Ukrayna–Rusya Krizi AB, Fransa ve Almanya’nın Rusya karşısındaki ekonomik bağımlılığını, siyasi, askeri ve diplomatik aczini ortaya koydu. Avrupa doğalgaz ihtiyacının yarısı kadarını Rusya’dan yaptığı ithalatla karşılıyor. İngiltere, Amerika, Almanya, Avusturya, Fransa ve İtalya’da Rus şirketlerinin denetim kurullarında yer alarak büyük kazançlar sağlayan, Rusya lehine kamuoyu oluşturan birçok politikacının olduğu biliniyor. Yatırım bankacıları, ticaret avukatları ve halkla ilişkiler şirketlerinde Rus parasıyla zenginleşen birçok şahıs da mevcut. Bunların Rusya’nın yürüttüğü hibrit savaşa ve propaganda kampanyalarına azımsanmayacak bir destek sunduğuna dair ciddi göstergeler var.
Peki, krizin tek sorumlusu Rusya mı?
*****
Yaşar AYDIN[i]
Batı, Ukrayna–Rusya krizini diplomatik yöntemlerle aşamadığı gibi Rusya karşısında askeri bakımdan da caydırıcı olamadı. Rusya’nın, 24 Şubat sabahı Ukrayna’daki askeri hedefleri ve kentleri vurmaya başlaması üzerine Avrupa Birliği (AB) bir dizi yaptırım kararı alırken, Avrupa Konseyi Rusya’nın Bakanlar Komitesi ve Parlamenterler Meclisi’ndeki temsil hakkını askıya aldı. Çin, Hindistan ve Pakistan gibi devletlerin Moskova’yı desteklemesi, Rusya’nın tecrit edilmesini zorlaştırıyor. Batı, yani AB ve ABD ‘Donetsk’ ve ‘Luhansk’ bölgelerinin ilhakını önleyecek bir kararlılığa ve güce sahip görünmüyor.
SİYASİ DAĞINIKLIK, ASKERİ ZAFİYET VE EKONOMİK BAĞIMLILIK
‘Ukrayna Krizi’nin bir türlü etkisiz hale getirilemeyişinin birçok nedeni var kuşkusuz. Bunların başında Batı’da krizin çözümüne yönelik bir fikir birliğinin olmayışı geliyor. Fransa ve Almanya diplomatik bir yaklaşımla gerilimi azaltıcı bir tutum sergilerken, ABD başından beri sert bir söylem geliştirdi, olası yaptırımları masaya yatırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Moskova ziyaretleri sonrası oluşan iyimser hava, Biden ve diğer Amerikan karar vericilerin açıklama ve uyarılarıyla kısa sürede dağıldı. Hatta uzman çevrelerde Washington’ın gerilimi canlı tutmak istediği yönünde bir kanı oluştu.
Bir başka sebep ise yaptırımlar konusundaki fikir ayrışmasının aşılamamış olmasıydı. ABD yönetimi Almanya’ya ‘Kuzey Akımı 2’ doğalgaz boru hattının askıya alınması yönünde baskı yaparken, Şansölye Scholz bu yönde bir angajmana girmekten uzun süre kaçındı. Rusya’nın SWIFT ödeme sisteminden çıkarılması fikrine ise Fransa ile Almanya başından beri yanaşmadı. Almanya’nın tutumu anlaşılır, çünkü Rusya’nın SWIFT’ten çıkarılmasının Almanya’ya da ciddi bir maliyeti olacaktı ve muhtemelen Moskova’yı Pekin ile birlikte yeni bir uluslararası ödeme sistemi inşasına yönlendirecekti. Ancak bunun önceden açıkça dillendirilmesi diplomatik caydırıcılık bakımından yanlıştı.
Başarısızlığın en önemli nedeni ise askeri seçeneğin devre dışı bırakılmış olmasıydı. Önce ABD, sonra Fransa’nın olası bir işgal durumunda Ukrayna’ya asker göndermeyeceklerini deklare etmeleri Batı’nın caydırıcılığına ciddi bir darbe vurdu. Almanya’dan ise böylesi bir hamle zaten beklenmiyordu, zira hem silah satışına karşı çıkmış hem de Baltık ülkelerindeki eski Doğu Almanya’ya ait silahların Ukrayna’ya gönderilmesini veto etmişti. Suriye, Libya ve hatta Kafkasya’da Rusya’yı dengelemeyi başarmış Türkiye ise ABD tarafından istişare sürecine dâhil edilmedi. Anlaşmazlıklar ve fikir ayrılıkları Batı’nın caydırıcılığını zayıflattı.
Ukrayna–Rusya Krizi AB, Fransa ve Almanya’nın Rusya karşısındaki ekonomik bağımlılığını, siyasi, askeri ve diplomatik aczini ortaya koydu. Avrupa doğalgaz ihtiyacının yarısı kadarını Rusya’dan yaptığı ithalatla karşılıyor. İngiltere, Amerika, Almanya, Avusturya, Fransa ve İtalya’da Rus şirketlerinin denetim kurullarında yer alarak büyük kazançlar sağlayan, Rusya lehine kamuoyu oluşturan birçok politikacının olduğu biliniyor. Yatırım bankacıları, ticaret avukatları ve halkla ilişkiler şirketlerinde Rus parasıyla zenginleşen birçok şahıs da mevcut. Bunların Rusya’nın yürüttüğü hibrit savaşa ve propaganda kampanyalarına azımsanmayacak bir destek sunduğuna dair ciddi göstergeler var.
Peki, krizin tek sorumlusu Rusya mı?
BATI’NIN JEOPOLİTİK BASİRETSİZLİĞİ
Rusya’nın ‘Donetsk’ ve ‘Luhansk’ özerk bölgelerinin bağımsızlığını tanıması uluslararası hukuka aykırı, Rus birliklerinin bu bölgeye yollanması ise Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin açık ihlali. Rusya’nın NATO karşısındaki talepleri de hukuki açıdan dayanaksız. Ayrıca NATO’nun genişlemesi, Soğuk Savaş sonrası şekillenen ‘Avrupa Barış Düzeninin’ başlangıcı sayabileceğimiz ‘Paris Şartı’ (1990) prensiplerine de aykırı değil. 1999 yılında Avrupa Güvenlik İş Birliği Teşkilatı (AGİT) tarafından İstanbul zirvesinde kabul edilen ‘Avrupa Güvenlik Şartı’nda da “devletler güvenliğini başka devletlerin güvenliği hilafına geliştiremez, her devlet kendi ittifakını seçmekte özgürdür ve etki alanları oluşturulamaz” deniyor. Bu zaviyeden bakıldığında Rusya’nın talepleri dayanaksız.
Batı’nın bir başka yanlışı ise jeopolitik gerçeklikleri göz ardı etmesiydi. Örneğin Almanya’da ve birçok Batılı ülkede hâkim olan görüşe göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin revizyonist davranıyor, Biden, Macron ve Scholz ise Soğuk Savaş sonrası tesis edilen Avrupa barış düzenini, yani ulusal egemenliğin dokunulmazlığı ilkesini ve devletlerin özgürce dâhil olmak istedikleri ittifakı seçebilme hakkını savunuyorlar. Rusya’nın hamleleri jeopolitik kavram ve mülahazalarla açıklanırken; ABD, AB, Fransa ve Almanya’nın diplomatik yaklaşım ve dış politikasına evrensel değerler atfediliyor, normatif kavramlarla açıklanmaya çalışılıyor.
Özellikle Alman dış politika söylemindeki normativist ve ahlakçı yaklaşım üç sorunu beraberinde getirdi: Birincisi, Rusya ile Batı arasındaki ilişkinin ahlakçı bir yaklaşımla bir nevi iyi ile kötünün mücadelesi olarak kodlanmasına yol açtı. İkincisi, realizmden ve tarihsellikten uzaklaştırdı; öyle ki Rusya’nın Batı karşısındaki meydan okuması tek bir nedene, Rus iç politikasına indirgendi. Üçüncüsü, jeopolitik kıstasların göz ardı edilmesine yol açtı, örneğin Rusya’nın Kırım’ı işgal edebileceği öngörülemedi.
NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, kuşkusuz jeopolitik bir eylemdi, Ukrayna’nın birliğe alınması fikri de. Ukrayna’nın NATO’ya alınması Rusya’nın etrafındaki çemberi daraltacak, ABD’nin Rusya’yı çevreleme (containment) politikasına yeni bir boyut kazandıracaktı.
Batı’nın, Rusya’nın bunu kabul etmeyeceğini öngörüp ya bundan vazgeçmesi ya da gerekli caydırıcı tedbirleri alması gerekirdi. Kaldı ki jeopolitik mülahazalarla hareket eden sadece ABD ve Rusya değil, AB’nin taktik ve stratejik hamlelerini de siyasi ve iktisadi projelerini de jeopolitik mülahazalar belirliyor.
KRİZİN AB’YE ETKİLERİ VE JEOPOLİTİK SONUÇLARI
Ukrayna–Rusya Krizi sürecinde yaşananlar, AB’nin uluslararası siyasetin jeopolitik bir arka bahçesi haline geldiğini gözler önüne serdi. Rusya’nın son revizyonist hamlesi Transatlantik ilişkilere nasıl yansıyacak? İki senaryo öne çıkıyor:
Birincisi: AB’nin, Hint-Pasifik’te ABD’nin Çin’i çevreleme (containment) politikasını desteklemesi, böylece NATO’nun kısa veya orta vadede küresel bir ittifaka dönüşmesi (küresel NATO).
İkincisi: AB’nin, ‘Afrika-Avrasya havzasında’, yani Baltık Denizi’nden Ortadoğu ve Afrika–Sahrasına uzanan bir coğrafyada güvenlik, ekonomik istikrar ve göç hareketlerinin kontrolünü sağlayarak ABD’nin yükünü hafifletmek.
Ancak iki senaryo da askeri harcamaların ve kalkınma yardımı için ayrılan parasal kaynakların artırılmasını gerektiriyor ki bunun seçmenler nezdinde şu an karşılığı yok.
ABD ise AB’den beklediği desteği ve yardımı görmemesi durumunda Rusya’yı yanına almayı deneyecektir. Zira ne ABD ne de Çin, Rusya’nın karşı jeopolitik blokta yer aldığı bir durumu istiyor. ABD ve dolayısıyla da Batı için en kötü senaryo, Rusya’nın Çin’i Tayvan meselesinde, Çin’in ise Rusya’yı Ukrayna konusunda desteklemesi, yani iki cephede aynı anda iki büyük gücü çevreleme durumunda kalmasıdır. Henüz formel bir Rusya–Çin ittifakı yok.
Putin’in askeri krizi tırmandırmasını üç boyutta ele almakta yarar var.
Birincisi: Rusya, Ukrayna’nın doğu bölgelerini muhtemelen ilhak ederek oradaki Rusları anavatana katmış olacak. Bir başka olasılık ise Ukrayna’da Rusya yanlısı bir hükümetin kurulması. Her hâlükârda Rusya’nın Ukrayna’yı uzun bir süreliğine istikrarsızlaştırmış, ülkenin NATO üyeliğinin önüne set çekmiş ve böylece Ukrayna’nın dengeleyici bir kanat gücüne dönüşmesini engellemiş olacağını söyleyebiliriz.
İkincisi: AB’nin yaptırımları AB ülkelerini de zor durumda bırakacak; enerji politikaları, ‘Kuzey Akımı 2’ projesinin geleceği, nükleer enerji, ekolojik transformasyon gibi meseleler birlik içinde tartışma yaratacak. Yaptırımların ekonomik durgunluk, yüksek enerji fiyatları ve enflasyon gibi olası sonuçları ise halktaki hoşnutsuzluğu artırarak anti-Amerikan bir siyasi atmosferin oluşmasına da yol açması olası. Böyle bir durum Putin’i Batı ve Avrupa’yı bölme hedefine birkaç adım daha yaklaştırmış olacak
Üçüncüsü: Putin’in hamlesi küresel jeopolitik boyutta Çin’e yönelik güçlü bir mesaj içeriyor. Çin, Rusya için ekonomik bakımdan güçlü bir müttefik, Rusya ise Çin açısından bölgesel güç projeksiyonu kapasitesine ve deneyimine sahip güvenilir bir ortak. Çin’in güçlenmesi ve ‘Yol ve Kuşak’ projesiyle ekonomik ve lojistik genişlemesi Asya’yı Avrasya üzerinden Avrupa’ya bağlıyor. Çin ile ABD arasındaki sistemik rekabetin kızışması durumunda Rusya, Çin’in Asya ve Afrika’daki jeo-ekonomik çıkarlarına askeri dayanak olabilecek kapasitede. Putin bunun bilincinde. Ukrayna’da Batı’nın baskısını bertaraf ettiği takdirde ülkesinin ABD karşısında Çin’in yanında yer almasının Pekin nezdindeki değerini yükseltmiş olacak. Rusya, askeri hareket ve siyasi manevralarıyla kendini ABD ve Çin için vazgeçilemez bir küresel aktör olarak lanse etmek istiyor. ABD’nin buna seyirci kalması düşünülemez.
Uluslararası politikada türbülanslı bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bunun dünya küresel ekonomi ve ticareti üzerinde ve küresel ısınma, göç ve yoksulluk gibi küresel boyutlu sorunların çözümüne olumsuz etkileri olacak. Uluslararası siyasetin, güvenlik ve dış politikanın tamamen jeopolitik kıstaslara, büyük güç rekabeti mantığına göre şekillendirilmesi çok riskli; yeni gerginliklere, çatışma ve savaşlara yol açması kuvvetle muhtemel. Ancak jeopolitik döngü kader değil, dışına çıkılabilir.
Birincisi: 1990’ların başında olduğu gibi iş birliği ve ‘ortaklık anlayışına’ dönülerek karşı tarafın meşru güvenlik çıkarlarına saygı duyulması gerekiyor.
İkincisi: Avrupa’nın salt bir ‘jeopolitik’ ve ‘güç mücadelesi alanı’ olmadığı idrak edilip, ‘ortak bir ev’ (Gorbaçev) olarak tasavvur edilmesi birçok sorunun çözümünü kolaylaştırabilir.
Üçüncüsü: Tek kutupluluk arayışından vazgeçilerek karşılıklı bir iş birliği ve denge politikasına dönülmesi de birçok gerilimi azaltacaktır.
—————————————
Kaynak:
https://www.karar.com/gorusler/rusyanin-meydan-okumasinin-jeopolitik-sonuclari-1654197
[i] Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı, sonrasında ise Hamburg Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Uluslararası İlişkiler, Türk dış politikası, milliyetçilik ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Hamburg Protestan Yüksekokulu’nda görev yapan Aydın, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazıyor.