“Tek-Kutupluluk Bitti” ğini ilanen söylemek için illaki Rusya Devlet Başkanı Putin’in 25’inci St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nda dünyayı bilgilendirmesi mi beklenmeliydi? Tabii ki hayır, tek kutupluluğun öznesi Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin mega güç konumu 21’inci yüzyılın başlamasıyla tartışmalı hale gelmişti, zaten. III. Milenyumla birlikte yer küremiz, “jeopolitik ve iktisadi” bakımdan tek-kutupluluktan çok-kutupluluğa evrilmeye başlamıştı, bile. Sovyetler Birliği zamanında Leningrad adıyla anılan, Rus Çarlığı’na 200 yıl başkentlik yapmış olan, Rusya Federasyonu (RF)’nun başkent Moskova’dan sonra en büyük 2’nci kenti ‘Sankt Petersburg’dan bütün dünyaya seslenen Putin: ‘Tek-Kutuplu dünya düzeni sona erdi’ meydan okumasıyla yeni bir miladı ortaya atmıştır. Ayrıca AB (D)’nin yaptırımlarına tepki gösteren Putin, ‘Küresel politikada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sözleri ile de Batı’ya gözdağı vermiş ve adeta meydan okumuştur. Aslına bakılacak olursa, bu eski deyimle bir “âyânın ikrarı”dır, açık seçik, bilinenin, belli olanın ortaya konulmasıdır. İkrar edilen tek kutupluluk, artık çekişmeli ve tartışmalı olmaktan çıkmış, kimsenin itiraz edemeyeceği bir durumu da alenen ortaya koymuştur. Artık ortada hiçbir kimse tarafından anlaşılmayan bir durum da kalmamıştır. Tek kutupluluğun sona erdiğini Mısır’daki sağır sultan bile duyduğuna göre bu durumun iktisadi kuramlarla ispat edilmesine de gerek bulunmamaktadır.
İngiliz tarihçi ve tarih felsefecisi Arnold J.Toynbee’nin “Tarihin Bir İncelemesi” (A Study of History) adlı on iki ciltlik temel eserinde ortaya koyduğu tarihsel evrim ya da temadi eden tarihsel olaylar ünlü “Meydan Okuma-Karşılık Verme” (Challange – Respond) tezine göre şekillenmektedir. Toynbee’nin geliştirdiği medeniyet kuramına göre bir medeniyet “Meydan Okuma ve Karşılık Verme” mekanizması sayesinde doğar ve gelişir. Toplumların mâruz kaldığı meydan okuma coğrafî, iklimsel, askerî veya politik olabilir. Bir meydan okumanın eyleme yol açabilmesi için ne çok sert ne de çok zayıf olması gerekir. Kuşkusuz etkili bir meydan okuma insanı yaratıcılığa teşvik eder, ancak mevcut uyumu da bozar. Toynbee medeniyet diye adlandırılan gelişmenin teknolojide, bilimde ve gücün kişisel olmayan biçimde kullanılışındaki gelişmeyle meydana geldiğini, dürüstlükle ve ahlâkî gelişmeyle ilişkisi bulunmadığını ileri sürer. Ayrıca ona göre bir medeniyetin büyümesinde toplumun coğrafî genişlemesi kesin bir ölçü değildir. Medeniyetin büyümesi yalnızca teknolojik ilerlemeden ve toplumun fizikî çevre üzerinde gitgide artan egemenliğinden de ileri gelmemektedir. Çünkü teknik ilerlediği halde duraklamış toplumlar bulunmaktadır. (1) Aslına bakarsanız, günümüz ABD’sinin tam da böyle bir duruma evrilmiş olduğu görülmektedir. Yeryüzünde bugüne kadar ortaya çıkan otuzun üzerinde medeniyet sayan Toynbee’nin geliştirdiği ‘Medeniyetler Karşılaşması Teorisi’, zamanla bir nevi müdahaleciliğin de kuramı olan Samuel P. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’na doğru evrilmiş, dünya düzeninin yeniden kurulması adına yerküre içinden çıkılamayacak bir durumla karşı karşıya getirilmiştir. Dünyada insanların kültüre ve dine dayalı kimliklerinin başlıca çatışma kaynağı olacağını öne süren Amerikalı siyaset bilimci Samuel P. Huntington’a göre gelecekte savaşlar ülkeler arasında değil, kültürler arasında çıkacağını ileri sürmüştür. ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Henry A. Kissinger’in de ‘Medeniyetler Çatışması’ Huntington’un kitabının tanıtımında belirttiği gibi, Soğuk Savaş sonrası dünyada insanların kültüre ve dine dayalı kimliklerinin başlıca çatışma kaynağı olacağı, kültürel kimliğin en yüksek derecesi olarak farklı medeniyetler kavramıyla çatışma potansiyelini analiz etmede giderek daha yararlı hale gelebileceğini betimlemiştir. (2) Gerçekten de soğuk savaş sonrası ABD’nin ötekileştirme kavramıyla biçimlendirmeye çalıştığı yerküre çalkantılı bir evrimsel süreç geçirmiştir.
Karşıtların kuramıyla tanınan XVIII. Yüzyılın ünlü Alman düşünürü Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in betimlediği gibi “tarihten alınacak en büyük ders ondan ders almamaktır” tezini kendi felsefi sisteminin temeline oturtan Karl Marx, temelde sadece dünyayı anlamak, algılamak düşüncesiyle değil, bunun da ötesine geçen dünyayı değiştirmek düşüncesini de ortaya koymuştur. Marx’ın tarihsel hakikatleri ve tarihsel materyalizmi, toplumsal değişmenin sebepleriyle ilgili olarak doğrulanabilecek bir kuram olmayı amaç edinmekle beraber, aynı zamanda onun tarih bilimine ve onun doğru şekilde anlaşılıp kavranmasına vermiş olduğu değeri de gözler önüne sermektedir. Hegel’e benzer şekilde Marx da tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu, bu nedenle de tarihte ilk kez yaşanan trajedi şeklinde son bulmuş bir olayın aynı şekilde ikinci kez gerçekleşmesinin ancak bir komedi olacağını dile getirmesi son derece anlamlıdır. Ancak bu iki kurama verilebilecek en güzel yanıt günümüze ışık tutacak tarzda gerçekleri de ortaya koyan objektif siyaset bilimcilerinin idarî deha olarak tanımladığı II.Abdülhamit tarafından son derece doğru bir betimlemeyle, “tarih tekerrür etmez, ancak hatalar tekerrür eder” düşüncesidir.(3) “Tarih tekerrür eder” düşüncesini dünyanın geri kalanına enjekte eden zamanın mega gücü Büyük Britanya’nın “İngiliz Oyunu” ilk kez sekteye uğrayıp, duraklamıştır. Padişah II. Abdülhamit hilafet gücünü de kullanarak, İslam Dünyası üzerinde etkisini arttırmış, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasını kesin bir dille reddetmekle kalmayıp, İngiltere vatandaşlarına ve Yahudilere toprak satışını yasaklamış hatta bölgeyi üzerine tapulamıştır. (4)
İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin mega güç konumu son derece belirgin olarak ortaya çıkmış, üstünlük ABD’nin tekelinde olarak dünyada tek-kutuplu sistem oluşmuştur. Sürekli bir değişim ve devinim içerisinde bulunan yerküre soğuk savaş sonrası devam eden birçok siyasi istikrarsızlıklar, askeri çatışmalar ve en sonunda da küresel salgın nedeniyle ağır ekonomik tahribatlarla karşı karşıya kalmıştır. ABD dışındaki sinerjinin doğal bir sonucu olarak da İkinci Dünya Savaşından kalan tek-kutupluluk yolundan zorunlu bir biçimde sapmıştır. Daha doğru bir biçimde küresel düzlemde soğuk savaş sırasında kabul gören tek-kutupluluk kavramı tarihin tozlu sayfalarında kalarak jeopolitik ve iktisadi anlamda çok-kutupluluk kavramına doğru evrilmiştir. Bir başka ifadeyle, 21’inci yüzyıl ile birlikte tek-kutuplu sistemin kimyasını bozacak olan çok-kutuplu sistem ortaya çıkmıştır.
Bilindiği üzere, ulus-devletlerin oluşması ve uluslararası güç kazanma mücadelesi belirli bir dengenin kurulmasını, aynı zamanda farklı ekonomik faaliyetleri de beraberinde getirmişti. Ancak şunu peşinen ifade etmek gerekir ki, Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” adlı eserinde belirtmiş olduğu “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” in üzerinden iktisadi anlamda çok sular akmıştır. Bu nedenledir ki tek-kutuplu dünya sisteminin değişimi kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bunun en önemli olgusu da küresel malî sistem ağının ABD tarafından yönetilerek manipüle edilmesi, aynı şekilde dünya ekonomi sistemini de yönetmelerine de olanak sağlamıştır. Bu gidişatın doğal bir sonucu olarak da III. Milenyumun başlamasıyla uluslararası mali sistemi elinde bulunduran ABD statükosuna karşı rakipler çıkmaya başlamıştır. Çok-kutupluluğu temsil eden Çin ve Rusya öncülüğündeki BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) ile AIIB (Asian Infrastructure Investment Bank, Asya Altyapı Yatırım Bankası) gibi “Ulus-Üstü” (5) kurumlar statükonun devamlılığını kırmaya başlamışlardır. Bu durumun tezahürü ise 1969 yılında IMF tarafından, uluslararası rezervlerin desteklenmesi için yaratılan bir hesap birimi olan SDR (Special Drawing Rights, Özel Çekme Hakkı) ‘nin (6) hesaplanmasında kullanılan rezerv para birimleri (ABD Doları, Avro, İngiliz Sterlini, Japon Yeni) arasına Çin para birimi Yuan’ı rezerv para olarak kabul edilmesi ile belirginleşmiştir. IMF var olan bu gerçekle karşılaşmak istememesine karşın, Yuan gerçeğiyle yüz yüze kalmıştır. Bu para birimlerinden doların sepet kurdaki oranının yüzde 42, avronun yüzde 31, yuanın yüzde 11, yenin ve sterlinin ise yüzde 8’erdir.(7)
Çok-kutuplu dünyada ekonomik ve jeopolitik kavramların karşılığı olarak öne çıkmakta olan birçok ülke ve aynı şekilde örgütleri görebilmek mümkündür. Bunların içerisinde özelikle Çin ve Rusya gibi devletler ön plana çıkmıştır. Küresel düzlemde Çin ve Rusya stratejik yoğunluklarını hem jeopolitik hem de iktisadi olarak güçlendirerek pekiştirmişlerdir. Rusların adeta genlerinde bulunan ‘’Çevreleme’’ politikası daha da hızlanmıştır. Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesi, Kırım İşgali, sonrası Ukrayna’nın Doğusuna paramiliter güçler konuşlandırması ve Ukrayna Savaşı jeopolitik ve iktisadi anlamda güçlenmesini sağlamıştır. Keza aynı şekilde Çin’in dünya politikasında tek-kutupluluk kavramını ekonomik, askeri, jeopolitik ve teknoloji olarak alt üst edip büyük gelişmeler kaydederek güçlenmesi ve hâkim bir politika gütmesi çok-kutupluluğun tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.
Çin’in jeopolitik olarak günümüzde artık sadece Güney Çin Denizi’ni egemenliği altına almakla kalmayıp Afrika kıtasına en büyük yatırımları gerçekleştiren ülke olması ve Ortadoğu’daki varlığını da güçlendirmesi, son yıllarda AB ile ticari antlaşmalar yapması tek-kutuplu dünyamızın varlığının askıya alındığının göstergesi olmuştur. ABD’nin ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde de betimlediği üzere küresel düzlemde Çin öncülüğünde Doğu’nun yükselişi olarak anlamlandırılan XXI. Yüzyılda etki alanı Asya ve Pasifik’e kaymıştır. ABD Başkanı Trump, tarafından açıklanan ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde Çin ve Rusya’ya fazlasıyla atıfta bulunması ABD’nin çok-kutuplu dünya gerçeğiyle yüzleşmesinin bir emaresidir. Söz konusu stratejik belgede jeopolitik olarak RF, ancak daha da fazlasıyla jeopolitik-iktisadi anlamda Çin’in ön plana çıkması ABD’nin tek-kutuplu rüyasının bitmiş olduğunu da açık seçik göstermektedir.
Küresel düzlemin tüm değişen parametrelerini Putin, 25’inci St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu’nda aşağıdaki tümcelerle betimlemiştir:
‘Batılı mevkidaşlarım diğer ülkelere kolonileri gibi davranıyorlar. Bankacılık sistemimiz istikrar kazandı ve ekonomiye yeterli likidite sağladı. Ekonomimiz için karamsar tahminler gerçekleşmedi. Enflasyondaki hızlı yükselişin üstesinde geldik. Uzun vadeli kredilerin temin edilebilirliğini iyileştirmek önemli.’
‘ABD uzun yıllar boyunca gıda piyasasında önemli bir oyuncuydu. Bundan çok gurur duyuyorlardı ama artık bu değişti.’ diyen Putin, ‘ABD gıda ihracatını bırakıp gıdayı dünyadan ithal etmeye başladılar. Bu AB’de de görünüyor. Talep artışı tüm dünyada enflasyonun artışına sebep oldu. AB, siyasi egemenliğini kaybetti, bürokratik seçkinleri başkasının düdüğüyle dans ediyor, kendi nüfusuna zarar veriyor.’
‘En yoksul ülkeler son yıllarda astronomik rakamlarla karşılaştılar. ABD’nin ithalatına baktığımızda şu an 350 milyar dolara ulaştı’ ifadelerini kullanmıştır.
ABD’nin başka ülkelerin politikasını beğenmediğinde istediği adımları attığına vurgu yapan Putin, ‘Enflasyon fırtınasında birçok ülke neden Dolar ve Euro karşısında paramız değerini kaybediyor diye soruyor’ şeklinde sorunu ortaya koyduktan sonra bu durumun diğer ülkeleri sıkıntıya soktuğunu belirten Putin ‘Önümüzdeki yıllarda küresel rezervler değişecek. Para değer kaybettiğinde bunların yerine gerçek kaynaklar gelecek. Bunlar da enerji ve gıda’ifadelerini kullanmıştır.
ABD’nin para basıp küresel piyasalardan gıda satın aldığını belirten Rus lider ‘Küresel piyasalara gıda tedarikini artırmak önemli. Afrika ve Orta Doğu’ya gıda göndereceğiz. Özel askeri operasyonun tüm görevleri uygulanacak’ demiştir. (8)
Küreselleşen dünyada tek-kutuplu gerçeklikten uzaklaşılmakla birlikte, çok-kutuplu gerçekliğin bir tezahürü olarak güçlenen ekonomik entegrasyonlar “Dünya Bankası” (IMF) gibi uluslararası finans kuruluşlarının yakın gelecekte Çin’e taşınması olasılığı, ABD Dolarının etkisini büyük ölçüde azaltmıştır. Esasen, dünyadaki ABD Dolar rezervinin Çin’de devasa boyutlarda birikmesi bu gerçekliğin yansımasıdır. Türkiye Cumhuriyeti de bu noktadan hareketle son yıllarda Hazine marifetiyle Çin Devlet Tahvili rezervlerini artırmaya çalışmaktadır. İşte bu yöndeki emareler de 17 Haziran 2022 tarihinde 25’inci St. Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu’na çevrimiçi formatta bir konuşma gerçekleştiren Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping tarafından ortaya konulmuştur. Birleşmiş Milletler ‘in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’ni uygulaması önünde daha önce görülmemiş zorluklar olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Jinping Çin’in küresel oyun karan düşüncesini aşağıdaki şekilde ortaya koymuştur:
“Uluslararası toplumun daha adil, sürdürülebilir ve güvenli bir kalkınmaya ulaşma konusunda bu kadar hevesli olduğu bir zamanda fırsatları yakalamalı, zorluklarla kafa kafaya çarpışmalı ve ortak barış ile refah geleceğini inşa etmek için “Küresel Kalkınma İnisiyatifi”nin uygulanması üzerinde çalışmalıyız.”
“Gerçek çok taraflılığın izinden gitmemiz, kendi ulusal koşullarına uygun kalkınma yolları izlemeleri için tüm ülkelere saygı duymamız ve onları desteklememiz, açık bir dünya ekonomisi inşa etmemiz, gelişmekte olan pazarlar ve ülkelerin küresel yönetişimdeki temsili ile sesini küresel kalkınmayı daha dengeli, koordineli ve kapsayıcı yapmaya dair bir bakış açıyla artırmamız gerekiyor”
Çin ekonomisinin direnci, muazzam potansiyeli ve uzun vadeli sürdürülebilirliği şeklindeki temellerinin değişmediğine işaret eden Cumhurbaşkanı Xi Jinping, “Çin’in ekonomik kalkınmasına güvenimiz tam. Çin yüksek kaliteli kalkınmayı desteklemeyi sürdürecek, sıkı bir kararlılıkla yüksek standartlı dışa açılmayı genişletecek ve yüksek kaliteli “Kuşak ve Yol” işbirliğini sürdürecek” diyerek Çin’in küresel projesini bir kez daha vurgulamıştır.
“Çin kalkınma olasılıklarını keşfetmek, büyüme imkanlarını paylaşmak ve küresel kalkınma işbirliğinin derinleştirilmesi ile insanlığın ortak geleceğine sahip bir topluluk inşa etmeye yönelik yeni katkılar yapmak için Rusya ve diğer ülkelerle birlikte çalışmaya hazır” diyerek çok-kutupluluğunun organizmasını ortaya koymuştur. (9)
Bütün bunlardan sonra denilenilebilir ki, III. Milenyumla birlikte çok-kutupluluğu temsil eden ÇHC, RF, Hindistan, Japonya gibi devletler ve AB gibi ulusüstü örgütler ABD hegemonyasını zayıflatmayı başarmış, bu şekilde yaşlı dünyamız hem “Jeopolitik” hem de “İktisadi” anlamda “çok-kutuplu” bir yola doğru dönüş göstermiştir. Bu dönüşü olmayan bir yol ve geri dönülemeyen bir gerçekliktir. Çin’e karşı ABD liderliğinde oluşturulan ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya arasında kurulan ve Hint-Pasifik bölgesinde ‘Çin’i dengelemeye’ yönelik bir ittifak olarak değerlendirilen QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu,- Quadrilateral Security Dialogue) ile bir nükleer misilleme projesi olan AUKUS(Avustralya, İngiltere ve ABD) gibi askeri ittifaklar bu gidişatı durduramayacaktır, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) Enes Kabakcı, TOYNBEE, Arnold J. (1889-1975), Türk Diyanet Vakfı (TDV) İslâm Ansiklopedisi; https://islamansiklopedisi.org.tr/toynbee-arnold-j/Erişim Tarihi 19.06.2022/
(2) Samuel P. Huntington, Çev. Elif Berktaş, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Yayınevi: Panama Yayıncılık, 1. Basım, İstanbul, 2021.
(3) Yavuz Bahadıroğlu, Osmanlı’da Derin Devlet ve II.Abdülhamit, Ankara, Aralık 2019, s.7
(4) Yavuz Bahadıroğlu, age, s.13
(5)https://tasam.org/Files/Icerik/File/Tek_Kutupluluktan_%C3%87ok_Kutuplulu%C4%9Fa_K%C3%BCresel_D%C3%BCnyan%C4%B1n_pdf_ffab9a38-9438-4a5d-ba4e-3ec547a26737.pdf/Eerişim Tarihi 19.06.2022/
(6) SDR başlangıçta 0.888671 gram saf altına eşitken, yani 1 SDR = 1 ABD Doları iken, Bretton Woods Sistemi çöküp dünya üzerindeki para birimleri dalgalı kur uygulamasına geçince Temmuz 1974’ten itibaren SDR’nin değeri farklı ülkelerin para birimlerine endekslenmiştir.
(7) https://www.ekonomist.com.tr/encyclopedia/sdr-nedir-ne-anlama-geliyor/Erişim Tarihi 19.06.2022/
(8) https://haberrus.ru/headline/2022/06/17/putinden-flas-aciklama-tek-kutuplu-duzen-sona-erdi.html/Erişim Tarihi 19.06.2022/
(9) Lotus News, Çin Cumhurbaşkanı, 25’inci St. Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu’nda konuştu, 18.06.2022; https://www.ajanslotus.com/cin-cumhurbaskani-25inci-st-petersburg-uluslararasi-ekonomik-forumunda-konustu/Erişim Tarihi 19.06.2022/