*****
*Mehmet Fatih DOĞRUCAN[i]
ÖZET
Modern olguların 20. yüzyılın şafağında en çok düşündüğü mesele olarak karşımıza dil ve mantık kavramsalı çıkar. Dil ve Mantık daim biçimde kendi kavramsalı ile ele alınmış, arada oluşturduğu köprü ve mantık bir episteme meselesi biçiminde hep akıl-nesne şeklinde alınmıştır. Halbuki bu iki kavram aynı zamanda akıl-akıl ilişkisinin de bir dışa vurumudur. Bu sebep ile dil ve mantık arasındaki iddialar, mantığın bir metodoloji olduğu felsefe disiplini yerine dilin bir metodoloji olduğu edebiyat disiplini ile insanları karşı karşıya bırakmış, böylece felsefenin iflası Richard RORTY’nin iddia eksenine yerleşmiştir. Bu durum ise birbirine belirli mantık silsilesi bağlanan bireylerin oluşturduğu toplum olgusu yerine, birbirine dilsel ifadelerle bağlanan topluluk olgusunu yerleştirmiş ve mantığın evrensel kadim değerleri yerine dilin edebi metaforları, bağlayıcı haline dönüşmeye başlamıştır. Böylece bireyler arası, toplumlar arası ilişkilerde mantığın temel bağlamları ile hareket eden felsefi düşünce, mantık ve dilin aynılaşması sorunsalı yüzünden edebi düşünceye dönüşmüştür.
Bu durum mantıklı ve olgusal düşünce düzlemi olarak tarif edebileceğimiz objektivizm ilkesini, zamanla daha duygusal olarak tarif edebileceğimiz ideolojik ve taraflı düşünce zeminine çekmiş, tarafsızlık ilkesini kaybetmek istemeyen özneler zeminini ise, ilgisizlik çukuruna itmiştir. Böylece bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde düşünceden uzaklaşma günümüz dünyasının bir önerisi, bir reçetesi olarak tezahür etmiştir.
Burada ele alacağımız konu, böylece, 20. yy’ın tüm rengini belirleyen ve toplumsallığın temeline evrenselmiş gibi oturan, bütün olguların birbirleri ilişkileri olacaktır. Şaşılacak nokta, Bu olguların hangi tarzda nasıl kullanılarak birbiri ilişkilendirildiğini gösterdiğimiz oranda, ortaya çıkan sistemin artık TOPLUM yerine TOPLULUK’un oluştuğunu göstermek olacaktır.
Simulasyonların, göreceliliklerin aklın özgürlük alanına ilişkin tasarlanım ve düşünümlerin, ne şekilde toplum mühendisliğine dönüştüğünü görmek için, çağımızın felsefecilerinden olan Richard RORTY’nin düşünce sistematiğini merkeze alıp, ona itiraz ederek bu bildiriyi oluşturmuş oluyorum. Çünkü Rorty, açıklamadığı sistematik itibarı ile hepimizin bildiği Amerikan Rüyası kavramsalının felsefi öncüllerini bize sunuyor ve bu kavramın dönüştüğü muhafazakar demokrasi yapısının öncülleri ise, neo-liberal tavrı ile yine bu sistematiğin içerisinde yer tutuyor.
Bu bildiri ile, masum ve entelektüel edebiyatın düşüncenin aracı olmaktan çıkarak amaca dönüşmesini, böylece düşünce dünyasına yaptığı müdahale ve çözülmeleri analiz ederek, Toplum Mühendisliğini, yapısal olarak kendine aykırı Pozitivizmin elinden nasıl aldığını anlamaya çalışacağız.
TAM METİN
1. GİRİŞ
Burada ele aldığım konu, 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısının tüm rengini belirleyen ve bu dönemin toplum görüşlerinin temeline evrenselmiş gibi oturan bütün olguların, birbiri ile ilişkileri olacaktır böylece bu ilişkiler ağı ile şekillenen düşünce dünyasının felsefeden edebiyata doğru nasıl evrildiği ortaya çıkmış olacaktır. Bu durumda ortaya bir sosyalite çıkacak ve bu sosyalite ise dönemsel bir pratiğe ve sistematiğe dönüşecektir. Elbette ki, 20. yüzyılın ikinci yarısı mağdurlar sıfatı ile sistemlere karşı çıkanların yorum dünyası olarak tarihteki yerini alacaktır. Özellikle 2. dünya savaşı sonuçları ile beraber yaralanan sosyal ve milli devlet mantığının yanı sıra Başkan Nixon[1] gibi töhmet altında kalmış kapsayıcı devlet modelinin yol açtığı toplum mühendisliği sorunları, 20. yüzyılın ikinci döneminde özgürlük problemini, sosyal bir mesele olarak ele almaktansa birey merkezli bir düşünce evreninde düşünülmesini zaruri kılmış ve literatür ağırlığı bu yönde gelişmiştir. Bireyselliğin tesisinde bir can simidi görevi gören kuantum teorisinin sağladığı olumsallık kavramı, zorunsuzluktan, rastlantısıllığa bir yorum evreni geliştirerek bu evrenin ortasına da bireysel özgür iradeyi (personel free wille) yerleştirmiştir. Böylece bir materyalizm iflası, zafer çığlığı ve yargılama havası ile literatürleri kuşatmıştır. Halbuki bu araştırma sonucunda görülecektir ki, materyalizm karşıtı diyalektik bile, tasarlanımın akılsallığına güvenerek, tasarı ve tasarlanımları materyalizm dışında tutmakta ve onların madde ile maddeye ait olarak sergilediği metodu göz ardı etmektedirler. Böylece maddenin obje olarak tuttuğu yer artık bir subjeye dönüşmekte, sonuç olarak madde ise kavram halini almaktadır. Bu kavram ise tasarı ve tasarlanımlarda madde temelli yeni bir sistem inşa etmeye başlamış ve bu şekilde felsefe merkezine ise felsefi imiş gibi psikoloji ilkeleri oturmaya başlamıştır. Yani bir bakıma psikoloji biliminde algı olarak adlandırılan hadise, felsefe kavramsalı olarak yer tutmaya başlamış ve böylece algı temelli düşünüm üzerine ciddi bir literatür oluşmaya başlamıştır ki, bu durum algıların göreceliliği ile sonuçlanan bir evrene yol açan karmaşık sistemler ağını oluşturmaktadır. Algı ve yorum manasında, herkesin ilk bakışta özgürmüş gibi algılandığı bu yeni evrende, tasarı ve tasarlanımlar bir noktada dünyevi kadere dönüşerek, olguların sonucu olarak vücuda gelecek olaylar ise yeni bir olguya dönüşmekte böylece bir simulasyon ihtimaline olanak tanıyacak yeni bir yorum evreni ortaya çıkarmaktadır. Algıların değişkenliği ve göreceliliği ise felsefeden edebiyata dil ve düşünce dünyasının kendi içindeki disipliner tavrının iflasına yol açmış, böylece düşüncenin temel kritiği olan mantığın yerini, mantıksal olduğu gerekçesi ile dil (language) işgal etmiş, mantığın temel metodolojisi ile ontolojik ve epistemolojik kesinlik arayan felsefe yerini, dilin ürünü olarak ortaya çıkan edebiyatın metaforik yorumlarına terk etmiştir.
İşte bu sebep ile bu noktadan en belirgin takip edilebileceği bir filozof örneğinden hareket ile, Rorty, bu incelememizin hareket noktasını oluşturabilecek kadar zengin veriye sahiptir. İşin ilginci Rorty, Modern teorilerin tasarlanım olarak ortaya koyduğu toplum mühendisliğine karşı bir duruş sergileyerek yeni bir tasarlanım peşinde değilmiş gibi görünmesine rağmen, biz bu inceleme içerisinde onun sistematiğinin esas daha kuşatıcı bir tasarlanım olduğunu göstermeye çalışacağız. O herkesin birbirinden ayrıldığı bir sınır olarak pragmatist felsefe içerisinde göreceliliği meşrulama çabasındadır.[2] Fakat göreceliliğin tekilliği veya tikelliği karşısında tümellik olarak ortaklaşa olanı önermiş ve bunun bir uzlaşı olacağını düşünmüştür. Fakat bu durum ise bir tümellik çözümü yerine başka bir kavram olan genelliği önermek ile aynı anlama gelmektedir. Bu şekilde birey-kültür-toplum arasındaki oluşan post-modern probleme bir çözüm aramıştır. Böylece toplumun toplumla, toplumun bireyle, bireyin toplumla, bireyin bireyle, bireyin kültürle ve toplumun kültürle olan ilişkisinde algı temelli bir empati kuramını yani bir bakıma psikoloji içerikli bir kuramı önermekte, bunu yaparken de ortak alan olarak kavram için tarif ettiği dil dünyasının ürünlerini öne sürmektedir. Böylece edebiyat biricik ortak alana dönüşmektedir. Elbette onun sunduğu bu çözüm bariz bir biçimde görünmektedir ki, görüşlerinin kaynağı anglo-sakson düşünce geleneğinin epistemolojik ilerlemesinin geldiği son noktadır. Fakat bu sınırlar içerisinde getirdiği çözüm önerisi, bireye, bireysel hürriyetini teslim eder gibi görünürken, onun ait olduğu sınıf, kültür veya kimlik bireysel hürriyeti kısıtlayıcı olurdu ki, bu durum ister istemez birey dışı bir topluluğa bir gruba dönüşür ve böylece birey üzerine inşa edilmek sistem çökerdi. Sonuç itibarı ile Rorty’nin bu sistemi açık bir biçimde bu durumdan kaçınmak adına bir kısıtlayıcılık içermektedir. Bu metnin ilerleyen kısmında ortaya daha açık çıkacaktır.
2. KISACA RİCHARD RORTY
Amerika Birleşik Devletleri’nin yirminci yüzyılın ikinci yarısında çıkardığı önemli felsefecilerden birisidir Rorty. Anglosaxon analitik felsefe geleneği içinde yetişmiş olmasına karşın, çalışmalarında Sellars[3], Quine[4], Davidson[5], Wittgeinstein[6], Putnam[7], gibi bu geleneğin önde gelen düşünürlerinin yanı sıra, onlardan daha fazla olarak, Heidegger, Habermas[8], Derrida[9], Foucault[10], Lyotard[11], Castoriadis[12] hatta ve hatta daha öncesinden Freud ve Hegel gibi kıta avrupası filozoflarının eserleri ile diyaloğa girmiştir. Yazdığı her konuda kışkırtıcı, özgün ve put kırıcı bir yapısı olduğu literatürlerce dile getirilmiştir. Lyotard ve Habermasla girdiği tartışma yani polemik önemlidir. Çünkü Pierce, James ve özellikle de Dewey tarafından temsil edilen Amerikan pragmatizmine bağlılığı ve bu pragmatizmin temsil ettiği liberalist nokta, kendisine akademik sol çevrelerden yöneltilen en büyük eleştiri zincirini oluşturmaktadır.[13]
“Çağdaş Amerikan akademilerindeki solcu entelektüellerin enerjisi büyük ölçüde boşa harcanıyor bence, çünkü felsefe ve edebiyat eleştirisi gibi disiplinlerdeki çalışmaların politik eylemle dolaylı olarak değil doğrudan bağlantılı olabileceğini umuyorlar. Bu umudun belirtilerinden biri de geleneksel kavram, ayrım ve kurumları ‘sorunsallaştırma’nın ya da ‘sorgulamanın’ politik olarak yararlı olduğuna inanmaları. Oysa bence ortaya alternatif bir pratik çıkarmadıkça, en azından sorgulanan kavram ya da ayrımın miyadının dolmuş olacağı bir ütopya kaba hatlarıyla da olsa çizilmedikçe bir toplumsal pratiğin ‘iç çelişkileri’ne işaret etmenin, ya da onu ‘yapıçözümüne’ tabi tutmanın pek yararı yok… Oları nasıl çözeceğiniz konusunda belli önerileriniz yoksa bu tür gerilimleri ortaya sermek pek de anlamlı değil. Halbuki gençliğimdeki Deweyci liberal sol da Marksist radikal sol da ütopyacı görüşler geliştirmeye, sözkonusu gerilimleri azaltacak pratikler önermeye çalışırdı. Çağdaş Foucaultcu sol hakkındaki kuşkularım böylesi görüşler ve öneriler önerme konusundaki beceriksizliklerinden kaynaklanıyor.”[14]
Rorty’nin yaşadığı dönem biçimlerin öne çıktığı ve bu biçimlerin bir reçete olmasından çok niye olamayacağının kritiğinin yapıldığı bir dönemdir. Sonuç itibarı ile eleştiri odaklı bir kritik dönem olarak karşımıza çıkan bu süreç, kaynağını yine de kavramdan çok maddeden alan ve bu sebep ile kendini var etmek için dış dünyayı önemseyen bir eksendir. Çağdaşımız Rorty dış dünyayı bir alegori[15] olarak algılayan bireyin, ironiye[16] yöneleceğini, sanki, ima etmektedir. Fakat elbette ki, eylem tarihselliğin dışa vurumu olduğu ve Rorty’nin fikirlerini şekillendiren dönem 20. yy. olduğu için bu dönem hakkında kısaca bilgi vermekte fayda bulunmaktadır.
3. 20.YY. ve RORTY
Bu yüzyıl genel olarak algı dediğimiz psikolojik hadisenin ve bununla beraber ortaya çıkan felsefi göreceliliğin ortaya çıktığı dönemdir ki, bu durum Öz-bilinçli olarak özgür, çağdaş bireyler düşüncesinin[17] bir art alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece birey kendi dünyası ile doğrudan ve dolaysız ilişki içerisinde var olurken, kendisi dışındaki dünya da, ona, ya metafiziksel ya da gerçek dışı olarak görünecektir. Bireyin dışında ve algısının haricinde ise hiçbir olgusallık kalmayarak, modernitenin başlangıcından beri kaçınılan düşünsel solipsizm batağı artık, eylemsel bir mecra olarak ortaya çıkacaktır. Bu durum karşısında bilim ve mutlak alan arayışları daha keskin bir zemine oturacak ve bahsettiğimiz ilk tavır karşısında, kabul[18] mekanizmasını tekerrür gibi dayatacaktır. İşte böyle bir dünya da tutarlılığın ve sistemliliğin biricik doğası olma iddiasındaki felsefe şüphesiz ki, bireysel tutarsızlıklar karşısında iflasa sürüklenecektir. Çünkü öz-bilinçli ve göreceli bireyler dünyasında bir başkası ile tutarlılık veya evrensellik yerini kendi içinde tutarlılık ve dış dünya ile ortaklaşalık ilkesine indirgemiştir. İşte böyle bir durumda felsefenin elinde kalan ise kendi çürütülüşünü gerçekleştirmek olacaktır veya kendi geleneksel sınırlarına çekilerek faaliyetini durduracaktır.
Felsefe zaman içindeki seyrinde pek çok noktaya temas etmekle beraber, 20. yy. içerisinde bilincin perspektifini çözümleyememek, düşünmenin dilsel bir etkinlikten başka bir şey olmadığını anlamakta güçlük çekmek, olgusal olmayan önermeleri bir kabul olarak ele almak gibi konularında eleştirilmiştir. Fakat eski felsefe olarak adlandırılan bu metodolojinin karşısında dikilen yeni metodoloji ise kritikten öteye gidemeyerek eski felsefenin küllerinde kaybolmuş böylece felsefe dışı etkinlikler olarak psikoloji, edebiyat, sosyoloji, tarih, antropoloji gibi yan ürünler ön plana çıkmaya başlamış, başarısı hasebi ile psikoloji, kitlelere ulaşması hasebi ile edebiyat özel bir önem görmeye başlamıştır. Böylece yeni felsefeye kalan tek alan derin düşünme kavramsalı olacaktır ki, bu durum öznellik ve anlaşılmazlık batağında daha kendini ifade etmeksizin safsata olarak algılanıp kaale alınmayacaktır.
Görüldüğü üzere 20. yy. epistemeyi sensual, olgusal ve materyal düzleme bağlamaktadır. Akıl ise büyük bir ölçüde bağımsız ve evrensel kaideleri olan kendisinin yerine, algı ve madde sonucu işlem gören bilince indirgenmiştir. Artık ‘’akıllı tüketici’’ yerine ‘’bilinçli tüketici’’ genel kavramsala bile yerleşerek, birbirinden farklı olan akıl ve bilinç kavramını aynıymış gibi ele almanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Elbette ki, bilincin tek taşıyıcısı olarak da kişi yani birey görünmektedir. Bütün veya tümel olan ise kişilerin ortaklaşalığından türetilecektir ki, bu durum tümel kavramı ile genel kavramının el değiştirmesi anlamına gelecek, böylece tümel kavramı artık iflas etmiş olacaktır.
20. yy.’ın ilk yarısı ilerleme ve gelişme idesinin toplumlar ve kültürler arası çatışmasını sağlayan olaylar ve olgular zincirine sahipse de, ikinci yarısı bu iki ide nin masaya yatırıldığı ve var olan düşünce sistemlerinin değersel olarak masaya yatırıldığı süreçtir. Modernite de oluşmuş bir ‘’ben’’ problemi sonucunda her bir bireyin kendi nezdinde ‘’ben’’e dönüşmüş olması bireylerin oluşturduğu toplumu ‘’biz’’ olgusundan çıkarmış, böylece ‘’biz’’ yerine ‘’ben’’lerden oluşmuş bir bireyler topluluğu elde kalmıştır. Modernitede ki, her bir ‘’ben’’in kendini ortaya koyma veya gerçekleştirme arzusu ise hiç şüphesiz özgürlük olarak tabir edilen bir arenanın temeli olduğunu ortaya koymayı bir iddia meselesi haline getirmişti. Fakat her bir ‘’ben’’ kendisini ortaya koyma ve gerçekleştirme eyleminde diğer ‘’ben’’ler olan diğer bireylerle rekabet halinde bulunduğu için onları nesne görmek eğiliminde olmaktaydı ki, bu durum özgür olabilmenin temeli olarak özneleşen bireyin diğerlerini nesne konumuna indirgemesi yani tahakküm altına alması anlamına gelmekteydi. Diğer yandan yine Hobbes’un deyimi ile ‘’ Bellum omnium contra omnes’’ yani herkesin herkes ile savaşı… Çünkü insanın özgürlüğü kendini gerçekleştirmek adına yetkin olmaktan geçiyor ve yetkin olmak ise kabil olmak (virtua)[19] anlamına geldiğinden dolayı kabiliyet, yetenek gibi kavramlar özgürlüğü bir mücadele platformu ile açıklıyordu. Böylece artık Thomas Hobbes’un deyimi ile ‘’homo homini lupus’’ yani ‘’insan, insanın kurdu’’ idi.[20] Bu yorum liberateryan düşüncenin temeline kabiliyeti sergileme olarak girdi ki, biricik özgürlük ancak buradan türerdi. Buna karşılık kabil olanların daha az kabil olanlara galip gelme durumu ancak eşitlenmeyle giderilirdi ki, bu durum ise kommüneteryan düşüncenin en temel referansı olarak eşitlik kavramına yönelmesini sağladı. İşte bu iki kutubun referans aldığı kavramsal çekişmeler 20. yy’ın ilk yarısını belirlerken ilerleme ve gelişme idesinin son geldiği noktada, kapitalizmin Protestan ahlaka rağmen etik eksikliğinden dolayı özgürlükten rekabetin anlaşıldığı, bireyin yüzyılında bireyi es geçtiği için eşitlikten ise kısıtlanmanın anlaşıldığı POST-MODERN bir süreç çıktı.
Düşünürümüz Rorty ise genellikle kendisinin dışındaki literatür ya post-modernlikle itham edilmiş veya kendisi ise bu durumu literatürel boyutta inkar etmiştir. Tabi bu durum onun sistematiği ile ilgili verilen bilgilerde daha açık bir biçimde ortaya çıkacaktır.
Konuya geri dönecek olursak, kendi sınırları içerisine hapsedilen bir felsefe şablonunu, en azından 20. yy. için yukarıda resmetmiştik. Bu durumda kendisine hiçbir alan kalmayan felsefe, ya derin düşünme olarak uçsuz bucaksız yorum dünyasına dalmalı veya tutarlılık ilkesinden vazgeçmemek adına bilim üzerine yönlenmeliydi. Çünkü dolaylı ve matık yürütme ile elde edilen bilgi artık bilim sayesinde dolayımsız elde edilmekteydi. İşte tam da bu noktada Rorty kendisini 20. yy. içerisinde farklılaştıran ifade ile bilginin dolaysız olmadığını, aksine dolaylı olduğunu, en azından bireylerin dünyasında bilginin dolaylı olduğunu aksi halde bireyin anlamsızlaşacağını ifade ederek felsefeden bilime geçiş sürecinde, iflas eden felsefenin alanını edebiyata indirgeyecektir.[21] Böylece bilme dünyasını artık dil ve dilin ürünlerini şekillendirecektir. Eğer bu bilme hareketi bir şey ile adlandırılacaksa ‘’hiçbir şeyi bilme hareketi’’olarak adlandırılabilir. Çünkü edebiyatın analitik veya sentetik manada bir bilgi çabasının olmayışı bir takım bilgileri sadece malzeme olarak kullanıp sanat icra etmesi bilgiyi psikolojik bir mesele olan algıya indirgeyecek, böylece insani bir etkinlik olan edebiyat, insani her etkinliğin içerisine yerleşecektir. Hatta politikanın bile… fakat şunu belirtmekte fayda var bir zamanlar politikanın propaganda aracı olan edebiyat, artık öncülü olan konuma yükselmiştir.
Gerçi bu meselenin modern evrimine bakacak olursak karşımıza Immanuel Kant çıkmaktadır. Çünkü estetik kuramının biçimlenmesinde temel rol oynayan İmmanuel Kant’a göre, bilinç, bilgi açısından sadece bir süreçtir, daha bu süreçte rol oynayan estetik yapının temeli olan algıdır. Böylece bilince estetik edinimin yüklenmesi ile birey olmanın en temel gerekçesi gerçekleşmektedir. Rorty bunu daha uç noktada ele alarak, bireyi bilince indirger ve kendi pragmatik sürecinde bulunan birey, dış dünyadan estetize olarak edinimlerini kazanır, bu şekilde bireyin bir üründen dolaylı olarak bilgi elde etme süreci gerçekleşir. Fakat bu bilgi, belli-belirsiz bir mecaz içerisinden öyle alınır ki, işte bu durum ise bir metafor sürecidir. Böylece bilgiyi alan farklı bireyler, bir ve aynı şeyden birbirinden farklı şeyleri algılayacaklar ve bunu kendi bilinçlerinde bir bilgi sürümü muhafaza edeceklerdir.
Bu durumda Rorty sistematiği, kıta felsefesinin öncüllerinin ada felsefesi ile buluştuğu noktada onlardan hariç bir noktada Amerikan rüyasıdır. Dolayısı ile günümüz Amerikan Devlet felsefesinin de sacayağını oluşturmaktadır. Rorty’nin sistematiği tamamen politiktir. Politika tamamen antropolojik ve psikolojik zemine yayılmıştır. Hannah Arend’te gördüğümüz araçsallık görevini, Rorty, felsefe yerine edebiyata yüklemiştir. Rorty kurguladığı sistematikte fazla dağılmamak adına tekile vurgu yapmaya yönelecektir. Çünkü özgürlük kavramı onda Heidegger etkisi ile bilinçle ilişkilidir. Bilinç ise her bireyin edinimi sonucu gerçekleşir.[22] Sonuçta Rorty’e göre de eylemin taşıyıcısı bilinçtir. Ve bilinç ise artık resmen akılı bir kenarı koyarsak irade ile de aynı anlama dönüşmeye başlamıştır. Bu durum ise iradenin artık dış dünya ile etkileşime girmesi anlamına gelecektir ki, aynı zamanda bu durum, iradenin dış dünyaya kayıtsız kalmaması anlamına da gelecektir. Yani arzu, tutku ve isteklere karşı geleneksel manada bir karşı duruş sergileyen irade onlarla uzlaşma mecburiyetine girecektir. Diğer yandan dış dünya aynı zamanda bir arada yaşaması gereken bireyler topluluğundan da ibarettir. Bireyler topluluğu diyoruz, çünkü tümelin iflası ile beraber toplum kavramsalı çökmüş yerine bireyler topluluğu elde kalmıştır. Bireyler topluluğunun birlikte yaşamak adına ortak söylemde bulunması gerekirdi ki, bu durum bariz bir toplum özelliği taşımakla beraber, ortak söylemleri onların bireysel hürriyeti ile de çelişirdi. Çünkü diğer manada bu durum apaçık bir ortak eylem olurdu ki, bu durum ortak eylemin yaratacağı bir aidiyeti doğurur ve bu aidiyet ise kısıtlayıcı olurdu. İşte bu durum bariz biçimde birbirinden koparılmış bireyler topluluğunun üyeleri olarak bireyi ifade eder ki, bu bireyler artık atomize bireyler olarak isimlendirilebilinir.
4. SONUÇ
Görüldüğü üzere artık felsefenin geldiği son nokta sebebi ile ortaya birbirinden bağımsız bireyler yani atomize bireyler çıkmıştır. Bu bireylere oluşturulmuş sistem gereğince ve sahip oldukları göreceliliğe saygı ilkesi, onları özgür kılıyor gibi görünse bile, bilgisizlik veya derinliksiz düşünce sonucu, sadece bilmemeye ya da algıdan ötesine gerek duymama sebebinden hareket ediyorlar. Bu vaziyet herkesin kendisine göre bir gerçeklik dünyası inşa etmesi anlamına geliyor ki, işte bu durum kapsamlı olarak daha sonra ele alınacak bir makalenin konusunu teşkil etmektedir.
Dipnotlar
[1] 1968-1974 arası A.B.D başkanı olarak görev yapmıştır. Watergate skandalı ile anılmakla beraber komitacı bir liderdir.
[2] Madan SARUP, Post-Yapısalcılık ve Post-Modernizm , Çev. B. Güçlü, Kültür Sanat Yay. 2004, giriş kısmı
[3] Dil felsefesi alanında çalışmalarına yapısalcı anlayış ile yaklaşmaktadır.
[4] Empirist felsefe alanında düşünüm ve çalışmaları ile bilinir.
[5] Fizik ve fizyoloji temelli olarak felsefi çalışmaları ile bilinir.
[6] Pozitivist temelli olarak dil felsefesi çalışmıştır.
[7] Matematik Felsefecisi
[8] Rorty’ye göre 68 kuşağı ruhani lideri
[9] Althusser ve Fucault’un öncülü olup aktivist bir yapı-sökümcüdür.
[10] Etik ve değer çalışmaları ile felsefi iflası sosyoloji lehinde ele almıştır.
[11] Fransız Post-Modern kuramcı
[12] Tarihsel materyalizm temelli çalışmaları ile bilinen marxist Fransız felsefeci
[13] http://www.imge.com.tr/person.php?person_id=9478
[14] Sinan Kadir ÇELİK, Burjuva Düşüncesinin Antinomileri: Batı Metafiziğini Yorumsamacılıkla Aşmak Mümkün mü? Praxis (3), 2001, 26-82 sf. 45 http://www.praksis.org/files/003-Celik.pdf Ayrıca bu alıntı Rorty’nin İmge Yayınlarından 1995 te çıkan kitabının kapağında da mevcuttur.
[15] Kinaye
[16] ‘’As if’’ sanki, imişçesine, öyle imiş gibi davranma…
[17] F.L.JACKSON, Post-Modernizm ve Felsefi Geleneğin Yeniden Kazanılması, çev.Nur KÜÇÜK-Yasemin ÇEVİK, http://www.belgeler.com/blg/3td/post-modernizim-ve-felsefi-gelenegin-yeniden-kazanilmasi, sf.11
[18] Dinsel veya metafizik başlangıçtaki kabule karşı çıkan bilimci doğa, 20. yüzyıldaki bu tavır karşısında kendi öncüllerini kabul olarak dayatma noktasına yönelerek, bilimsel dogmaların önünü açmıştır ki, Mesela Newton, Darwin ve Lavosier uzun yıllarca bilimsel bir dogma olarak yerlerini korumuş, hala da tartışılmaktadır.
[19] Niccolo MACHİAVELLİ, Prens, çev. Rekin TEKSOY, Oğlak Yay., İstanbul 1999 sf. 34-36
[20] Thomas HOBBES, De Cive-Leviathan,
[21] Ayrı noktalarda bulunmalarına rağmen Albert Camus ile aynı refleksiyonu göstermiştir. Fark ise Camus edebi açıdan üretir, Rorty ise edebi olması gerektiği üzerine kritik eder.
[22] Locke’un boş bir levha olan akılı burada da bilince dönüşüyor.
—————————————————————–
Kaynak:
[i] Uşak Üniversitesi MYO- Radyo-TV Programcılığı Öğretim Görevlisi