Roman Sanatının Araf’taki Duruşu

Metin SAVAŞ
 
 Her sanat eseri, tabii ki hakiki sanat eseri, gerçek ile kurmaca arasındaki muğlâk bir zeminde yer almaktadır. Sözü eğip bükmeden, dallandırıp budaklandırmaksızın ifade etmek gerekirse, söz konusu muğlâk zemin Araf’tır. Sanat eserini, tabii ki hakiki sanat eserini üreten kişi ise Araf’ta durandır. Sanatçı ne büsbütün bu dünyaya aittir, ne de tastamam öte dünyanın sakinidir. Belirsiz bir hattın veya muğlâk zeminin insanıdır sanatçı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın artık herkesçe bilinen “ne içindeyim zamanın, ne büsbütün dışında” sözünü Araf bağlamında okumak hiç de abes kaçmayacaktır. Sanat eseri, her şeyden önce, bir yönüyle anonimdir. Her sanat eseri esasen toplumun malıdır ve bütünüyle toplumun ruhudur. Sanat eserini üreten kişi de artık (sanatçı yönüyle) tek başına fert değildir. Carl Gustav Jung, sanatçının gayri şahsi bir varlık olduğunu belirterek, onun bir insan bireyi olmadığını, bizzat kendisinin yine kendi eseri olduğunu vurgular. Jung’un fasih ifadesiyle, topluluksal (içtimai) insandır sanatçı.[1]

Müzik, resim, heykel, hangisi olursa olsun, bütün sanat dalları Araf’tadır ve insanın hem psikolojik hem sosyolojik hem de diğer bütün veçhelerini çok boyutlu bir şekilde kapsar. Ama bilhassa roman sanatı diğer sanat dallarına kıyasla daha bir muğlâk zeminde gibidir. Roman sanatının Araf’taki duruşu daha belirgindir diyebiliriz. D. H. Lawrence bir yazısında şöyle der: “Bütün sanat biçimleri arasında, dengenin en çok titremesini, sallanmasını gerektiren biçim romandır.[2] Jean Paul Sartre’a göre, gerçek sanatçı, toplumun vicdanını rahatsız eden kişidir.[3] Oscar Wilde ise şöyle söylüyor: “Gerçek sanatçı günahkâr birisi gibidir, eseriyle yıkar, sanatıyla bize zararı dokunmayan sanatçı aslında bir sanatçı bile değildir.[4] Bu dünya ile öte dünya arasında muallâk bir dengenin bulunduğunu varsayarsak, işbu dengenin orta yeri elbette ki Araf’tır. Ne var ki Araf sadece dengeyi sağlayıcı değildir ve aynı zamanda dengeyi bozucudur da. Bunun içindir ki D. H. Lawrence, “Bütün sanat biçimleri arasında, dengenin en çok titremesini gerektiren biçim romandır,” demektedir. Aynı şekilde Oscar Wilde da “Gerçek sanatçı eseriyle yıkmalıdır,” görüşündedir.

Öte dünya sonsuzluktur. Bu dünya ise gündelik yaşamdan başka bir şey değildir. Mazisi, şimdisi ve istikbali bulunmasına rağmen, hem mekânsal olarak hem de zamansal boyutuyla parçalanmışlığın evrenidir bu dünya. “Bir yazar, bir dönemi ve o dönemin sorunlarını ne kadar derin kavrarsa, serimlemesi o kadar günlük yaşam düzeyinin üzerine çıkar; çünkü günlük yaşamda büyük çelişkiler körleşir. Büyük yazarların tipik karakterler ve tipik durumlar yaratma yeteneği, günlük yaşam gerçeklerine ilişkin gözlemlerin ötesine geçer.[5] Buradaki öte’den kasıt Araf’ın hem yapıcı hem sarsıcı dengesidir. “Bir şey, salt biri yapıyor diye yaşam olamaz,[6] demektedir H. D. Lawrence ve eklemektedir: “Parıldayan, dört boyutlu niteliği gösteren bir şeydir bizce yaşam.[7] 1966 tarihli Tercüme Mecmuası’nda yayımlanmış olan Töre ile Roman başlıklı denemesinde Lawrence, sanatın dördüncü boyut olduğu fikrini işliyor. Lawrence bu tezini anlaşılır kılmak amacıyla şöyle bir örneğe başvurmuştur: “Ayçiçeklerinin resmini yaptığımızda, yaptığımız resim ayçiçeğinin kendisini yansıtmaz. Herhangi bir insan (Lawrence örneğinde Van Gogh), ayçiçeklerinin resmini yaparken, insan olan kendisiyle, ayçiçeği arasındaki canlı bağı, akıp giden o an içinde göz önüne serer ya da kurar.”[8] İşte bunun içindir ki hakiki sanat eseri, gerçek ile kurmaca arasındaki muğlâk bir zeminde yer almaktadır. Michel Foucault haklıdır çünkü gerçekten de resimdeki pipo, pipo değildir.

Mağara ve gölgeler bahsini es geçerek D. H. Lawrence örneğine geri dönelim: “Gerilmiş bez üzerindeki ayçiçeği görüntüsü üçüncü bir şeydir.” Resmi çizenin doğada gördüğü ayçiçeği algısı olmadığı gibi, doğadaki ayçiçeğinin kendisi de değildir. “Ayçiçeğinin kendisiyle Van Gogh’un kendisinin ürünü olan bir şeydir.” Lawrence şöyle bir izahta bulunuyor: “Gerilmiş bez üzerindeki görüntüyü ne tartabilirsiniz, ne ölçebilirsiniz, ne de betimleyebilirsiniz. Sözün gerçeği, çok tartışmalı dördüncü boyutta varlık kazanır gerilmiş bez üzerindeki ayçiçeği görüntüsü. Bu görüntü ne bezdeki insandır, ne de bezdeki çiçektir. Her şeyin ortasındadır ve dördüncü boyuttadır.”[9] Biz burada keyfi bir yoruma giderek söz konusu dördüncü boyutu Araf olarak tanımlayacağız.

Çok tartışmalı dördüncü boyutta varlık kazanmış olan gerilmiş bez üzerindeki ayçiçeği görüntüsü keyfiyetine benzer şekilde, edebiyat metinlerindeki olaylar, tasvirler, karakterler, yansıtmalar ve çözümlemeler de (edebî metnin kendisiyle beraber) bir başka âlemin, kurmaca dünyanın veyahut da dördüncü boyutun varlık alanında yer alırlar. Ne büsbütün muhayyeldirler, ne de bütünüyle gerçekliktirler. En gerçekçi roman bile esasen kurgudur. Şöyle de diyebiliriz: Genelde her sanat eseri, özeldeyse her edebî metin sanaldır. Edebiyat eserindeki –gerçekliğe yaslanan– sanal zeminin Araf olmasını edebiyat kuramcısı Georg Lukacs veciz bir ifadeyle şöyle özetliyor: “Anlatı biçimi, aşkın bir yurtsuzluğun ifadesidir.[10] Söz konusu aşkın yurtsuzluğu Araf ile özdeşleştirmekten veya benzeştirmekten başka çıkar yol herhalde yoktur. Tasavvufta buna âlem-i misal denmiştir. Bizim şu an içerisinde bulunduğumuz evren mi daha gerçektir, âlem-i misal mi kurmacaya daha yakındır tarzında bir tartışmaya yeltenmekse hiçbir sonuç vermeyecektir. İzafiyet bütün âlemleri kapsıyor olabilir. Belki de yegâne hakiki evren cennet dediğimiz âlemdir ki cehennemin sanal olup olmadığını kesinkes saptamamız da zaten imkânsızdır. Biz bu dünyadayken imkânsızdır.

Göreceliliğin (izafiyetin) en kaypak zemini Araf’tır dersek zırvalamış olur muyuz? Şayet bu böyle ise, Araf’ın en sağlam temsili de sanattır, edebiyattır ve bilhassa romandır. H. D. Lawrence roman sanatının güzelliğini ve büyük değerini burada, bu temsilde ve bu kaypaklıkta görmektedir. “Felsefe, din, bilim, hepsi de sağlam bir dengeye ulaşmak için her şeyi çivilemekle (sabitlemekle) uğraşırlar. Din, şunu yapmalısın, bunu yapmamalısın der. Felsefe değişmez düşünceleriyle, bilimse yasalarıyla bizleri şu veya bu ağaca çivilemek isterler. Roman ise öyle değildir. Roman, ince iç-bağlılığın, insanın bulgulamış olduğu en yüksek örneğidir. Her şey kendi zamanı, yeri, koşulları içinde doğru; kendi zamanı, yeri, koşulları dışında da doğruluktan uzaktır.”[11] Dolayısıyla roman sanatı apaçık bir şekilde izafî zeminde durmaktadır ki işbu zemin Araf’ın ta kendisidir.

Bu yazının konusuyla doğrudan ilintili bulunmuyormuş gibi görünse bile Töre ile Roman arasındaki bağıntıyı Lawrence çok kısa olarak şöyle tarif etmektedir: “Romanda töre, dengenin titreyen durulmazlığıdır.[12] Bu dünya ile öte dünya arasında muallâk bir dengenin var olduğunu kabul edeceksek Araf’ın titreyen durulmazlığına veya izafiliğine göndermede bulunuyoruz demektir. İrlanda kökenli edebiyat teorisyeni Terry Eagleton şöyle der: “Araf, ahlâken vasat olan insanların oturup, isimleri okunana kadar bekledikleri ve günahlarının karşılığı olarak türlü aşağılayıcı kefareti yerine getirdikten sonra ayaklarını sürüye sürüye, utanmadan cennete gitmek için terk ettikleri bir bekleme odası değildir.[13] Şu halde Araf nedir? Araf ıstıraptır, çilehanedir ve Araf sanattır. “Bir kurtarıcı, insanları neden kurtardığını avucunun içi gibi bilmelidir, günahtan bağnazca kaçmamalıdır. Aksi takdirde kurtuluş içerden değil de dışarıdan gelmiş olur ki, bu da kurtuluşun ruhuna aykırıdır.[14] Şu halde, sanatkâr, kurtarıcıdır. Peygamberlerle, azizlerle ve evliyalarla, bilim insanlarıyla, filozoflarla beraber sanatçı da kurtarıcıdır. Nitekim gerçek sanatçının günahkâr birisi gibi olduğunu vurgulayan Oscar Wilde, “gerçek sanatçı eseriyle yıkar, sanatıyla bize zararı dokunmayan sanatçı aslında bir sanatçı bile değildir,” demiyor muydu? Hâsıl-ı kelâm, Araf sanattır ve sanatçı da Araf’ın en etkin sakinidir. Roman sanatı ise diğer bütün sanat dallarından bir gömlek daha fazla Araf’tadır. Vahyin nereden indiğini bilmiyorsak da ilhamın Araf’tan geldiğini cüretkârlıkla söyleyebiliriz.       
      
KAYNAKLAR
[1] Psikanaliz Açısından Edebiyat, Freud-Jung-Adler, sayfa 73, Ataç Kitabevi, İstanbul, tarihsiz
[2] Töre ile Roman (Morality an The Novel), D. H. Lawrence, Tercüme Mecmuası, sayı 85, Ocak-Mart 1966, sayfa 27, Ankara Üniversitesi Basımevi
[3] Din ve Estetik, Aydın Işık, sayfa 239, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2013
[4] Din ve Estetik, sayfa 243
[5] Sanat ve Edebiyat, Onur Bilge Kula, sayfa 250, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014
[6] Töre ile Roman, sayfa 27
[7] Töre ile Roman, sayfa 29
[8] Töre ile Roman, sayfa 23
[9] Töre ile Roman, sayfa 23
[10] Roman Kuramı, Georg Lukacs, sayfa 12, Metis Eleştiri, İstanbul 2003
[11] Töre ile Roman, sayfa 25
[12] Töre ile Roman, sayfa 25
[13] Kötülük Üzerine Bir Deneme, Terry Eagleton, sayfa 27, İletişim Yayınları, İstanbul 2012
[14] Terry Eagleton, sayfa 54
Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen