ABD başta önemli Batılı ülkelerle ilişkilerin sorunlu hali, “sözde müttefiklik” durumu, AB ile ilişkilerin derin dondurucuda bulunması, NATO’da bile sorgulanır hale gelmişlik, üyesi bulunduğumuz NATO’nun gelecek doktrinlerinde Rusya’ya bakış, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi de ihlal sürecinde bulunulması vb. gibi kayda değer sayıda başlıktan kaynaklanan baskılar bazı tercihleri kaçınılmaz kılacaktır. Böyle bir tercihe bağlı olarak önümüzdeki dönemde Türkiye-Rusya ilişki ve işbirliğinin stratejik düzlemde derinleştirilmesi kolay olmayacaktır.
*****
Emekli Büyükelçi Ümit Yardım, Karar Gazetesi’nden Taha Akyol’un sorularını cevapladı.
Siz 2014’te Moskova’da Türk büyükelçisi olarak göreve başladınız. Rusya’nın siyasi atmosferinde bir istila, genişleme mistisizmi hissediliyor muydu?
Rusya Türkiye’nin dış politikası bağlamında her zaman özel önem taşıyan ülkelerden biri olmuştur. Çok geniş bir Avrasya coğrafyasında bugünkü Rus kültür/medeniyetinin kodlarının temellerinde asırlarca söz konusu ortak coğrafyada hâkim olmuş Türk kimliğinin özel bir yeri olduğunu da görürüz. Bazıları şaşırabilir ancak yine de bugün için dünyada İran’la birlikte Türk kimliğinin en güçlü ve belirgin olduğu coğrafyanın SSCB’nin onca değer yıkımına karşın yine de Rusya olduğunu düşünüyoruz. Rusların meşhur sözüdür “Rusya’da kimin kimliğini kazırsanız kazıyın altından mutlaka bir Tatar (Türk) çıkar” deyimi burada akla geliyor.
Böylesine bir ülkede SSCB döneminde 3 yıl genç bir diplomat, 2016/17’da da büyükelçi olarak görev yapmış olmak büyük bir şanstır. Adeta John Reed’in “Dünya’yı Sarsan On Gün” ünün ikinci cildi 1990’da yazılmış ve bizler de bunu bizzat içinden yaşamışızdır.
Bu teorik ve pratik gözlemlerimiz içinde, Rusya’nın siyasi/sosyal zihin yapısında genişleme, mücavir bölgeleri etki ve denetim altına alma anlayış ve düşüncesinin her zaman olduğunu, Rus dünyasının derinliklerine nüfuz edilebildiği ölçüde de bunu sezme, görme ve hissetmekte bir zorluk çekilmeyeceğini rahatlıkla belirtebiliriz. Uzun asırlar boyunca çoğu kadim Türk Müslüman coğrafyaları olmak üzere günde ortalama 50 km2 kadar genişleyen bir emperyal anlayışın Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında oluşan yeni gerçeklerle kolayca bağdaşabileceğini düşünmek mümkün değildir ve bilhassa 20. yüzyıl Sovyet/Rus tarihi ve komünist/liberal her türlü düşünce yapısı hakkında bir nebze bile bilgi sahibi olanlar bunu görecektir.
YAKIN ÇEVRE DOKTRİNİ
Ukrayna saldırısı Putin’in son hedefi mi? Başkaları da var mı?
Ukrayna’nın işgali tabiatı itibariyle çok özel şartlar taşımaktadır. Sovyetler’in dağılması sonrasında Moskova’nın küresel ölçekte en iddialı, Gürcistan veya Kırım’ın ilhakından bile daha meydan okuyucu bir atağıdır. Rus derin düşüncesi perspektifinden yaklaştığımızda Ukrayna’nın son hedef olarak tanımlanması mümkün ve gerçekçi olmayacaktır. Moskova’nın 1990’lardan itibaren geliştirdiği “yakın çevre doktrini” dâhil bütün dış politika, güvenlik vb. stratejilerinde bu hedefler bazen imalı bazen açıkça ortaya da konulmuştur. Bu düşünce sistematiğinden beslenen siyasi bakışın işaret ettiği her yer “kurtarıcı Rusya” için doğal ilgi alanıdır. Sadece şartlara bağlı olarak bazı duraksamalar gösterebilir.
STALİN KÜLTÜ
Kitabınızda Rusya’da Stalin’in “en büyük Ruslar” anketinde birinci seçildiğini sonra 3. yapıldığını yazıyorsunuz? Bu nasıl bir siyasi kültür?
Stalin, tarihin en büyük Rusları arasında sayılır. Küçük bir hatırlatma gerekirse, özetle, bir TV kanalının öncülüğünde ülkede yapılan çok geniş kapsamlı, milyonlarca Rus’un oy verdiği bir ankette Stalin birinci çıkmıştır. Ancak hangi gerekçelerle olursa olsun milyonların ölümünün/katlinin müsebbibi böylesine bir ismin ilk sırada çıkmasının bazı olumsuz yansımaları olabileceği endişesiyle siyasi baskılarla alt sıralara indirildiği ve Prens Nevski ile Pyotr Stolypin’in altına, 3. sıraya yerleştirildiği söylenir. Doğru veya yanlış bilemeyiz. Ancak herhalükârda Büyük Katerina ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu Lenin’in bile üzerindedir. Aslına bakılırsa birçok Rus Moskova önlerine gelmiş Nazi savaş makinesini Berlin’e kadar geri püskürtmüş, yeni bir ülke/devlet yaratmış Stalin’in şahsında güçlü ve muazzam bir Rusya görmektedir. Putin de buna dâhildir! Kurucu Lenin’den daha çok Stalin’e öykünmektedir. Kudretli bir devlet anlayışının her şeyin üzerinde görüldüğünün tipik bir göstergesidir bu anket.
PUTİNİZM NEDİR?
Putinizm nedir? Bu kültürle ilişkisi?
Viladimir Putin işte bütün bu unsurları şahsında birleştiren sentez isimdir. Nevski, Stolyapin, Ilyin, Savitski, Stalin, Surkov, (ülkemizde bazı çevrelerce neden ilgiyle izlendiğini bilemediğim ve Türkiye hakkındaki görüşlerini bir kez daha değerlendirmelerini tavsiye ettiğim!) Dugin ve nice isimler ona ilham verebilmektedir. Putin mevcut küresel sistem içinde ülkesi için zihninde çok net ve sarsılmaz hedefleri bulunan, bunları gerçekleştirme zemini bulabildiğinde de şartları azami ölçüde zorlayarak her adımı tereddütsüzce atabilecek bir isimdir. Kurtların puslu havayı sevmesi gibi küresel durumu izlemekte ve şartlar elverdiğinde gereğini yapmaktadır. Olumlu/olumsuz güçlü bir liderdir. Rus devleti her şeyin üzerindedir ve bu amaca giden yolda hangi yöntemlerin uygulandığının önemi yoktur. Ülke içinde farklı görüşlerin, demokrasi, insan hakları vb. gibi akımların da etkisi çok sınırlıdır.
Bilhassa “egemen demokrasi” kavramının anlaşılması Rusya/Putin analizlerini kolaylaştırır. Kimin için nasıl bir demokrasi? Cevap; Rus devlet anlayış ve sisteminin sınırlarını ihlal etmeyen bir demokrasi. Geçmişte Putin’in Ukrayna politikalarından da sorumlu olan (Kırım da onun döneminde işgal edilmiştir) ‘gri kardinal’ lakaplı Surkov’un bu demokrasi anlayışı geniş Rus çevrelerince de benimsenmiştir.
Putin de bu anlayışa uzak bir lider değildir. Devlet güçlü olmalıdır, binlerce yıllık hedefleri vardır ve demokrasi de ancak bu vizyona hizmet ettiği ölçülerle sınırlıdır.
OLİGARK EKONOMİSİ
Ekonomiyi nasıl kontrol ediyor? Serbest Piyasa Ekonomisi denilebilir mi?
Rus ekonomisini değerlendirirken çok güçlü bir devlet ekonomisi geçmişinin bulunduğunu da hatırlamak gereklidir. Bu anlamda baktığımızda 1917’den itibaren ülkede hâkim olan bolşevik/komunist devlet/merkezi ekonomi sisteminden oligark merkezli sisteme geçilmiştir. Devasa bir varlık yapısı 30 yıllık tarihi geçiş sürecinde el değiştirmiş ve bu ekonominin bütün araç ve unsurları yeni bir sınıfın eline geçmiştir. Milovan Djilas’ın yeni komünist sınıf tanımı gibi bugünün yeni gücü de büyük ölçüde oligark sınıfıdır. Oligarklar; silovikiyle, siyasetle vb. iç içedir ve birlikte var olabilmektedirler. Ve bu birliktelik diğer bazı güç odaklarının da katılımıyla devletin ta kendisi olmaktadır. Sistemin orkestra şefi ise Putin’dir. Ancak karıştırılmasın, Yeltsin değil, Putin tarzı liderlikten bahsediyoruz.
Böyle bir ekonominin serbest piyasa ekonomisi olarak tanımı doğal olarak mümkün değildir. ‘Egemen demokrasi’ gibi Rusya şartlarına uyumlu bir ekonomik modeldir bu. Sisteme uyum sağlayamayan veya sınırlarını aşan oligarkların hemen sistem dışına çıkarıldığının örnekleri de çoktur.
Sovyet sisteminden serbest piyasa ekonomisine geçiş arayışındaki Yavlinski, Gaydar gibi önemli siyasetçi ve ekonomistler için pek öngörülemeyen bir ekonomi modeli bugün ülkede hâkimdir. Önemli serbest pazar ekonomistlerinden A. Çubais’in Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan günlerde istifa ettiği, hatta kayıplara karıştığı iddiaları bu anlamda ilginçtir. Belki işgali bir rüyanın sonu, bir felaketin de başlangıcı olarak görmüş olabilir!
YAPTIRILARIN ETKİSİ
Yaptırımların Rus ekonomisine etkisinin boyutları?
Yaptırımların Rus ekonomisine güçlü etkilerinin olduğunu, ilerleyen zamanda bu etkinin daha da ağırlaşacağını bizzat Rus yetkililer ifade etmektedirler. Aslında bu etkiyi sadece ekonomi ile sınırlı tutmamak, sonuçları itibariyle çok daha geniş alanları içereceğini söylemek belki daha gerçekçi olabilecektir. Yaşamın bütün alanlarına yayılan bir etkiden bahsediyoruz. İşin acı tarafı sıradan insanların da maalesef bu etkiyi giderek daha fazla hissedecek olmalarıdır.
Rusya’ya uygulanan yaptırımlar İran, K. Kore, Suriye vb. yaptırımlarının çok daha şiddetlisi ve eşgüdümlüsüne dönüşmüştür. Muhtemelen sonuçları da aynı ölçekte olacaktır. Açık söylemek gerekirse, değil enerji zengini Rusya’nın, çok daha güçlü ekonomilerin bile bu tür yaptırımlardan etkilenmemesi zordur.
Bu savaşın gidişatı bağlamında da iki temel faktör önemli, hatta belirleyici olacaktır. Ukrayna’nın Rus işgaline göstereceği direnç ile yaptırımların kesintisiz, gevşemeden uygulanması.
TOPARLANMASI ZOR
Rusya kolay toparlanır mı?
Rusya’yı ekonomik düzlemde çok büyük sorunlar beklemektedir. Ancak asıl siyasi alanda zorlukları yaşayacaktır. Rusya ne Sovyet döneminde ne de 30 yıllık Rusya tarihinde en üst sıralarda bir ekonomi gücü olmamıştır. Sovyetler Birliği yıkıldığında yeni Rus liderler ülkenin İspanya hatta Portekiz ekonomilerinin düzeyini yakalayabilmesinin on yıllar alabileceğinden endişe etmekteydiler. Bu ülkeyi asıl güçlü yapan veya gösteren bilhassa askeri yapısı ve propaganda yeteneğidir. Geçmişte TASS, bugün Russia Today. Dolayısıyla Rusya bugün neredeyse hemen her uluslararası kuruluştan dışlanır, sorgulanır hale gelmesi önemlidir ve bunun altından kolayca kalması mümkün olamayacaktır. AK, UAD, BM İHK, UCD, DTÖ vb. İlginçtir bugün bazı çevrelerde Rusya’nın nasıl BM’den ihraç edilebileceği spekülasyonları dahi yapılıyor ve Rusya’nın cevabı ise şu oluyor “BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkimiz var. Böyle bir karar çıkmaz” Rusya artık sadece veto gücünün arkasına saklanabilir hale gelmiş. İşte 1945 sonrası yeni küresel sistemin (sözde) koruyucularından bir küresel gücün geldiği aşama.
MUHALEFET GÜÇSÜZ
İşgali protesto eden Ruslar da var. Rusya’da muhale1et potansiyeli nedir? Zamanlı yeni Putin’ler mi çıkar, demokrat liderler mi?
Rusya’da işgali protesto eden güçler şüphesiz var. Bu muhalif güçler geçmişte Sovyetler döneminde de vardı. SSCB’nin dağılışında etkili aralarında Kırımoğlu, Elçibey gibi Türk muhaliflerin, Baltıklarda milliyetçi Halk Cephelerinin bulunduğu güçler vb. dâhil. Bugünkü muhalefetin sosyal medya, Batı desteği gibi önemli güç araçlarına sahipse de Rusya’da orta vadede kritik tarih kırılmalarına yol açabilecek çapta görünmüyor. Bunun küçük çaplı bir örneği geçtiğimiz yıl Belarus’da da yaşandı. Tarihin akışı içinde şüphesiz her türlü senaryo her zaman mümkündür. Ancak önümüzdeki yakın dönem Rusya’sında Putin ve bu güç ekolünden isimlerin liderlik yapması ve ülkenin kaderini ellerinde tutmaları daha baskın bir ihtimal gibi gözüküyor.
S-400 SORUNU
S-400 almamız neye yaradı?
Ülkemizin içinde bulunduğu güvenlik şartları itibariyle hava savunma dâhil kapsamlı bir güvenlik sistemine sahip olması gerektiği çok açıktır, bunun tartışması bile genel anlamda gereksizdir. Ancak bunun da rasyonel ve gerçekçilik vizyonunda olması, tepkisel/kişisel tercihleri içermemesi şarttır. 2014’den bugüne kadar altında Türkiye’nin de imzalarının bulunduğu temel NATO strateji belgeleri Rusya’yı ana tehdit kaynağı görmektedir. Rusya’nın ittifak içinde görüş ayrılıklarını istismarına karşı durulması ve müttefikler arası dayanışmanın artırılması gereği belirtilmektedir. Bu durumda S400 satın alımının stratejik bir derinliği mi yansıtmaktadır, yoksa örneğin Batı ile gergin ilişkiler bağlamında tepkisel boyutu da mı vardır. Her türlü spekülasyona açık bir durum. Faturası F35 projesinden ihracı ve diğer yaptırımları da içermektedir. Her hâlükârda halen taraflar arasında önemli bir sorun olarak konumunu korumaktadır. Önümüzdeki dönem Türk dış/savunma politikalarında S400’ler sorununun nasıl çözülebileceği sorusu epeyce baş ağrıtıcı olacaktır.
TÜRKİYE’NİN SORUNLARI
Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya arasındaki ‘denge’ siyaseti, Batı’yla ilişkilerini nasıl etkiler? Türkiye’nin dış politikası nasıl olmalı?
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde dış politikada bazı kesin tercihler yapma kavşağına gelmesi, bugünkü tutumunu sürdürmekte epeyce zorlanması beklenebilir. Gürcistan, hatta Kırım işgali sonrasında bile taraflar arasındaki dengelerde nispeten daha rahatken (Türkiye’nin Kırım işgaline karşı çıkması bir söylemden öteye geçmemiştir) Ukrayna işgaliyle birlikte artık yeni gerçekliklerle karşılaşılacaktır.
ABD başta önemli Batılı ülkelerle ilişkilerin sorunlu hali, “sözde müttefiklik” durumu, AB ile ilişkilerin derin dondurucuda bulunması, NATO’da bile sorgulanır hale gelmişlik, üyesi bulunduğumuz NATO’nun gelecek doktrinlerinde Rusya’ya bakış, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi de ihlal sürecinde bulunulması vb. gibi kayda değer sayıda başlıktan kaynaklanan baskılar bazı tercihleri kaçınılmaz kılacaktır. Böyle bir tercihe bağlı olarak önümüzdeki dönemde Türkiye-Rusya ilişki ve işbirliğinin stratejik düzlemde derinleştirilmesi kolay olmayacaktır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu “değerli yalnızlıktan” kurtulması önemli şartlardandır. Bu süreçte popülizm, günübirlik tepkisellik, tehdit söylemleri değil, gerçekçilik, sağduyu, rasyonellik ve kısa/orta/uzun vadeli bir dış politika vizyonu ikili/bölgesel/küresel ilişkilerin geleceğine bakışta esas olmalıdır.
ÜMİT YARDIM KİMDİR?
Emekli Büyükelçi Ümit Yardım, çeşitli konsolosluk ve büyükelçiliklerden sonra 2014-2016 yıllarında Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve Viyana Büyükelçiliği görevlerinde bulundu. “İmparatorluklardan Cumhuriyete: Üç Ülke Üç Başkent” adlı kitabında Tahran, Moskova ve Viyana izlenimlerini yazdı. Halen Gelecek Partisi Dış İlişkileri Başkanı.
———————————————–
Kaynak:
https://www.karar.com/gorusler/putin-puslu-havayi-seviyor-1658081