Prof. Dr. Tahsin Görgün Hocayı Dinlerken

Kenan EROĞLU

 -1-

Prof. Dr. Tahsin Görgün hâlen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır.

Tahsin hoca Temel ilgi alanları arasında; “Fıkıh usulü, Osmanlı dönemi ve Meverâünnehir” ağırlıklı olmak üzere, “İslam düşüncesi tarihi”, “felsefenin dil, bilgi, ahlak, tarih, siyaset, bilim, toplum” gibi muhtelif konuları. “Kur’an araştırmaları, Osmanlı-Batı ilişkileri ve Osmanlı’nın Batı’ya tesiri”, “Alman idealist felsefesi” ve ayrıca “Elmalılı Hamdi Yazır’ın Görüşleri ve İlim Felsefesi”  Gibi konular yer almaktadır.

Onu dinlerken alabildiğim notları aktarıyorum.

            …….

“Biz aslında düşünceyi sadece batı dünyasında olup bitmiş bir hadise olarak görmüyoruz.

Biz aslında aynı zamanda Türkiye’de, bütün bir İslam dünyasında geçmişte ortaya çıkarılmış olan, geliştirilmiş olan bütün düşünceyi araştırmak gerektiğini, tartışmak gerektiğini düşünüyoruz. Ama aynı zamanda Amerika’da, Avrupa’da, İngiltere’de, Fransızca, İngilizce, Arapça gerçekleşmiş olan, Latince gerçekleşmiş olan düşünceyi, Grekçe ifade edilmiş olan düşünceyi de dikkate alıyoruz.” 

            ……..

“Genel olarak bir kanaat vardır.

“Türk düşünce hayatında önemli bir şey yoktur” denir.

“Eğer olsaydı buna dayalı olarak eserler olurdu” denir.

Eğer bir insan bir dağın eteğinde durup dağın zirvesini göremezse “dağ yoktur” diyebilir, fakat dağ yok olmaz.

Eğer insan dağa sırtını dönmüşse elbette dağı göremez. Dağı göremedi diye de o dağ yok olmaz.”

(Tıpkı misalde olduğu gibi; Bir insan kendi tarihine, kendi düşüncesine ve kendi birikimine sırtını dönmüşse elbette arkasındaki dağ gibi birikimi görme imkânı yoktur.)

“İnsanlık tarihinin en az 7-8 yüz yıllık bir dönemine hükmetmiş bir milletin, Hindistan’ın, Çin’in Orta Asya’nın, Afrika ve Avrupa’nın kaderi üzerinde etkili olmuş bir topluluk olan Türklerin bir düşüncesi ve düşünce sistemi olmamış olabilir mi?”

……

“İlk çağ, orta çağ, yakınçağ konusu 19. Yy.da batı toplumlarının uydurduğu kavramlardır.

Biz de bu kavramları oradan aldık.

Batı sömürge okullarında okuttukları ve ezberlettikleri bir sistemidir bu.”

“Abd’li edebi tarihçi, Anne Mary Hudson “16. yy.da Mars’dan uzaylı gelse ve dünyaya baksa tüm dünyanın Müslümanlığa girmenin eşiğinde olduğunu görürdü” diyor.

16. Yy. da dünyada 3 büyük devlet var.

Osmanlı devleti; Avrupa’nın güney yarısı, Afrika’nın neredeyse tamamı ve Ortadoğu’da hâkim.”

Safevi devleti: (İran, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hüküm sürmüş bir Türk Devletidir.)

Ve 

Babür devleti: (Hindistan, Pakistan ve Afganistan bölgesinde hüküm sürdü. Tarihçi Yılmaz Öztuna’ya göre Türkler Hindistan’da 900 sene kaldılar.)

Bu üç devlet de Müslüman Türk devletidir. “

16.ve 17. Yyılda Osmanlının tesiri sadece siyasi ve askeri bir tesir değildi.

Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere vs. devletlerde yaşayanlar Osmanlı devletine bakarak kendi hayatlarını düzenliyorlar, çeki düzen veriyorlardı.

Alman Filolog Frederick Mayneke; “17. Yy. da batı Avrupa’da yaşayan siyasetçi ve düşünürlerin kafasındaki ideal devlet ve düşünce Osmanlı’da tahakkuk etmişti”(diyor).

Yani nasıl bir devlet istiyorsunuz sorusunun cevabı “Osmanlı gibi” idi.”

“Birçok batılı yazarda bunu görebiliriz.

(Makyavel, Thomas Hudson, Jean Buden, John Locke)

Bu insanları hep biliriz de bu insanların ilham aldıkları ve etkilendikleri düzeni (Osmanlı) yı pek tanımayız.

Onların düşündükleri etkilendikleri bir düzen var mıydı ki hiç bilmeyiz, merak etmeyiz.

(Toplumda) 19.yüzyılda ve daha çok 20. Yy. da şöyle bir fikir oluştu. “Klasik bir Türk-İslam düşüncesi, Osmanlı düşüncesi diye bir şey olsaydı biz onu biliyor olurduk.

Bu düşüncenin tarihi olurdu.

Bu düşüncenin düzen olarak devamı olurdu (Osmanlı’nın ideal düzeni).

Devlet yıkılmazdı.

Kendi etkin varlığını sürdürürdü.”,

“Etkin varlığını sürdürmeyip yıkıldığına göre, öyle bir düşünce yoktu, dolayısı ile bilim yoktu, teknoloji yoktu, teknik yoktu”.

“O dönemi yaşayan insanlar kendi tarihlerini yazmadıklarına göre, olsaydı yazılmış olurdu.”  Gibi bir düşünce oluştu.”

………

“Esasında; 18. Yy. sonu, 19. Yy. başında dünyada bir fikir tarihi diye bir şey yok. Avrupa’da o dönem her taraf dolu da bizde bunlar yok, biz yazmamış değiliz ki.

Düşünce tarihi yazma geleneği 18. Yy. ortalarında teşekkül etmeye başladı.

Düşünce tarihini bir disiplin halinde yazma işi 19. Yy. da ortaya çıktı.

Avrupa’da düşünce tarihini yazanlar “biz hem bu günümüzü yazıyor, oluşturuyoruz. Ama geçmişi de yazıp oluşturabiliriz.           

“Eskiden gelen verileri yeniden kurup hayatımızın parçası haline getirmiş oluruz.” (Diye düşünüyorlardı)

Batı bunu yaparken hakikatin peşinde olmak değil, hakikatin kendileri tarafından icat edildiği, kurulduğu varsayımına dayandılar

Batılı için konu, hakikatin yazılması değil, Oluşturmak istedikleri hakikatin inşası için kullanılıyor.”

……..

“Türkler, tarihi yapıyor ve yaşıyor. Ama düşünce tarihini ise en işlerine yarayacak şekilde kurgulayıp yazmıyorlar, yazmayı düşünmüyorlar.

Çünkü hakikat kendilerini bağlıyor.

Türk düşüncesinin esasına göre; “Bizden bağımsız bir hakikat var. Ve o hakikat bizi bağlar.”

“Batı düşüncesi tarihinde ise; “Aslında hakikat diye bir şey yoktur. Biz o hakikati kendi konumumuza ve çıkarlarımıza göre kendimiz kurar inşa ederiz” düşüncesi hâkim.”

“Abd’li düşünür, Richard Forty “Olumsallık İroni ve Dayanışma” kitabında;          “Hakikatin bizden bağımsız bir şey olmayıp, bizim tarafımızdan icat edildiği varsayımı” der.

…..

Not : Devam edecek.

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen