Konya’da bir uzman doktorumuzun görevi sırasında katledilmesi sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu sorunları bir kere daha gündeme getirdi. Sağlık çalışanları hem bu saldırıyı kınamak hem de sorunlarına dikkat çekmek amacıyla iki günlük işi bırakma eylemi yapacaklar. Bir çok şehirde düzenlenen toplantılarda Dr. Ekrem Karakaya’nın öldürülmesine duydukları tepkiyi dile getiren doktorlar, uzun süredir can güvenlikleri meselesi dahil çektikleri sıkıntıları ilgililere duyurmaya, bunların çözümüne yönelik isteklerini iletmeye çalıştıkları halde gerekenlerin yapılmadığını belirtiyorlar. Adana Tabip Odası Başkanı Dr. Selahattin Menteşe şöyle diyor : “Tüm uyarılarımız görmezlikten gelindi … Sorumlular bu durumu arada bir kınamak dışında bir adım atmadı… Her anlamıyla tıkanan sağlık sisteminin tüm sorumluluğu hekimlerin ve sağlık emekçilerinin omuzlarına yıkılmakta, bu durum bizleri hedef haline getirmekte, sağlık alanında yürütülen politikalar bizlere şiddet, ölüm, çaresizlik ve umutsuzluk olarak geri dönmektedir”.
Bu olaydan aylarca önce Türk Tabipler Birliği‘nin yaptığı açıklamalarda yurt dışına gitmek isteyen sağlık çalışanlarının sayısının birkaç yıldır dikey şekilde yükselmekte olduğu rakamlarla ortaya konulmuştu. Buna göre yurt dışına çıkmak için gerekli olan “ İyi Hal Belgesi“ için dört yıl öncesine kadar yapılan başvuru sayısı 50 civarında iken, 2021 yılında iki bine yaklaştığı, bu yılın ilk altı ayında sayının 1709’u bulduğu, yıl sonuna kadar bu sayının iki binin çok üzerine çıkabileceği, sadece Haziran ayında 229 hekimin başvurduğu ifade ediliyor.
Bu görünüm Türkiye’nin yakın geleceği açısından çok ciddi ve endişe verici bir tablodur. AK Parti iktidarının ilk döneminde başarılı olduğu alanlardan belki de en önemlisi yapılan sağlık reformudur. Hastaneye ulaşılması, tedavi ve ilaç tedariki konularında yapılan iyileştirmeler, getirilen kolaylıklar halkımız tarafından taktirle karşılanmış, iktidarın itibarı artmıştı; nitekim bu olumlu adımlar oy oranlarına da yansımıştı. Ancak bir süre sonra getirilen sistemi geliştirmeye yönelik gerekli adımlar atılmadığından sıkıntılar doğmaya başladı; sonuçta bugün gelinen noktada sistem önemli ölçüde tıkanmış durumda. Sağlık konusunda mevcut durumdan ne sağlık çalışanları ve hekimler, ne de vatandaş memnun. Yani rüzgarın siyasi iktidar için tamamen tersine döndüğü, şikayetlerin ve tepkilerin kitleselleştiği açıkça görülüyor.
İyi yetişmiş genç doktorlarımız her yıl artan sayıda Avrupa ve ABD’ne gidiyorlar. Çalışma ortamlarını düzeltmek yerine Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden doktorlar gelebiliyor diye “giderlerse gitsinler” demek sorunları çözmüyor. Çünkü bu gelenlerin mesleki kaliteleri de sayıları da gidenlerin seviyesinde değil, ayrıca dil sorunları var. Sağlık alanında cumhuriyet döneminde pek çok ülkeden daha üst seviyeye gelebildiysek bunun en önemli sebebi özellikle İstanbul Tıp, Hacettepe, Ankara Tıp ve Cerrahpaşa gibi fakültelerde kaliteli bir mesleki eğitim alan, deneyimli , fedakar doktorlara sahip olmamızdır. Ancak sayısı hızla artan mesleki göç büyük bir boşluk oluşturuyor. Çünkü son birkaç yıldır neredeyse bu fakültelerin mezunları sayısınca doktorumuz ülke dışına gidiyor. Emekliliğini kazananlar devlet hastanelerinden ayrılarak özellere geçiyor veya muayenehane açıyor. Uzmanlık sınavlarında genel cerrahi, kardiyoloji, pediatri, iç hastalıklar, beyin cerrahi alanlar artık öncelikli tercihler değil; buna karşılık daha kolay yapılabilen cildiye, plastik ve estetik cerrahi, göz, röntgen vb alanlar revaçta. Dolayısıyla tedavi sürecinin en önemli halkalarında şimdiden önlem alınmazsa yakın gelecekte buralarda büyük boşluklar oluşacaktır.
Bir doktorun uzman sıfatını kazanabilmesi için 6 yılı fakülte, 4 yılı uzmanlık ve 4 yıl da mecburi hizmet olarak tam 14 yıl yoğun şekilde çalışması gerekiyor. Ardından görev aldığı devlet hastanesinde mevcut sistem tıkalı olduğundan günde 50 -60 bazen yüz hastaya bakması gerekiyor. Her hastaya ancak beş on dakika zaman ayırabilliyor. MR çekimi gibi teknik aletlerle tespit gerektiren durumlarda hastaya en az bir ay sonraya gün veriliyor. Bu hekimlere üstelik her ay sekiz on saat nöbet yükleniyor. Özetle doktordan beş dakikalık bir zamanda hastasına bakıp teşhis koyması, ilaç yazması isteniyor. Parasal durumu elverişli olan hastalar özellere gidebiliyor. Fakat bir özel hastanede tedavi yükünü çekebilecek durumdaki insan sayımız son derece sınırlı olduğundan devlet hastanelerinde muayene olmak tam bir çileye dönüşüyor . Randevu almak başlıbaşına sıkıntı, polikliniklerin önü sabah ortalık henüz ağarmadan üzüm salkımı gibi doluyor.
Sağlık çalışanlarının yurt dışı tercihlerinin sebepleri bellidir. Öncelikle her türlü baskıdan uzak, can güvenliği sorunu olmayan , çalışma saatleri ve hasta sayıları düzenli bir ortam arıyorlar. İkincisi maddi şartlar oralarda daha elverişli görünüyor. Türkiye’de üniversite sayısının mevcut bilimsel kadroların ve alt yapıların çok üzerinde oluşu, orta eğitimin yetersizliği her alanda eğitimin kalitesini düşürüyor. Bu durum doğal olarak tıp fakültelerine de yansıyor; eskiden beri kaliteleri bilinen belli sayıdaki tıp fakülteleri mezunlarıyla, bazı tıp fakültelerinden mezuniyet diploması verilenlerin arasında mesleğe başladıklarında ciddi bir seviye farkının bulunduğu görülüyor.
Çok yönlü sorunların olduğu sağlık sisteminin yeniden işler ve verimli hale getirilmesi için yeni ve etraflı bir reform hamlesi yapılması gerekiyor. Sağlık çalışanlarına yapılan saldırıları kınayan mesajlar hiçbir sorunu çözmüyor. Gerekli adımlar vakit geçirilmeden atılmalıdır. Gecikildiği takdirde mevcut sorunlar ve bir yandan halkımızın , diğer yandan sağlık çalışanlarımızın çektikleri sıkıntılar daha da büyüyecektir.