Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
Popüler kültür gölgesi altında yürüyen siyaset ortamında, bilgi ve düşünce ile ahlaki duruşun gerilediği şiddetli bir propaganda egemenliği sürüyor. Siyasete, bilgi ve düşünce üretenler değil, çoğunlukla çok büyük parasal kaynaklara sahip olanlar yön veriyor. Popüler kültür taşıyıcısı seçmenlerin büyük bir kısmı ise en çok sesi çıkan ve görünür olan siyasetçileri çekici buluyor. Bunlar arasında, kendi meşrebine en uygun duran popülist siyasetçinin peşine takılıyor.
Son yerel seçimde, partilerin aldıkları oy oranları üzerinden ‘kazananlar’ ve ‘kaybedenler’ biçiminde sınıflandırma yapıldı. Yüzeysel olarak bu doğru görünse de aslında seçimlerin asıl kazananı para ve propaganda gücüne sahip olanlar, kaybedenler ise bu kaynak ve araçlardan yoksun olanlardı.
Etkili iletişim ve propaganda
Kişisel ve toplumsal ilişkileri belirleyen önemli toplumsal süreçlerden birisi de etkili iletişim olgusudur. Etkili iletişim, toplumsal ilişkileri ve kitlesel yönelimleri belirleyen en etkili davranış etkeni olarak bilinir. Bir toplumsal süreç olarak etkili iletişim, belirli kaynaklardan diğer kişilere, belirli bilgi ve düşünce ile çeşitli duyguların iletilmesi olgusudur. Etkili iletişimin temel amacı, iletişim yoluyla hedefteki insanlarda yeni davranışlar oluşturmak ya da değiştirmektir. Bu anlamda, bilimsel etkinliklerin yürütülmesi ve eğitim süreci olumlu anlamda birer etkili iletişim alanıdır.
Karşıdaki insanlara eleştiri ve tartışma imkânı vermeden tek taraflı yapılan etkili iletişim tekniğine ise propaganda denilmektedir. Söz gelimi, tek taraflı olarak karşıdaki insanları etkileyici siyasal, dinsel ve ekonomik içerikli iletişimler birer propaganda eylemidir.
Popüler siyaset ve propagandanın gücü
Popüler kültür gölgesi altında geçen siyasal ortamda, akıl ve bilim ile ahlaka dayalı düşünce gevşerken, akılcı olmayan ve tepkisellik içeren kitlesel davranışlar yaygınlaşıyor. Tutum ve davranışlarda bireysel irade ve düşünceden çok, abartılmış veya köpürtülmüş duygu ve heyecanlar egemen oluyor. ‘Doğru’ ile ‘yanlış’ ve ‘iyi’ ile ‘kötü’ arasında isabetli seçim yapma tavrı, akılcı düşünce ve bireysel iradeyi gerektirir. Bu doğrultuda hareket etmek isteyen insan, her şeyden önce bilgi ve düşünce ile ahlaki tutum sahibi olmalıdır. Kendi zihin dünyasında yeterli ölçüde bilgi ve düşünce ile ahlaki değer olmayan kişilerin davranışlarında, içgüdüler ile güçlü çevresel etkenlerin etkisi oldukça belirleyici oluyor. Popüler kültür ortamında şekillenen propaganda yoluyla kitlelere sanal ve yanıltıcı duygular yükleniyor.
Siyasal içerikli propaganda
Siyasal içerikli propaganda, siyasal anlayış kapsamındaki duygu ve düşüncelerin, muhataplara tek taraflı olarak aktarılmasıdır. Hedef kitle, belirli söylem ve simgeler yoluyla şartlandırılmaya çalışılır. Koşullu ve edimsel şartlandırma işlemi sonucunda, çoğunlukla akıl ve bireysel irade devre dışı kalır. Sürekli ya da belirli aralıklarla yapılan propaganda içerikleri oldukça etkili olunca, kişi ve toplulukların bu zihinsel bagajlardan kurtulması oldukça zor oluyor. Bir anlamda, insan zihnini, akıl ve vicdana dayanan düşüncelerin yerine, çoğunlukla propaganda yoluyla yanıltıcı duygu ve imgeler dolduruyor. İnsan düşüncesinin yetersizliği ölçüsünde, siyasal yönelimlerde de propaganda süreci oldukça etkili oluyor.
Aşırı propaganda düşünceyi boğuyor
Seçim sürecinde çok büyük miktarda para harcanması, siyasetin bilgi ve düşünce temelli olmasını önleyerek tamamen bir propaganda eylemine dönüştürüyor. Bir iletişim tekniği olarak propaganda, muhataplarına savunma hakkı vermeden görüşlerin tek yanlı olarak aktarılması olayıdır. En masumane biçimiyle duygu ve düşüncelerin, ilgili muhataplarına tanıtılması olarak tanımlansa da uygulamada oldukça saldırgan bir beyin yıkama aracına dönüşüyor. Zihinlerinde yeterince doğru referans olmayan kitle, ‘doğru-yanlış’ ve ‘iyi-kötü’ ayrımlarını yapma yetisini yeterince gösteremiyor. Bu durumda, kendilerine en fazla aktarılan söylemler ile en fazla gösterilen simge ve görselleri, doğru ve iyi olarak algılıyor. Bir defa, siyaset yöneticileri, kitle üzerinde propaganda yoluyla beklenilen sonucu alınca, daha yeni bilgi ve düşünceye gerek görmüyor.
Siyasetin nabzı paranın güdümünde atıyor
Propaganda olgusunun asıl malzemesi ise para ve kitle iletişim araçlarıdır. Para ve propaganda gücü ile kişilerin değer yargıları tahakküm altına alınıyor. Hedef kitlenin, nasıl bir tercihte bulunması gerektiğini, kendi gerçekliği değil propaganda içeriği telkinler tayin ediyor. Güçlü bir propaganda yoluyla başarısızlık başarıymış gibi, yetersizlik yeterliymiş gibi algılatılabiliyor. Söz gelimi, iktidar bloku, son yerel seçimde -bir miktar oy kaybı olsa da- para ve propaganda gücüyle başarısızlığın üzerini örtebiliyor. Özel imkânlar ile özellikle kamu örgütleri, gelirleri ve araçları üzerinden yaptığı yaygın propaganda nedeniyle hâlâ destek görüyor. Bu anlamda, ‘kaybeden’ siyasal partiler arasında sayılması yalnızca biçimsel bir görünümden ibarettir. Seçimin ‘kazananlar’ kategorisi içinde sayılan ana muhalefet partisinin, bilgi ve düşünce temelli siyasetten çok, harcadığı paralar sayesinde tepki oylarını topladığı görülüyor. Seçimde oyunu artıran siyasal islamcı partinin de çok büyük bir mali imkânla seçime katılması, siyasette ‘paranın gücünü’ ortaya koyuyor.
Yaygın propaganda zihinleri perdeliyor
Görkemli bir geçmişe sahip olmakla birlikte günümüzün gerçekleriyle yüzleşme cesaretini gösteremeyen topluluklar, geçmişleriyle övünmeye çalışıyor. Tarihle övünme tavrı, bilgi ve düşünce üretimi ile güçlü bir ekonomiyle birlikte gitmeyince, çoğunlukla hamaset ağırlıklı bir duygusal iletişime yol açıyor. Çaresizlik ve öğretilmiş acizlik psikolojisiyle malul topluluklar, hayal ve kalp kırıklığı karışımı bir duygusallık yaşıyor. Bir defa, kitle ya da çeşitli iletişim muhatapları, hamaset ağırlıklı mesajlara yatkın ise bu toplulukları manipüle edecek siyaset kurnazları mutlaka çıkıyor. Toplumsal ikiyüzlülük, basmakalıp bir yaşam tarzına yol açarken, toplumsal değerlerde yaygın bir değersizleşme ve yabancılaşma yaşanıyor. Söz gelimi, millî devletin anayasasını fiilen delenler ‘yerli ve millî’ oluyor; ‘Türk Milleti’nin geleceğini çalanlar’ İslamcı oluyor; Türk ekonomisine ve yurduna çökülmesine göz yumanlar ile seçimde etnik ayrılıkçıyı milletvekili yapanlar ‘milliyetçi’ oluyor; bölücülere şirinlik yapıp vatan hainine ‘hain’ diyemeyen ve küresel güçlerden ‘rol kapma’ peşinde olanlar ‘Atatürkçü’ oluyor; iş uyuşmazlığı sürecinde yetkili sendikanın yasal grevini kırmak için Hindistan’ dan getirilen kaçak işçilere sessiz kalanlar ‘sosyalist’ oluyor; Güney Doğu Anadolu’nun aşiret ve ağalık düzenine hiç itiraz etmeyen ve bölücü terör örgütünün uzantısı olan parti ‘solcu’ oluyor. Bu düşünce akımları içinde olduğunu kabul eden kitleler de bunca büyük çelişki ve tutarsızlıkları bir sorun olarak görmüyor. Çünkü, aşırı propaganda yoluyla zihinlere doldurulan siyasal yandaşlık tarzı, gerçek düşünce tavrını gölgeliyor ve etkisiz hale getiriyor.
Siyasetin önceliği bilgi ve düşünce olmalıydı
Vurguncu kapitalist sistem nedeniyle her şeyin ve değerin parayla ölçülmesi sonucunda, mevcut ekonomik ve siyasi düzeni, ciddi bir biçimde eleştirecek bilgi ve düşünce iklimi pek oluşmuyor. Vurguncu kapitalist düzeninin değirmenine su taşıyan siyaset kurumu, siyaset işlerini tamamen hamaset söylem ve görselleriyle yürütüyor. Bir şekilde, alternatif bir bakış açısıyla gerçek bir muhalefet doğsa da tutarlı bir siyasal harekete dönüşmüyor.
Küresel kapitalizmin gölgesinde şekillenen 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu ve paralı siyaset pratiği yüzünden gerçek milliyetçilik yaklaşımı geniş kitlelere pek ulaşmıyor. Siyasal görüş ve paranın ilişkisi, düşünce üretme ortamı ve araçları yaratma tavrı ile sınırlı olmalıydı. Aşırı para ve propaganda kullanımı, siyasal görüşün tanıtım boyutunu aştığı zaman, yeni düşünce üretimine gerek duyulmuyor. Toplumsal sorunların çözümü noktasında yeni görüşler yerine, propaganda gücüyle yaygın bir siyasal ikiyüzlülük egemen oluyor. Aşırı ve sürekli propaganda eylemi, hem siyasetçi hem de seçmen zihni için daha kolay geliyor.
Sonuç olarak günümüz popülist siyaset tarzının en büyük yapılandırıcısı olan Amerikancı 12 Eylül’ün kalıntısı 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu değişmelidir. Bu haliyle kaldığı sürece, siyasal kültürün demokratikleşmesi mümkün görünmüyor. Yine de ısrarla bilgi ve düşünceyi önemseyen, söylemiyle hareketi tutarlılık gösteren ve girişimcilik niteliği baskın Türk milliyetçilik ruhu yeniden diriltilmelidir.
————————————–
Kaynak: