Prof.Dr. Necmettin Hacıeminoğlu
( 1932)- (1996)
1932 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. İlköğrenimini Darende’nin Aşuda köyünde, orta öğrenimini Darende ve Osmaniye’de yaptı. 1954 yılında Adana Erkek Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1959). Bitlis ve Osmaniye liselerinde öğretmenlik yaptı. 1960 yılında mezun olduğu fakültede asistan, 1963 yılında doktor, 1970 yılında doçent ve 1982 yılında profesör oldu. 1972 yılında Bağdat Üniversitesi’nde Türkçe dersleri verdi. Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu. Türk Dili, Türk Yurdu, Türk Kültürü, Töre, Devlet, Hisar ve Türk Edebiyatı dergilerinde, Hergün, Ortadoğu, Tercüman ve Yeni Düşünce gazetelerinde yazıları yayınlandı.
ESERLERİ
1.Lehçetü’l Hakâyık (Metin Neşri, 1962)
2.Kutb’un Hüsrevü Şirin’i ye Dil Hususiyetleri (Doktora çalışması. İ.Ü Edebiyat Fakültesi Yayınları 1968)
3.Türk Dilinde Edatlar (Doçentlik Çalışması, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları 1972)
4.Milliyetçi Eğitim Sistemi (Töre-Devlet Yayınları 1972)
5.Türkçenin Karanlık Günleri (Töre-Devlet Yayınları 1972)
6.Fuzûli (Toker Yayınları, 1975)
7.Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar (Töre-Devlet Yayınları 1975)
8.Türkiye’nin Çıkmazları (1975)
9.Yeni Bir Dünya (Hikayeler) (Töre-Devlet Yayınları 1976)
10.Karahanlı Türkçesi ve Grameri (Türk Dil Kurumu Yayınları 1996)
11.Harezm Türkçesi ve Grameri
12.Türk Dilinde Yapı Bakımından Fiiller (Kültür Bakanlığı Yayınları 1992)
HAKKINDA YAZILANLAR
HACIEMİNOĞLU
Aslen Darende’nin Hacıeminzadeler sülalesinden olan Hacıeminoğlu, 1932 yılında Maraş’ta dünyaya geldi. Çok küçük yaşta iken babası Mustafa efendi’yi kaybetti. Üç erkek kardeşin en küçüğü olan Hacıeminoğlu, abileri gibi zekası ve çalışkanlığı ile herkes tarafından sevilip takdir ediliyordu.
Nihat Ağabeyinin çalışmak üzere Adana’ya gitmesi ve aileye bakma görevini üstlenmesiyle orta öğrenim tahsilini Adana’da yapan Hacıeminoğlu Türk Edebiyatına, diline ve tarihine olan ilgisini, daha bu yıllarda ortaya koymuştu. Ağabeyinin de edebiyata düşkün olması sebebiyle, aile ortamında hep bu havayı alarak yetişmişti.
Edebiyat Hocası, Şevket Kutkan’ın da alakası ve destekleriyle o yıllarda ilk yazılarını yazmaya başlamış ve Nurullah Ataç’la çeşitli gazetelerde çatışmaya başlamıştır.
Üniversite öğrenimi için İstanbul’a gelen Hacıeminoğlu çok büyük bir başarıyla bugünkü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümüne girmiş ve kendisini mükemmel bir şekilde yetiştirerek Türk Dilciliği ve Türk Milliyetçiliğini yavaş yavaş göstermeye başlamıştır.
Fakülte bittikten sonra bir ara özel Osmaniye Lisesinde hocalık yapan Hacıeminoğlu, daha sonra Fakültede asistanlığa başlamış ve ömrünün sonuna kadar akademik kariyerini sürdürmüştür.
Hayatı boyunca öğrenci yetiştiren hocamız “özü sağlam, sözü sağlam” insanlar yetiştirmek için didinmiştir. Türk gençliğinin, Türklük Ülküsüyle yetişmesi için yüzlerce konferans vermiş yüzlerce makale yazmıştır.
Ülkenin karanlığa ve komünizm bataklığına sürüklenmeye çalışıldığı 70’li yıllarda vatanın ve milletin en büyük savunucularından biri olmuş ve Türk Milliyetçiliğinin en yüksek burçlarında müstesna yerini almıştır.
İlk yazılarında Necmettin Özdesenli, Necmettin Özdarendeli isimlerini kullanan hocamız daha sonra sülalesinin ismini almış ve Hacıeminoğlu olarak soy ismini değiştirmiştir.
Necmettin Hacıeminoğlu, Hergün, Tercüman, Ortadoğu gibi gazetelerde, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Töre, Milli Kültür, Yeni Düşünce ve Onlarca ayrı dergide binlere varan makaleler yazmıştır.
Fikri eserleri olarak, “Türkiye’nin çıkmazları”, “Milliyetçilik Ülkücülük ve Aydınlar” isimli kitapları yıllarca Türk milliyetçiliğinin elinden düşmemiştir. “Türkçenin Karanlık Günleri” isimli eseri, Türk Dili’nin nerelerden ne hallere geldiğini ve çıkış noktalarını anlatmaktadır.
“Yeni Bir Dünya” isimli eseri de çok nefis hikâyelerden oluşmaktadır.
1980’li yıllara gelinirken düşüncelerini yazıya aktardığı için düzünce suçluları arasına giren Necmettin Hacıeminoğlu tutuklanarak cezaevine girmiş ve yargılanmıştır. Bu durum bir üniversite hocasının düşünce suçuyla tutuklanmasının ilk örnekleri arasındadır.
Çok sevdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki kürsüsünden istifa etmek zorunda bırakılmış ve çok çileli yıllar yaşamıştır. Her şeye rağmen boş durmamış ve Afganistan’dan gelen Türk gruplarının geleneklerini inceleyip karşılaşmalar yapmıştır.
1985 yılında Trakya Üniversitesi’nde Türkoloji Bölümü’nü kurmak üzere Edirne’ye gelmiş ve 1993 yılına kadar buradaki görevini sürdürmüştür. Yüzlerce öğrenci yetiştirerek mezun eden hocamız, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nü de kurarak müdürlüğünü yapmış ve mezun ettiği talebelerinin ihtisas yapmalarına imkan tanımıştır.
“Karahanlı Türkçesi ve Grameri”, “Harezm Türkçesi ve Grameri” isimli eserleri ile “Yapı Bakımından Türk Dilinde Filler” isimli eserinin genişletilmiş şeklini Edirne’de vücuda getirmiştir.
1993 yılında çok sevdiği İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü’ndeki kürsüsüne tekrar dönen Hacıeminoğlu 1996 yılında, bütün Türk Milliyetçilerinin ve öğrencilerinin gözyaşları arasında toprağa verilmiştir. Ruhu şad olsun.
Eserleri:
Necmettin Hacıeminoğlu’nun kaleme aldığı toplam eser sayısı onikidir. Bunlar farklı sahalarda yazılmış eserlerdir. Bu eserlerden yedi tanesi Dil’le ilgilidir. Bunların dışında yer alan üç eser fikrî ve siyasî; diğer iki eser ise edebi sahada kaleme alınmıştır.
“Türkçenin karanlık Günleri”, “Milliyetçilik Ülkücülük-Aydınlar” ve “Türkiyenin çıkmazları” adlı bu üç eser, az da olsa, muhtelif dergilerde yazdığı makalelerden teşkil etmişti
Yukarıdaki yazı http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3031 sayfasından alınmıştır.
BABAM NECMETTİN HACIEMİNOĞLU
Oytun ŞAHİN
Babam Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu için Armağan’a konulmak üzere benden yazı istendiği zaman, onun hangi yönünü anlatmam gerektiği konusunda mütereddit kaldım. Bilim adamlığı, dâvâ adamlığı, kültür- sanat yönü ve en önemlisi insanlığı… Çok kısaca her yönüyle anlatmaya çalışacağım.
Tanzimat’la birlikte başlayan aydın-halk mücadelesi Türkiye’nin sosyal, kültürel ve siyasi meselelerinin temelini oluşturmaktadır. Cumhuriyet kurulurken Ziya Gökalp’in Türkçülüğünden ilham alınmış, Türklük şuuru uyandırılmaya çalışılmıştı ama Cumhuriyet aydınının halktan kopukluğuna çare bulunamamıştı. 1950’de başlayan DP iktidarı, bir halk zaferi gibi gözükse de aydın-halk bütünleşmesini sağlayabilmiş değildi; hattâ öyle ki, artık Türkiye’de “aydın” kelimesi, “solcu” kelimesi ile eşanlamlı hâle gelmişti. “Aydın” muhakkak “sol görüşlü” olmalıydı, aksi hâlde ona aydın denilemezdi! 1960’dan sonra Türkiye İşçi Partisi’nin de kuvvetlenmesi ile Türk solu siyasi platformda sesini yükseltirken, 60’ların sonlarına doğru üniversiteleri ve sokakları da teslim almaya başlamıştı. Milliyetçi Türk aydınının gençlikle ve milletle bütünleşerek, örgütlü olarak ortaya çıkışı da bunun üzerine oldu. O güne kadar dernek faaliyetleri ile sınırlı kalmış olan milliyetçi aydınlar, siyasi parti, gençlik dernekleri, öğretmen dernekleri, işçi sendikaları, kadın dernekleri, akademisyenlerden oluşan dernekler olmak üzere aydın-halk ve gençlik el ele, bölücülükle, Marksist terörle mücadele etmeye başladılar. İşte Necmettin Hacıeminoğlu, çocukluğundan beri
yüreğinde taşıdığı, hissettiği Türklük şuuru ile bu harekete gönüllü olarak katılmış, mücadelesini her zaman kalemiyle sürdürmüş, sırasında bir önder, sırasında bir nefer gibi davranmışyılmaz bir dâvâ adamı idi.
1950-60’larda Türk dili üzerinde idi “kavgalar”… Hacıeminoğlu gerektiğinde TRT ile, gerektiğinde Türk Dil Kurumu ile, basınla, filologlarla, bürokrasi ile, dilimizi bozmak ve fakirleştirmek isteyen herkesle
karşı karşıya geldi. Yazıları; 1970’lere gelindiğinde, artık sadece Türkçenin değil, Türkiye’nin de karanlık günlerine ışık tutmaya başlamıştı ve dil âlimi Dr. Hacıeminoğlu, 1970 yılı Türkiye’sinde şu satırları kaleme almak zorunda kalıyordu:
“8 Haziran 1970 Pazartesi günü Yusuf İmamoğlu Edebiyat Fakültesi’nin 338 numaralı odası önünde komünistler tarafından vurularak şehit edilmiştir. Kendisi Amerikan Koleji’nde okumamıştı. Ne köylüyü sömüren bir toprak ağasının, ne işçiyi ezen bir patronun oğluydu. Döviz kaçakçılığı ile milyonlar vuran veya karaborsacılık sayesinde yüz binler kazanan bir aileye de mensup değildi. Yakın ve uzak akrabaları arasında egemen sınıftan sayılan ne bir profesör, ne bir general, ne de herhangi bir umum müdür vardı. Akşamları, üç arkadaşıyla paylaştığı sobasız odasında kitap okurdu. O hâlde “ağalık ve patronluk sona ermelidir”, “yerli işbirlikçiler kahrolsun” gibi sözlerle duvarları kirleten komünistler, bu fakir ailenin çocuğundan ne istiyorlardı? Altıncı Filo’yu Türkiye’ye o mu davet etmişti? Banka kredileri ona veya ailesine mi dağıtılmıştı? Türkiye’de kapitalist ülkelerin kültürünü yayan, malını satan o muydu? Hayır, bu kusurların hiçbiri onda yoktu; fakat onu kahpece öldürenlerde vardı… Komünizmi de, devrimciliği de bir asker olarak kullandılar. Yusuf’un Türk milliyetçiliği ülküsünü bir bayrak gibi taşımakta oluşuna tahammül edemiyorlardı…”
Türkiye’nin ateşten yıllarıydı… Hacıeminoğlu’nun ülkücü hareket ve mücadele içindeki yeri, hem gençlik kesimi, hem aydınlar, hem de siyasetçilerle diyalog kurabilmiş olması açısından önemlidir.
Bilim adamı olarak alanında önemli eserler verdi, Türkologlar yetiştirdi; aydın olarak düşündü ve yazdı. 63 yıllık ömründe sadece milliyetçi aydının çilesini yaşadı. Bu çilenin özel hayatına nüfuz eden kısmından dolayı hiç şikâyet etmeden, etrafındaki insanlardan hiçbir şey beklemeden milletinin dertleriyle üzülüp, sevinçleriyle coştu. Bu sebeple babamın hayatı 60-70-80’ler Türkiye’sinin izdüşümüdür. Düşünen ve konuşan bir Türk insanının karşısına çıkabilecek engellerin hepsini şahsında yaşamıştır; terör tehdidi altında bir aydın, tutuklanan bir gazete yazarı, askerî darbeden sonra üniversitedeki görevinden ayrılmak zorunda kalan bir öğretim üyesi, ilmî eserlerinin basılması yıllar süren bir bilim adamı. Yaradan’ı çok sevdiği için insanları da çok severdi. Kendisiyle ve çevresiyle barışıktı. Ülküsünde o denli tavizsiz ve katı, buna karşılık özel hayatında ailesine, dostlarına, talebelerine karşı o denli anlayışlı, merhametli, esprili ve saygılı idi. Kul hakkıyla gitmemeye çok özen gösterirdi.
Uzmanlık alanı “Türk dili” idi; ancak dili yaşatanın ve nesiller ötesine taşıyanın “edebiyat” olduğunu bilirdi. Edebiyata, özellikle şiire çok düşkündü. Âkif’in ve Yahya Kemal’in bütün mısraları ezberindeydi. “Yeni Bir Dünya” adlı kitapta topladığı hikâyeleri bile Fikret’ten, Haşim’den, Fuzulî’den mısralarla süslenmişti.
Romanda Peyami Safa’yı çok beğenirdi. Özellikle “9. Hariciye Koğuşu”nu… Henüz talebe iken, İstanbul’a gelir gelmez Peyami Safa ile tanışmış ve yakın dost olmuştu. Yaşayan roman yazarlarının ve şairlerin
birçoğu ile dosttu. Onların sanatçı kişiliklerine saygı duyar, ihtimam gösterirdi. Kısacası dilciliğini edebiyatla süslemişti. Hayatının parçası hâline gelen bir diğer sanat dalı da müzikti. Klâsik Türk müziğinin yanı sıra Türk Halk müziğini de çok severdi. Mâhur, en sevdiği makamdı. Özellikle Itrî’yi, Meragî’yi dinlerken yerinde oturamaz, “bunlar ancak saygı ile ayakta dinlenir” der, radyonun veya teybin yanında ayakta durur, etrafta çıt çıkmasını istemezdi. Türk sanatları içinde hat sanatına, hattatların eserlerine hayranlık duyardı.
Ömrü boyunca Türk’ü Türk yapan değerlerin tamamı üzerine birbirinden farklı gibi görünen ve çeşitli odaklar tarafından yapılan plânlı saldırılarla tek silâhı olan kalemiyle mücadele etti. Benim önderimdi,
arkadaşımdı, ülküdaşımdı; babamdı… Yağmur sevgisini mâhur bestelerle harmanladığı bir hikâyesinde şöyle yazıyordu: “…Hep yağmurlu bir nisan akşamında ölmeyi arzularım. Belki de öyle bir günde doğduğum için.
Kim bilir! Yağmur hâlâ yağıyor. Şehrin ışıkları hâlâ yanmadı. Sular hâlâ mâhur şarkımızı mırıldanıyor…Ve ben uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyorum…” İşte onun “çok uzaklara” gittiği günden beri, çalan
bütün mâhur şarkılar boşa gidiyormuş gibi geliyor bana; ama bilinmez belki de babamı uğurladığımız o “gemiler geçmeyen ummanda, belki hâlâ o besteler çalınıyordur.”
Mekânı Cennet olsun.
Yukarıdaki yazı http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=haber-detay&kod=4613 sayfasından alınmıştır.