Kesinlikle bir kadının en iyi arkadaşı elektrik süpürgesi. Belki hayatını kendisiyle paylaşan beylerin de en iyi arkadaşı elektrik süpürgesi.
Bizim evde sanırım üçüncü süpürge. Dayanamıyor ki elinde olduğu yüreğin taşıdığı öfkeye, sevgiye, heyecana, aceleye, telaşa… Kadın hangi haleti ruhiyede ise direk süpürgeye geçiyor galiba. Allahtan çoğu aksamı plastik. Yoksa, o kadar elektiriğe yakardı belki evi de, kendini de. Dolup dolup taşan ve her hâlini süpürgesine yansıtan bir onunla paylaşan hanımını da.
Hergün. Olmadı gün aşırı… Hatta çoğu zaman günde bilmem kaç kere evi süpürürken hanımının da yüreğini süpürüverir. Toplayı verir köşenin bucağın tozuyla birlikte, hanımının da gönlünün yükünü. Çekiverir sanki torbasına kırgınlıklarını, hayal kırıklıklarını, çaresizliklerini, yuttuklarını, yutamadıklarını, yutup sindiremediklerini… Kafasında, gönlünde kimle, neyin hesabı varsa süpürge o olur sanki. Hırsla çekiştirilir. Sürüklenir. Sanki ringde kum torbası gibi. İşitir sanki söylenemeyen her cevabı… muhatabı oluverir sessiz sedasız. Bazen de en sırlı, en heyecanlı en güzel anların sırdaşı olur.
Gürültüsü ile tüm diğer fırtınaların sesini bastırmaya çalışır bir yoldaş.
Ağzı var dili yok yoldaş.
Değişen toz torbasında, evin tozu, çeri çöpüyle birlikte elinden geldiğince hanımının da yorgunluklarını barındırıp uğurlayan mahir terapist.
Temizliğin sırrını en iyi bilen becerikli refik.
Evin sessiz, dilsiz, emektar uşağı gibi.
Ne var ne yok biliyor ama hiç bilmiyor gibi.
Evvela seninle helâlleşmek lazım da o hiç aklımıza gelmiyor ki.
…
Çatılar
Çatı var, çatıcık var..!
Biraz yukardan bakınca düşünmeden edemiyor ki insan (!).
Her halde ilk barınma ihtiyacı ile birlikte akletmiştir insanoğlu, korunaklı, muhafazalı, sınırlı ve sırlı bir barınağın şart olduğunu…
Korunmak için; düşmandan, yabandan, yağmurdan, afattan, soğuktan, sıcaktan…
Sığınmak için; yalnızlığına, sevdiğine, huzura, sükunete, güvene, umutlarına…
Saklamak için; mahremini, sevdiğini, biriktirdiklerini, sevgisini,sevdasını, rızkını…
Örtmek için; yalanını, hırsını, kinini, ihanetini, pisliğini, kirini…
Üretmek için; fikrini, neslini, yarınını, hayallerini, sevdalarını…
Hasılı; anlamış yaşamın kapalılık ilkesini. Özelin olmazsa olmaz olduğunu. Çatıların, duvarların, elin alemin hoş nahoş her türlü niyet ve enerjisine siper olduğunu. Hayat savaşının yoğun temposunda çatı altının en güvenli karargâh olduğunu. Hem dışarıya, hem içeriye askersiz, mayınsız, kolluksuz bir güvenlik ordusuyla ‘zırh’ olduğunu.
Sınırsız olmaz demiş insan, sırrını keşfedince… Duvarları örmüş önce. Yetmemiş üstünü örtüp adına çatı demiş. Ve örtmüş tehlikeli bulduğu her şeye karşı tüm giriş ve çıkışları. Ve açmış huzur güven ve sevgiyi taşıyacak her ne varsa hepsi için tüm giriş ve çıkışları…
Sonra yetmemiş, dualarda göndermiş yaratanı ona, okusun inansın, daha da güvende olsun diye…
Çatılar… Çatılar.
Neler neler…
Ne ummanlar, ne fırtınalar, ne hikayeler var kimbilir saklayıp, sarıp sarmalayıp, örttüğümüz duvarlar arasında ki yüreklerde?
Kimbilir? Ne çok hüznün, sırrın, sevincin, aşkın, ayrılığın, ihanetin, cinayetin, doğumun, ölümün, rüşvetin, satışın, fermanın şahidisiniz.
Kaç kırık var yenininizin içinde..?
Hmm bu arada hangi konforla hangi mekânda vazifeli olduğunuz da önemli tabi…
Belki pembe panjurlu pencereler var altınızda, belki camları bile olamayan kerpiç, yıkık dökük duvarlar, belki koskocaman bir saray…
Ya da bir külliye.
Çatı…
Çatılar.
Vazifeniz büyük.
Düşündürdüklerinize gelince; yazmakla biter mi?
Çok şükür… İyi ki akletmiş sizi atalar.
Her şey uluorta, her şey aşikâr ve görülen, herkes pek tabî uyanık (!) ve görebilen olsaydı.
Nice olurdu hâlimiz?
…