iki arkadaşa söylemiştim sadece.
Bir kişi duymuş geldi. Arabanın yanına gittik. “İnşallah almaz” diye içimden geçiriyorum. Canım sıkılıyor bir taraftan.
Almak isteyen kişi iki elini pantolonun cebine koymuş bir vaziyette “aç bakalım şunun kaputunu” diye konuşunca tepem attı. “Bunu şu fiyata satacaktım ama senin gibi insana araba falan satılmaz” deyip yürüyüp gittim.
Bana bırakın başka bir ülkeye, başka bir şehre, başka bir mahalleye hatta başka bir sokağa taşınmak bile güç gelir. Başına gelince ne olacağı bilinmez gerçi.
Bunu şu yüzden yazdım.
Ahmet Sınav, Gata’da görevliyken, 28 Şubatçılar tehlikeli görüp ihraç ediyorlar. Ahmet Bey de Amerika’ya gidiyor. Oradaki uzun mücadelelerinden, çalışmalarından sonra, dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde, Colombiya Üniversitesi’nde akademisyen oluyor.
Denizli’den Ankara Tıp’a, oradan Gata’ya, oradan da sürgüne.
Ama yıllar sonra lisesinden mezun olduğu Denizli’de bu sefer profesör olarak, uluslararası kongre yapmak nasip oluyor Ahmet Sınav’a. Yeşilköy’e uğurlamaya gelen Muharrem Ağabey’in çocuğu dr. oluyor. O doktor Nusret elini öpüyor sahnede Ahmet Sınav’ın. Bu sefer gülümseyerek ağlıyorlar.
Biz oraya gitsek böbürlene böbürlene “Ben Amerikaykene” falan diye başlarız ya, Ahmet Bey de üç kitabının adını öyle koymuş. Birinde gidişini, diğerinde orada akademik hayatını, profesör oluşunu, üçüncüde de dönüşünü yazmış.
Oradaki okullar, öğrenciler, akademisyenler hakkında bilgi vermiş.
Öğrenciler kopya çekmiyormuş, hatta yeltenmiyormuş bile. Bir öğrencisine bunu sorduğunda “Bilgi öğrenmeden, kopya çekerek, nasıl bir hekim olabilirim ki?… Bir şey daha; sınavlarda siz benim ne kadar öğrendiğimi test etmiyorsunuz aslında. Ben sizin bana ne kadar öğretebildiğini ölçüyorum” diye cevaplamış.
Amerika’daki mesai arkadaşı Türkiye’deki akademisyenlerin maaşlarının garanti olduğunu, hatta akademisyenin vefat edince maaşının eşine, çocuklarına verildiğini duyunca sormuş;
“Ahmet, madem sizinkilerin maaşları bu kadar garanti, onları çalışmaya teşvik eden şey nedir?”
Buradaki bir toplantıda sormuş yetkili kişi; “Ahmet Hocam, siz uzun seneler Amerika’da hocalık yaptınız. Oradaki üniversiteler ile bizim üniversiteleri karşılaştırdığınızda ne söylersiniz?”
Cevap vermiş Ahmet Bey; “Sayın Hocam, karşılaştıramam çünkü farklı şeylerden bahsediyoruz. Eğer bizimkiler üniversite ise Amerika’dakiler değil. Eğer onlarınki üniversite ise bizimkiler değil… Amerika’daki akademik yükselmeleri her üniversite kendisi yapar ve esas değerlendirme kriteri akademisyenin üniversiteye ne kadar para kazandırdığıdır. Yani akademisyenin yaptığı bilimsel çalışma ve yayınlarının sayısına değil kalitesine bakılır. Bizde ise akademik yükselmeler YÖK’ün belirlediği kriterlere göre yapılır ki bu puanlamada esas olan akademisyenin yayın sayısıdır.”
Çocuklarını daha huzurlu, mutlu, kendi değerlerimizle barışık yetiştirmek için, gerçek yuvanın, insanın kendisine aidiyet hissettiği yer olduğunu düşünüp Türkiye’ye dönmeye karar veriyorlar.
300 m2 muhteşem villasını, iki harika arabasını, sekiz bin dolardan fazla aylık gelirini, rahat hayatını bırakıp Sapanca’da dut yiyor şimdi Ahmet SINAV…
Kitaplarında Amerika’yı, aradaki farkları, her şeyin anlatılanlar gibi olmadığını, insanı yazmış kitaplarında.
Buradaki bir üniversitede rektörlüğe adaylığını koymuş. Birileri de teşvik etmiş tabi. Sonra gelen telefonlar, sırt dönüşler falan Nasrettin Hoca’nın filler için Timur’a giderken yalnız kaldığı duruma düşmüş.
Hatta bir akademisyen bir gazeteci vasıtasıyla bütün öğretim üyelerine isimsiz ihbar mektubu göndermiş. Kim olduğunu biliyormuş Ahmet Bey. Bazı yerlerde de anlatınca o akademisyen Ahmet Sınav’a “Sağda solda konuşup o mektubu benim yazdığımı söylüyormuşsun, ispat et… Bu iftiranı kanıtlamaya davet ediyorum.” diye üst perdeden konuşmuş.
Ertesi sabah için sözleşmişler.
Sabah geniş bölüm başkanlığı odasında bekliyormuş Ahmet Bey’i. Ahmet Bey de yanında bir sivil polisle gelince yüzünün rengi değişmiş. Kapıyı arkadan kilitlemiş Ahmet Bey. Sivil polisi görünce anlamış durumu o zat ama Ahmet Bey de işin tadını çıkaracak. Sivil polise söz verilince anlatmaya başlamış; “Sayın Hocam hatırlarsınız geçenlerde şu İranlı öğrenci konusunda bir soruşturma için buraya gelip bilgisayarınızı almıştık… Detaylıca inceledik… Şu Ahmet Hoca için yazılan o ihbar mektubunun bu bilgisayardan gönderildiğini öğrendik… Ayrıca, bilgisayarınızın log kayıtlarındaki..” diye devan edince durdurmuş polisin anlatmasını Ahmet Bey. Zaten o akademisyenin de yüzü kireç gibi olmuş. İki şey istemiş sonra o akademisyenden “Birincisi özür dilemesi, ikincisi de bir daha böyle bir işlemi hiç kimseye yapmaması.”
Bir akademisyenin koltuk uğruna ne kadar küçük duruma düştüğünün ibretlik belgesi.
Ahmet SINAV, Tıp Doktoru, Anatomi Profesörü ve tıp ressamı olan dünyadaki tek akademisyen.
Ağabeyi de Osman SINAV…
Kurtlar Vadisi bir ülkeye gidip orada profesör olmak, kaybolmamak, çocukları Leyla, Nezahat ve İhsan’ı bizim değerlerimiz içinde yetiştirmek için onca güzel imkânı bırakıp vatana dönmek tam bir Deli Yürek işi.
Allah daha nice güzellikler yaşatsın inşallah.