Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN – Prof. Dr. Nevin Güngör Ergan’ın Kaleminden…

Tam boy görmek için tıklayın.

Hayatı, Eserleri ve İlmî Şahsiyeti

Orhan Türkdoğan 18 Ekim 1926 yılında Malatya’da doğmuştur. İlk, orta ve lise öğrenimini Malatya’da tamamlamıştır. 1946-1947 öğretim yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Eti ve Sümer Dili ile Felsefe Bölümlerinin ikisine birden aynı anda kayıt yaptırmıştır. Eti dilini öğrenmiş, ancak o dönemde yaygın olan tüberküloz hastalığına yakalandığından, öğrenimine beş yıl ara vermek zorunda kalmıştır.1951 yılında ikinci kez üniversiteye başladığında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe, Sosyoloji, Pedagoji ve Bilim tarihinde eğitimini tamamlamış ve 1955 yılında mezun olmuştur.

1955-1959 yılları arasında daha önce öğrenim gördüğü Malatya Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yapmıştır.

22 Eylül 1956 tarihinde sınıf arkadaşı Şükran Hanımla evlenmiş olan Türkdoğan’ın her ikisi de tıp doktoru olan bir kızı bir oğlu, kızından bir kız torunu, oğlundan iki kız iki erkek torunu bulunmaktadır.

1959’da Atatürk Üniversitesi’nde asistanlık sınavına girmiş ve Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Kürsüsüne asistan olarak atanmış, bir yıl sonra Sosyoloji Kürsüsü açılınca oraya geçmiştir.

Türkdoğan 1877’de Ruslar tarafından Kars’a yerleştirilmiş ve 1962’ye kadar Türkiye’de yaşamış olan Malakanlar üzerine, 1959-1962 yılları arasında, aralarında üç yıl süre ile kalarak bir sosyolojik araştırma yapmış ve bununla 1962 yılında doktora unvanını almıştır.

1962’den 1964 yılının sonuna kadar ABD’nin Missouri ve Nebraska Üniversitelerinde çalışmalar yapmıştır.

Türkdoğan 1964 yılının sonunda Türkiye’ye dönmüş, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi olarak Sosyoloji, Toplum Kalkınması ve Yeniliğin Yayılması derslerini üstlenmiş, Fen-Edebiyat Fakültesinde de Sosyal Doktrinler ve Ekonomik Sosyoloji derslerini okutmuştur.

1964-1967 yılları arasında Erzurum’un Ilıca ilçesine bağlı 38 köy üzerinde gözlem ve mülâkata dayalı olarak yürüttüğü “Türkiye’de Sağlık Hastalık Sistemi” adlı araştırması ile 1967’de doçent unvanını, 1971 yılında hazırladığı “Türkiye’de Köy Sosyolojisinin Temel Sorunları” isimli araştırması ile de profesör unvanını almıştır.

1972 yılında Alman hükümetinin davetlisi olarak Stuttgart’a giderek, orada Hohenheim Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulunmuş ve Üniversite Rektörünün desteği ile anket ve gözlem tekniklerini kullanarak birinci nesil Türk işçileri üzerindeki araştırmasını yürütmüştür.

1973-1978 yılları arasında Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Dekanlık görevinde bulunmuştur.

1985 yılında Gazi Üniversitesi’ne bağlı Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne tayin olmuş, 1985-1995 yılları arasında on yıl süre ile Bolu’da görev yapmıştır.

1995 yılında Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü İşletme Fakültesi’nde göreve başlayan ve İstanbul’a yerleşen Tükdoğan, 1999 yılında Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü İşletme Fakültesi’nden emekli olmuş, yönetimin talebiyle 2002 yılına kadar burada ders vermeye devam etmiştir.

Orhan Türkdoğan bugün Türkiye’de Doktor, Doçent ve Profesör olmuş birçok bilim insanının jürisinde yer almış; “ele aldığı bir kitap, bir makale ya da bir tez Türk sosyolojisine, Türk düşünce tarihine ne kazandırıyor” şeklindeki bakış tarzı ile, eserin olumlu yönlerini ortaya koyup varsa eksikliklerini tamamlaması yönünde yapıcı eleştiriler getirerek birçok adayı bilim camiasına kazandırmıştır.

Her yerde ve şartta Türkiye’nin çözüm bekleyen meseleleri üzerine konuşmak, tartışmak ve gençlere yol göstermek onun için bir yaşam tarzıdır.

Orhan Türkdoğan çok okuyor, sürekli araştırıyor ve eser ortaya koyuyor; Türkiye’nin neresinde olursa olsun alanımızda yeni çıkmış eserlerden hemen haberdar oluyor, okuyup değerlendiriyor ve bizlere tavsiye ediyor.

70 yaşından sonra bilgisayar kullanmayı öğrenen Türkdoğan, halen en yeni teknolojiyi kullanarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Türkiye için millî kültür yaratacak ve milli kültürün gelişmesini, dolayısıyla sosyo-kültürel gelişmeyi sağlayacak aydın tipinin özelliklerini belirlerken “millî mefkûre” sahibi olma özelliğini vurguluyor. Orhan Hoca millî-vatanî endişe duyan, tevazu ve aynı zamanda cesaret sahibi, ülkenin meselelerinin çözümü için araştırma hevesiyle Türkiye’nin her yerine şevkle giden, her düzeydeki insanıyla hemhal olabilen olgun bir kişiliğe sahip bir Türk milliyetçisidir.

Tarihî süreç içersinde baktığımızda o dönemde Türk milletini-Türk devletini hangi mesele meşgul ediyorsa, Orhan Türkdoğan’ın o konuyu açıklayan bir büyük eser ortaya koyduğunu görüyoruz. Tarafımızdan henüz gerçekleştirilmiş olan “Orhan Türkdoğan Üzerine Bibliyografya Denemesi”nde (Güngör-Ergan 2010) 60 dolayında kitabı (ikinci ve üçüncü baskılarıyla birlikte 85 adet), 14 kitap bölümü, 18 konferansı/bildirisi, 433 makalesi olmak üzere toplam 550 adet eseri tespit edilebilmiştir; ileride bugüne değin ulaşamadığımız kaynaklar da tarandığında bu sayının çok daha fazla olacağı düşünülmektedir.

Türkdoğan yaklaşık 4500 ciltlik şahsî kütüphanesini Kasım 2009’da Giresun Üniversitesi’ne hediye etmiştir.

Kitapları

Erzurum Yöresinde Tıbbi Tedavinin Sosyo-Kültürel Safhaları 1964, Türkiye’de Doğum

Kontrolüyle İlgili İnsan Faktörleri 1966, Erzurum ve Çevresinde Sosyal Araştırmalar

1967, Toplum Kalkınması Teori ve Metot Yönünden Bir Araştırma 1968, Salihli’de

Türkistan Göçmenleri’nin Yerleşmeler 1969, Doğu Bölgesinde Halkın Sağlık ve Hijyenle

İlgili Tutum Ve İnançları 1970, Erzurum Köylerinde Çiftçilerle Haberleşme Kanalları ve

Yeniliğin Yayılması 1970, Türk Sosyoloji Tarihinde Carle C. Zimmerman 1970, Türkiye’nin

Kalkınma Yolu: Sosyo-Ekonomik Sistem Tartışmaları 1970 (2.b., 1973), Türkiye’de Köy

Sosyolojisinin Temel Sorunları 1970 (2.b., 1978, 3.b., 2006), Beşikdüzü ve Dursunbey Bölge

Monografileri

Karşılaştırmalı Sosyal Araştırmalar 1971, Seçilmiş Bazı Yerli ve Göçmen Gruplar Üzerinde

Sosyal Değişme Örnekleri 1971, Malakanlar’ın Toplumsal Yapısı, Kars İlinin Üç Köyünde

Bir Rus Etnik Grubun Sosyo- Ekonomik Araştırması (1877-1962) 1971 (2.b., 2005),

Doğu Anadolu’da Sağlık Hastalık Sisteminin Toplumsal Araştırması-Erzurum’da Bir Kasabanın Medikal Sosyolojik Yapısı 1972,

Toplumsal Değişmede Yeniliğin Yayılması Sürecinin Tarımsal Sektöre Uygulanması 1972,

Tarımsal Yenilik Tekniklerinin Yayılması: Federal Almanya Örneği 1973 (2.b., 1975),

Ziya Gökalp Sosyolojisinde Bazı Kavramların Değerlendirilmesi 1970 (2.b, 1972, 3.b., 1978) 2.b., 1973,

Doğu Köylerinde Sosyo-Ekonomik Farklılaşma 1973,

Batı Almanya’nın Bir Kentinde Türk İşçilerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı 1973,

Doğu ve İnsan Sorunu 1974,

Yoksulluk Kültürü- Gecekonduların Toplumsal Yapısı 1974,

Türkiye’nin Kalkınma Yolu – Sosyo-Ekonomik Sistem Tartışmaları (1. Baskı: 1970, 2. Baskı: 1972, 3. Baskı: 1974, 4. Baskı: 1976, 5.b., 1977),

Çağdaş Türk Sosyolojisi-Araştırma, Yöntem ve Teknikler 1977 (2.b., 1996, 3.b., 2003),

Toplum Kalkınması, 2.b., Dede Korkut Yayını 1977 (1.b., 1968),

Türkiye Açısından Özyönetim, Aydınlar, Sendikalar ve Siyasal Partiler 1977,

Kemalist Modelde Fert Devlet İlişkileri 1977 (2.b., 1982),

Sanayi Sosyolojisi, Türkiye’nin Sanayileşmesi Dün-Bugün-Yarın 1981 (2.b., 2009),

Atatürk’te Millî Devlet Anlayışı 1981,

Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler (Toplumumuzun Dramı) 1982 (2.b., 1996), Millî Kültür, Modernleşme ve İslâm 1983 (2.b., 2004),

İkinci Neslin Dramı- Avrupa’daki İşçilerimiz ve Çocukları 1984,

Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği 1985 (2.b., 1996),

Max Weber- Günümüzde ve Türkiye’de Weberci Görüşler 1985,

Doğu Anadolu’nun Sosyal Yapısı 1987,

Değişme- Kültür ve Sosyal Çözülme 1988 (2.b., 2004),

Bilimsel Değerlendirme ve Araştırma Metodolojisi 1989 (2.b., 2003),

Niçin Milletleşme? Milli Kimliğin Yükselişi 1995 (2.b., 1999),

Güneydoğu Kimliği (Aşiret- Kültür ve İnsan) 1995,

Alevi Bektaşi Kimliği-Sosyo-Antropolojik Araştırma 1995 (2.b., 2004),

Sosyal Hareketler Olarak Celali Ayaklanmaları 1996,

Türk Tarihinin Sosyolojisi 1996 (1.b., T.Y., 3.b., 2003, 4.b., 2006),

Etnik Sosyoloji 1997 (2.b., 2006),

Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi 1997 (2.b., 2004),

İşçi Kültürünün Yükselişi (İş Ahlakı) 1998,

Ziya Gökalp Sosyolojisinin Temel İlkeleri 2.b., 1998,

Kemalist Sistem- Kültürel Boyutları 1999 (2.b., 2005),

Osmanlı’dan Günümüze Türk Toplum Yapısı 2002 (2.b., 2008),

Gecekondu İnsan ve Kültür, 2002,

Aydın Sınıfın Anatomisi 2003,

Türk Ulus-Devlet Kimliği 2005 (2.b., 2006),

İslami Değerler Sistemi ve Max Weber 2005,

Doğu ve Güneydoğu Kabile-Aşiret Yapısı 2005,

Ulus-Devlet Düşünürü Ziya Gökalp 2005,

İstanbul Gecekondu Kimliği 2006,

Toplumsal Yapı ve Sağlık–Hastalık Sistemi 2006,

Türk Toplumunun Kültürel Dinamikleri 2007, Türk Toplumunda Zazalar ve Kürtler,

2008, Doğu ve Güneydoğu Sorunlar ve Çözüm Yolları 2009, Türk Toplumunun Tarihsel

Kimliği ve Günümüz Sorunları 2009, Günümüzde Karaman ve Hazar Türkleri 2009.

Makalelerinin Yayınlandığı Dergiler:

Türk Yurdu, Türk Etnografya Dergisi, American Anthropologist, Türk Kültürü, A.Ü. İşletme

Fakültesi Dergisi, Töre, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, İ.Ü. Sosyal Siyaset Konferansları, Milli Eğitim ve Kültür, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Tarih-Kültür Dergisi, Yeni Düşünce, Milli Kültür, Türkiye Günlüğü, Türk Sosyoloji Dergisi, İslami Araştırmalar Dergisi, Türk Sosyoloji Dergisi, Belleten, Türk Edebiyatı, Orkun, 2023 Dergisi…

Makalelerinin Yayınlandığı Gazeteler:

Akşam, Milliyet,  Devlet, Tercüman, Bolu Üçtepe, Zaman, Gündem, Ergenekon…

 

Metodolojik Yaklaşımı

Türkdoğan’ın metodolojik yaklaşımını üç başlık altında özetlemek mümkündür:

1.Tarihî Metot: Au. Comte’dan itibaren sosyolojik çalışmalarda tarihî metodun öneminden bahsedilmiştir. Çünkü sosyolojinin konusunu teşkil eden sosyal olay ve olgular tarihîlik özelliği gösterirler, yani zaman ve mekân içinde serpilmiş olarak ortaya çıkarlar. Orhan Türkdoğan çalışmalarının tamamında sosyal olay ve olguları tarihselci yaklaşımla inceleyip yorumlayarak, geçmiş ve günümüz olayları arasında bağ kurarak, toplumdaki gerginliklere akılcı ve ilmî çözümler getirmeyi hedeflemiştir.

2.Bütüncü Yaklaşım: Toplumsal olayların birbirleriyle bağlantılı, neden-sonuç ilişkisi içinde, bütüncül bir yapılaşmayı yansıttığını belirten Türkdoğan, tek yönlü ve tek faktörlü açıklamalara itibar etmez. Türk toplum yapısında ortaya çıkan kültürel yayılma ve anormal yapılanmalara yol açan olaylar zincirini Geştaltçı-bütüncü bir yaklaşımla ele alır. Bu bütüncü yaklaşımın içinde araştırmacının gruba bakış açısını içeren etik yaklaşım ile, grubun olaylara bakış açısını içeren emik yaklaşım birlikte kullanılır. Türkdoğan bu bütüncü yaklaşımı gereği literatür taraması tekniğine dayalı teorik eserler ortaya koyduğu gibi, çoğunlukla sahada anket, katılımlı gözlem ve görüşme tekniklerini kullanarak uygulamalı çalışmaya dayalı çok sayıda eser vermiştir. Türkdoğan’a göre anket, sorunları görmek ve tanımak içindir. “Anketlerin görevi demir atma (ankoraj)dır. Denizcisiniz, motorunuz var altınızda, Marmara’dan sahillere inmişsiniz, bölgeyi tanımak için nereye demir atmanız lazım, araştırmaya değer mi, değmez mi, anketler araştırmacıya bunu gösterir. Bundan sonra yapılacak iş, o insanların değerlerini, inançlarını araştırmaktır ki bu alan araştırmasına dayanır. “Ben eserlerimin hiçbirini sadece anket tekniği ile gerçekleştirmedim, incelediğim grubun içinde kaldım. Sosyolojinin metodu ‘katılımcı gözlem’dir. İki önemli teknik ‘görüşme’ ve ‘gözlem’ bize derinlemesine bilgi verir (Güngör-Ergan 2007).

3.Yapısal-Fonksiyonalist Yaklaşım: Türkdoğan’a göre Parsons’un belirttiği gibi bir sistemin genel niteliği değişkenlerinin birbirleriyle olan bağlantılarına dayanır. Bu açıdan toplum birbiriyle bağlantıları bulunan kurumlardan oluşan bir sistemdir. Çeşitli akademik disiplinler çerçevesinde bu sistem analiz edilmelidir. Osmanlı’dan Günümüze Türk Toplum Yapısı adlı eserinde “Bu araştırmada ele alacağımız Osmanlı merkezî yönetim biçimi, değerler yönelimi, sosyal tabakalaşma modeli, etnisiti seçiciliği, sektizm eğilimleri, aile yapısı, merkez-çevre ilişkileri tümü ile böyle bir sosyal sistem modeli içinde yorumlanacaktır”(Türkdoğan 2008: 21) ifadeleri ile yapısal-fonksiyonalist yaklaşımını dile getirmektedir.

Ziya Gökalp, Ziyaeddin F. Fındıkoğlu, Orhan Türkdoğan Çizgisi

Ziya Gökalp 1900’lü yılların başında Türk ulus-devletini kurmanın ve millet olmanın fikri zeminini hazırlıyor; Türkiye’de sosyolojinin ve sosyoloji kürsüsünün kuruculuğunu yapıyor. Gökalp XX. Yüzyılda artık imparatorlukların yıkılacağını ve yerlerine ulus-devletlerin/milletlerin geçeceğini görüyor. Bu süreçte diğer imparatorluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu da ortadan kalkacak ve yerine Türk ulus- devleti geçecek, Sosyoloji de bu dönüşüme hizmet etme fonksiyonunu üstlenecektir.

Ziya Gökalp, millet oluşturma sürecinde Osmanlı sosyal yapısına bakar; halk ve aydınlar olmak üzere ikili bir toplumsal tabakalaşma dikkatini çeker. Halkta hars vardır, aydınlar medeniyete sahiptir. Bu ikili yapı toplumun çeşitli alanlarında kendini gösterir. Edebiyat alanında halk edebiyatı ve divan edebiyatı; şiirde hece vezni ve aruz vezni; musikide halk musikisi ve saray musikisi; v.s… Gökalp aydınların halka giderek onlara medeniyeti öğretmeleri ve halktan da harsı almaları, başka bir deyişle aydın-halk bütünleşmesinin sağlanması yoluyla bu ikili yapının ortadan kaldırılmasını önerir (Aydın 2008: 162)

İkinci nesil Türk sosyoloğu olarak Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu; ulus-devletin ve cumhuriyetin kurulduğu, sosyo-kültürel alanda inkılâpların gerçekleştirilmiş olduğu dönemin Türkiye’sinde “yerli ve millî bir düşünce geleneğinin kurulması” ve bu yolla “Türkiye’de milletleşme olgusunun gerçekleşmesi/tamamlanması”, “Türkiye’nin, Türk toplumunun sosyo-kültürel bütünleşmesinin ve gelişmesinin sağlanması”nı hedeflemiştir. Fındıkoğlu’nun çalışmalarını sürdürdüğü dönemde Türkiye’de sosyo-kültürel hayat alanında çok çeşitli ve yaygın problemler yaşanmaktadır; buna karşılık bu problemlerin çözümünde kullanılabilecek bilgi birikimi yeterli değildir. Fındıkoğlu çeşitli alanlardaki çok yönlü çalışmalarıyla bir taraftan inkılâpların halka benimsetilmesi, bir taraftan bilimsel bilginin üretilmesi ve Batıdaki birikimin nakledilmesi yoluyla belli bir kültürel birikimin sağlanması, bir taraftan da üretilen bilginin sosyo-kültürel yapıdaki problemlerin çözümünde kullanılması hedeflerine yönelik olarak faaliyetlerini sürdürmüştür.

Millet ve millî-devlet inşa etme sürecinde üçüncü nesil Türk sosyoloğu olarak Orhan Türkdoğan, sosyolojik çalışmalarında Türkiye’de Gökalp’ın XX. Yüzyılın başında önerdiği aydın-halk bütünleşmesinin gerçekleşmediğini ve Fındıkoğlu’nun özelliklerini belirlediği aydın tipinin yetişmediğini görmüş ve milletleşme olgusunun önündeki engelleri araştırmıştır. Önce tarihî bakış açısını kullanarak Türk tarihinin sosyolojisini yazmış, bu süreçte Türkiye’de mevcut aydın tipinin özelliklerini sorgulamıştır. O, millî- vatanî endişe sahibi, halkıyla bütünleşebilen, Türkiye’deki toplumsal problemleri inceleyerek çözüm üreten aydın tipinin millî kültürü üreterek, geliştirerek ve bütünleştirerek, sosyo-kültürel bütünleşmeyi ve milletleşmeyi sağlayacağı görüşündedir.

 

Türk Toplumunun Dinamikleri

Türkdoğan günümüzde Türk toplumunu meşgul eden toplumsal olay ve olguları tespit etmiş ve bu dinamiklerle ilgili temel eserler ortaya koymuştur. Onun bu konudaki görüşlerini şu başlıklar halinde ortaya koymak mümkündür:

1.Terör ve Anarşik Olaylar: Türkdoğan’a göre, Türkiye 1983’ten itibaren bir çatışma ortamı içine itilmiş ve halen de özellikle Doğu ve Güneydoğu’da bu savaş bütün hızıyla devam etmektedir. Ancak, Türk sosyolojisinde Batı anlamında katılımcı gözleme dayalı şiddet profilini belirleyen incelemelerden söz etmek mümkün değildir (Türkdoğan 2008a: 199-201). Güneydoğu yöremize yönelik şiddet ve terör olayları bir üst yapı olayı değildir. Bu yöreler tarihsel süreç içinde Sümer’lerden beri Türk milletinin kültür ve değerler sisteminin bir parçasıdır. Bu nedenle, bu coğrafyaya sahip çıkmak, terör ve anarşi olaylarına karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin de ötesinde akademik kuruluşlar ve yerel yönetimlerle işbirliğine dayanan kalkınma projeleri üretmek zorunluluğu vardır. Bölge üniversiteleri birer toplumsal aktör olarak Doğu ve Güneydoğu’da sorunların çözümlenmesinde etkin rol oynayabilecek konumda olmalıdır (Türkdoğan 2008b:19).

2.Aşiret-Kabile Olgusu: Kabile-aşiret yapısı Türk sosyolojisinde toplum dinamiklerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye yüzyıldan beri kentleşme süreci içinde yer alırken, aşiret-kabile yapılaşması deyim yerindeyse feodal özelliğini sürdürmektedir Tamamen kapalı bir kast sistemini meydana getiren bu düzen, büyük toplumla kültürel bütünleşmenin yolunu tıkamaktadır. Ağa, Seyit v.b. adlarla çağrılan aşiret reisleri karar vermede, toplumsal ilişkilerde düzen sağlayıcı konumlarını korumaktadırlar (Türkdoğan 2008b: 21). Millet altı diyebileceğimiz bu oluşumlar, bir yandan kıvançta ortak semboller etrafında birleşme anlamında milletleşme sürecini; öte yandan da sosyal evrimin millet altı yapısında kalmak suretiyle kültürel bütünleşmeyi engellemektedir.

Bunun için de önce aşiret veya kabile asabiyetinin milletleşme potasında eritilmesi gerekir. Aile yapısı, akrabalık ilişkileri, değer ve inanç sistemleri, dünya görüşleri ve hayat tarzları yanında büyük topluma bakış açıları, politik yönelişleri, liderlikle ilişkileri, etnik tabakalaşma, maddî ve manevî kültür ürünleri en yeni yöntemlerle açıklığa kavuşturulmalıdır.

3.Alevî- Bektaşî Yapılaşması: 1970’ler sonrası Türkiye’sinde radikal siyasallaşma süreci, Alevî-Bektaşî olgusunu da gündeme getirmiş, toplumun sol tarafında konu hümanist-evrensel çizgilerden günümüzde siyasallaşmış ve ideoloji kimliğine bürünmüştür. Türk heterodoksu olarak Alevî-Bektaşî olgusu yaklaşık olarak nüfusumuzun 1/5’ini oluşturmaktadır. Böyle güçlü bir cemaat oluşumu hakkında modern sosyoloji ve antropolojinin metot ve tekniklerini kullanmak suretiyle yoğun bir saha araştırmasının yapılmamış olması en önemli boşluğu teşkil etmektedir. Bugün Anadolu’da Alevî-Bektaşî ocakları ve bunları temsil eden dede, baba, mürebbi, seyit ve talib gibi birçok dinî liderler mevcuttur. Hatta, alevî kültür sahaları ve bunların bağlı oldukları çok sayıda ocakların dağılımına rastlıyoruz. Tahtacılar, Çepniler, Babailer, Abdallar, Abdal Musalar, Ağuçiçenler, Hubuyarlar v.s… birimler Ocakzadeler çizgisini oluştururlar. Bunlar arasındaki kültürel değişkenler, toplumsal ilişkiler ve inanç sistemleri henüz ayrıntılarıyla ele alınmış değildir (Türkdoğan 2008a: 205).

  1. Modernleşme Anlayışımızın Bilimsel Açıdan Yeniden Yorumlanması ve Değerlendirilmesi: Türkdoğan’a göre modernleşme, kentleşme-kentlileşme, toplumsal hareketlilik, eğitim düzeyinin yükselmesi, bireyin beklentilerinde kendini sürekli yenileme atılımı tarzında belirlenebilir. Modernleşme aslında inanç ve kültür değerlerinde yeniliği benimseme eğilimleridir. Bu yenilik modernos sözcüğünden gelir; çağın gereği ne ise ona uyma, onu benimsemektir. Çağın gereği Batı’da olabilir, Doğu’da olabilir. Türk modernleşme modeli eğitim ve kültür kazanımlarını dışlayan, sadece kılık-kıyafete yönelik bir anlayışı temsil etmesi sebebiyle tek boyutludur. Tek bir yöne saplantı modernleşmenin esprisine aykırıdır (Türkdoğan 2008b: 20).
  2. Laiklik Anlayışımızın Bilimsel Açıdan Yeniden Yorumlanması ve Değerlendirilmesi: Fransız pozitivizminin yansıması şeklinde ortaya çıkan laiklik anlayışımız da din kurumunu tamamen devreden çıkarmış, dinsel yaşamı dışlamıştır. Oysa dinsel kurum ahlâkın, günlük yaşamın, ekonominin etkileşim alanıdır. Nitekim, Max Weber’in ekonomik sistemi Protestan ahlâkına dayanmaktadır. Protestan değerler Amerikan ruhunun en belirgin simgesidir (Türkdoğan 2008b: 20).
  3. Zenginlik-Yoksulluk Kültürü Dikotomisi: Türk toplumunda bir tarafta büyük kentleri kuşatan gettolar, gecekondular ve kırsal alanlarda sürüp giden aşiret-kabile yapılaşmaları, diğer tarafta yalılarda yaşayan ve har vurup harman savuran bir tabakalaşma biçimi Türk toplum yapısının ikilemidir. Her iki tabaka da günümüzde Türk toplumunun kutuplaşmasına yol açan birer kast görünümündedir (Türkdoğan 2008b: 21).

7.Etnik- Azınlık Yapılaşması: Türkdoğan’a göre bu konu Türk toplumunda önemli bir sosyal-kültürel dinamik olmasına rağmen Türk sosyolojisinde etniklik-azınlık boyutları bir alt disiplin olarak gereken ilgiyi görmemiştir. Peter A. Andrews Türkiye’de Etnik Gruplar adlı eserinde Türk toplumunun 47 etnik gruptan oluştuğunu belirtmeye çalışmış, onun bu tezi içerde ve dışarıda ayrılıkçı unsurlara ve gruplara büyük destek sağlamıştır.

Etnik farklılaşma her şeyden önce bir toplum içindeki azınlık-çoğunluk ayrımıyla yakından ilgilidir. Bir milletin siyasî denetiminde kendi milliyet grubu hâkim durumda ise, fert bu çoğunluk grubunun üyesi, eğer ferdin mensup bulunduğu milliyet grubu hâkim durumda değilse, o zaman bu fert azınlık grubunun üyesi sayılır. Böyle bir ilişkiler sisteminde sadece azınlık grubu, etnik grup olarak kabul etmek sosyologlar arasında tercih görmektedir.

Parsons, etnik grubu “Ortaklaşa bir soydan veya gruptan geldiklerini kabul eden akrabalık gruplarının bir araya toplanması” olarak belirlemiştir. Etniklik ise, hem soy hem de milliyet birliği anlamında kullanılır. Ancak etniklik kavramı, Batı sosyolojisinde son derece esnekliğe sahiptir. Gerçekte etniklik kavramı veya olgusunun tek bir unsurla belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle, çağdaş sosyoloji açısından etniklik anlayışı, yeni ve deneyime dayalı görüşleri yansıtmaktadır. Şöyle ki, dünyanın birçok kısmında insanlar deri rengi, saç dokusu, çeşitli yüz biçimleri, kafa şekli gibi belirli ırkî özellikleriyle farklılık gösterirler. Bu tür doğuştan gelen özellikleri biz soy olarak ifade ediyoruz. Buna karşılık dil, din, ekonomik düzenlemeler, hükümet, beslenme alışkanlıkları, elbise şekilleri ve aile tipleriyle dünya üzerindeki insanlar kültürel ayrılıklar gösterirler. İşte kültürel pratiklerdeki bu farklılıklardan ötürü bu insanlara etnik gruplar diyoruz (Türkdoğan 2008a: 206-207).

Türkdoğan’a göre Türk sosyolojisinde etnik grup, azınlık ve milliyet grupları gibi kavramlar henüz bir belirginlik kazanmış sayılmaz. Bu yörelerle ilgili devlet politikamız yeni yaklaşımlarda bulunmalı, akademik kuruluşlarımız yöresel alan araştırmaları/incelemeleri ile gerçekleri ortaya koymalıdırlar (Türkdoğan 2008b: 17-19).

8.Millî Kimlik ve Millet Oluşturma Süreci: Türkdoğan’ın en çok üzerinde durduğu toplum dinamiği millî kimlik ve millet oluşturma sürecidir. Ona göre günümüzde Türk sosyolojisi milletleşme sürecine yaklaşık bir yüz yıl sonra tekrar dönmüş bulunmaktadır. 1900’lerde başlayan Osmanlılık-Türklük kavram belirlemeleri veya millet-ümmet farklılaşmaları, günümüzde de kimliğini aynı çizgide sürdürmektedir (Türkdoğan 2008.: 210-211).

Milletleşmenin özü, fertlerin içinde yaşadıkları toplumla bütünleşmeleri ilkesine dayanır. Bunun gibi millet düzeyine ulaşmış bir toplumda sosyal katılım, yani teba durumundan yurttaş durumuna geçiş vardır. Aynı şekilde örgütlenme yapıya hâkimdir. Siyasî partiler, sendikalar, meslekî organizasyonlar gibi çok çeşitli sivil toplum unsurlarının gelişmesi de bu millet oluşturma sürecinin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Günümüzde katılımcı demokrasi sözcüğü ile anlaşılan da, siyasî partilerin bu tür millî birlik şuuru etrafında kitleleri bütünleştirmeleri olarak algılanır.

Ancak millî kimliğin dış ve iç etkenler sebebiyle istenilen seviyede oluşamaması, 1980’ler sonrası Türk toplum yapısının atomize olmasına sebep olmuştur. Hatta çoğu kez sorumlu devlet yöneticileri ve akademisyenler tarafından 27, 32 veya 47 etnik gruptan söz edilmesi, sadece Güneydoğu bölgesinde 17 alt-kültür grubundan bahsedilmesi ülkemizde millî kimliğin yarılması denilen bir süreci gündeme getirmiştir. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu bölgesinin 24 ilini içine alan ve 12 yıldan beri devam eden son derece organize bir savaşın yanında, yöre insanının önemli bir kesiminin aşiret-kabile yapısı içinde yaşaması, 75 yıldan beri uygulanan kültür politikalarının sorgulanmasını gerektirmektedir.

Sosyolojik açıdan eğer bir toplumda, ortak duygularda birleşilemiyor, yurt sathında tasada ve kıvançta yürekler bir ve bütün olarak çarpmıyor, kurumlar arası organik bağlılık ve bütünleşme sağlanamıyorsa, devletin yasal gücü toplum katlarında etkinliğini duyuramıyor ve millî gelirin dengeli bir şekilde dağılımı sağlanamıyorsa, millî kimliğin varlığından söz etmek mümkün değildir (Türkdoğan 2008a: 218).

Türk Toplum Yapısının Merkez-Çevre Modeli ile Açıklaması

Türkdoğan’a göre Asyatik Türk toplumlarının yapısal niteliği merkez-çek modelini temsil etmektedir. Merkez bir inanç sistemi olarak halkını kucaklayan, onunla özdeşleşen ve “sen varsan ben de varım” diyen bir dünya görüşüne sahiptir. Göktürk Abidelerinde bu oluşumun derin izleri görülmektedir. Bilge Kağan’ın “Ey Türk budunum” mesajı Orhun Anıtları’na işlenmiş 732 yıllarına uzanan bir sesleniştir.

Horasan merkez olmak üzere İran coğrafyası üzerinde kurulan Büyük Selçuklu Devleti Türkçe’yi geri plana iterek Farsça’yı resmi dil olarak kabul etmiş, yönetimi de İran’dan getirdiği aydın kadrolara bırakmıştır. Benzeri yöntemi Anadolu Selçuklu Devleti de benimsemiştir. İrene Melikoff’un “Horasanlaşma” olarak kabul ettiği bu olay, giderek Türk tarihinde merkez-çevre ayrışımına zemin hazırlamıştır. Türk tarihinde ilk kez Oğuz-Türkmen ikiliği bu oluşumun izlerini taşır. Selçuklular ve Osmanlı, kendilerini Oğuz, yönetilenleri –yani kendi öz halkını- da Türkmen olarak algılamış; böylece merkez-çevre ikilemine neden olmuştur ki bu ikilem günümüze kadar etkilerini devam ettirecektir (Türkdoğan 2008c: 20-21).

Cumhuriyetle birlikte ümmet anlayışından millet anlayışına geçilmiş, kurucu unsur ön plana çıkarılmıştır. Tarihsel merkez-çevre ayrışımında arka plana itilerek unutulan halk Atatürk’ün çabalarıyla Türklük olgusunda birleştirilerek Ulus-devlet oluşturulmaya, “Halkçılık” ve “Milliyetçilik” ilkeleri yardımıyla merkez ve çevre bütünleştirilmeye çalışılmıştır. Türkdoğan için bu Türk tarihi açısından bir dönüm noktası, bir Rönesans’tır, o da aynı amaçlarla bu ilkeleri önemsemiştir.

Türkdoğan günümüz Türk toplumundaki gerilimi ve gecekondulaşma, zenginlik-yoksulluk kültürü, Alevî-Sünnî ayrımı gibi birçok problemi merkez-çevre modeli çerçevesinde açıklamaya çalışır; ikili toplum yapısı, ya da merkez-çevre ilişkisi onun açıklamalarında anahtar kavram niteliğindedir.

Sonuç olarak, Orhan Türkdoğan Gökalp-Fındıkoğlu çizgisinde, Türk toplumunda milletleşme sürecinin tamamlanması, Türk milletinin ve ulus-devletinin bekası için millî-vatanî endişe ile gece-gündüz çalışan, tarihî perspektif ve bütüncü yaklaşımla, nicel ve nitel araştırma tekniklerini kullanarak, çeşitli alanlarda, teorik ve uygulamalı çok sayıda özgün eser ortaya koyan bir Türk sosyoloğudur.

 

KAYNAKÇA

1.AYDIN Gülay, Orhan Türkdoğan’ın Devlet Anlayışı, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2008.

2.GÜNGÖR ERGAN Nevin, Orhan Türkdoğan İle Hayatı, Eserleri ve Etkilendiği Fikir Ortamı Üzerine Bir Görüşme, İstanbul, 2007.

3.GÜNGÖR ERGAN Nevin, (2010). “Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN’ın Hayatı ve Eserleri”, Sosyoloji Yazıları 2: Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN’a Armağan, Hacettepe Üniversitesi Yayını, s. 3-45.

  1. TÜRKDOĞAN Orhan, Osmanlı’dan Günümüze Türk Toplum Yapısı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008.

5.TÜRKDOĞAN Orhan, “Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’a Düzenlediğimiz Saygı Günü ve Madalya Töreni’nde Yaptığı Konuşma”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, S. 263, Kasım 2008, s. 17-21.

6.TÜRKDOĞAN Orhan, “Türk Toplumunda Merkez Çevre Oluşumu ve Günümüze Yansımaları”, 2023, Aralık 2008, s. 20-24.

7.TÜRKDOĞAN Orhan, Türk Toplumunun Tarihsel Kimliği ve Günümüz Sorunları, IQ Yayıncılık, İstanbul, 2009.

————————————

Atıf:

ERGAN, Nevin GÜNGÖR “Prof. Dr. Orhan Türkdoğan”, Türk Yurdu, Ocak 2011 – Yıl 100 – Sayı 281
Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı

Yazar
Nevin Güngör ERGAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen