1937 yılında Eskişehir’de bu dünyaya gözlerini açar. İlk eğitimine daha çocuk yaşlarda (3.5 yaşlarında) anne ve babasında başlarlar. Babaları kendilerine kitap okur onlar dinler. Peygamberimizi (asv), peygamberler tarihini babalarından; ilmihal bilgilerini de annelerinden öğrenirler. Anneleri de ona İmam Gazali’nin Eyyühel Veled’lerini okur. Bu okuma dinlemeleri bitince annelerinin tabak içinde hazırlayıp ikram ettiği şekerleri çok severler. Okumayı seven ve çok çalışkan olan babaları, sabah ve ikindi vakitleri Kur’an okur. Sabahları hep Kur’an sesiyle uyanırlar. Zaten evlerinde hep sabah namazı öncesi kalkılır. Kendileri o günlerden özlemle bahsederler. O günler çok güzel günlerdir. Anne ve babalarından öğrendikleri onlar için sağlam bir temel olmuştur. Hayatı boyunca hep faydasını görürler.
İlkokulu Eskişehir Turan ve İnönü İlkokullarında okurlar. Ardından San’at Enstitüsünü bitirirler. İlkokul ile aynı tarihlerde ilahiyat ilimlerini tahsil, dini ilimleri tedrise başlarlar. Zamanın feridi kabul edilen, Hasib (Sezer) Efendi den ve Said Şentürk Efendiden uzun yıllar (yirmibir yıl) ders alırlar. Özel eğitim ile tefsir, Usûl-ü Fıkıh, Akâid, Hadis, İlâhiyat ve Edebiyat ilimlerini tahsil ederler. Hocalarından adı geçen illim dallarında icâzet alırlar.
Arapça dersi için Cüneyd (Erçin) Efendi’ye giderler. Arapça öğrenimi konusunda kendilerine göre bir sistem geliştirirler. İlkokul fişleri gibi bir yüzü arapça, diğer yüzünde türkçesi olan fişler hazırlarlar. Bunları yolda giderken okurlar, okuduklarını diğer ceplerine koyarlar. Yani yolda çalışırlar. Emsile’den sonra fişleri bırakırlar. Toplam 94 günde arapçayı ikmal ederler ve ders kitaplarını tercüme etmeye başlarlar.
Bu eğitim gördükleri yıllar ülkenin sıkıntılı bir dönemi, bu tür derslerin yasak olduğu bir dönemdir. Dersler adı geçen Hoca Efendilerin evlerinde sabahları yapılır. Sabah namazı vakti cemaat namazda, Eskişehir uyurken kız kardeşi ile birlikte hocaefendilerin evine gider beklerler. Hocaefendi camiden geldiğinde onlar evde hazırdırlar. Ders biter, eve gelinir kahvaltı yapılır sonra okula gidilir. O yıllarda Kur’an okutmak için Eskişehir’de sadece Hasib Hocaya müsaade edilmiş ve eline belge verilmiştir. Buna rağmen sık sık hocanın evi emniyet tarafından basılır. Hoca götürülür elindeki izin belgesini gösterince serbest bırakılır.
Anneannesi birgün kızım parmakların ince, güzel keman çalarsın diyerek kendilerini mûsikiye teşvik ederler. O günlerde Ankara’da müdür olan dayıları Eskişehir’e evlerine ziyarete gelir. Bir de keman getirmiştir ve kendilerine hediye eder. Keman da gelince; Sumru Oktay Hanımefendiden mûsiki dersleri almaya başlarlar. Yaz mevsimi köyde olduklarından, abisi cipe bindirir kemanı alır şehire derse getirir. Mûsikiye başladığında 12 yaşındadırlar.
Hocamız edebiyata da çok düşkündür. İlk olarak roman okumaya başlarlar. Romanlar güzeldir ama daha ötesini isterler. İlmî ve toplumsal konulu eserlere yönelirler. Bunlarda yetmez. Tefsir ve hadise başlarlar. Harçlıklarını harcamaz hep kitaba, hadis tefsir kitaplarına yatırırlar. Tabir caizse gece gündüz okurlar. Annem abimler kızar diye, yatma vakti gelip elekrikleri söndürünce, gaz lambasını yakar, kapının altına da ışık sızmasın diye battaniye kapatır okumaya devam ederler. Okurken sürekli not alırlar. Sonra aldığı notları araştırır, bunları araştırırken yeni şeyler öğrenirler. 13-14 yaşlarından beri şiir yazmaktalar.
25 yaşlarına geldiklerinde ders vermeye başlarlar. Yaklaşık 150 talebeleri vardır. Talebeleri onu çok severler. O kadar çok severler ki, kişisel alışkanlıklarını bile değiştirirler. Meselâ bir talebesi vardır çaydan hoşlanmaz ve evde kesinlikle çay içiremezler. Ama ders sonunda ikram edilen çaydan içmeye başlar. Birgün annesi gelir kızının çay içmeye başladığını söyler ve kendilerine teşekkür eder.
1993 yılında Malhatun Dostluk Çevre ve Kültür Derneğini kurarlar. Dernek kurulunca etraflarında kimse kalmaz. Onların evlerine gider “korkmayın daha rahat çalışmak için derneği kurduk” diye anlatırlar ama kimse gelmez. Oturur boş salona anlatmaya başlarlar. Hatta herhangi bir sohbet meclisinde konu mevzubahis olduğunda “ben de oturdum meleklere anlattım” diye gülümseyerek bu konuyu hep anlatırlar. Bir zaman sonra kendilerine halaları katılır. Sonra başka bir hanımefendi, daha sonraları başkaları derken etraflarında yeniden bir ilim halkası oluştururlar. Yılmadan, usanmadan, daha da önemlisi bütün sıkıntılara rağmen korkmadan, mahalle mahalle dolaşarak derslerine devam ederler.
Kıymetli hocamızın hayatı süratli bir çalışma temposunda geçmekte ama, sıhhi olarak çok da rahat değildirler. 3.5 yaşlarında köyde bir zatürre geçirirler. Babaları o zamanın aracı, yaylı arabaya bindirir şehire doktora getirir. Tıp bugünkü gibi çok ileri değildir ve tedavisi tam teşekküllü olarak yapılamaz. Annelerinin hazırladığı bitkisel ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır. Aynı yıl iki zatürre daha geçirirler. O yaşlardan 25 yaşlarına kadar sürekli öksürürler. Doktorlar rahatsızlık Astım’a çevirmesin diye öksürük tedavisini yapmazlar.
İş ve izdivaç vesilesiyle Avustralyadan, Amerika’ya, İngiltere’ye ve Avrupanın diğer ülkelerinde yetiştirdiği sayısız talebeleri vardır. Bizler talebeleri olarak ilerlemiş yaşlarına rağmen kendilerine yetişmekte güçlük çekiyor, yetişemiyoruz.
Eserleri
Şemâil-i Şerif
Yukarıdaki metin sayın Hilmiye KETENCİ tarafından hazırlanmıştır.
Hilmiye Ketenci
Benziyor şimdi benim ömrüm, güzel bir rüyaya”.
O buluşma zamanından sonra Kıymetli Hocam olmadan, O’nsuz bir hayatın aç ve susuz yaşamaktan farksız olduğunu anladım.
Hocam anlatılmaz duyguların şâhikasıdır. Değerli Hocamızdan anlatmamız istenirse, hemen ilk akla gelen onun ilmi yönüdür. Muhteşem bir ilme sahiptir. Konuştuğu cümleleri bir delile dayandırır, yani konuştuğu zaman ya bir âyet-i kerîme-i veya bir hadis-i şerifi anlatır. Talebelerine de şöyle buyurur; çocuklar bir konu hazırladığınız zaman bir âyet-i kerîme, bir Hadis-i şerif, bir kelamı kibar yani büyüklerin sözlerini ve bir şiiriniz olsun diye öğütler.
Hocamızla sohbet ederken hayretler içerisinde kalırsınız. Örnek verecek olursak, tarihi bir mevzûyu sorduğumuzda O’nun bir tarih profesörü olduğunu düşünürsünüz. Sağlıkla ilgili bir konu sorulduğu zaman sanki karşınızda bir Tıp Profesörü vardır, bir hukuk konusunda konuşma olursa O’nun çok iyi bir hukuk eğitimi aldığınızı düşünürsünüz. Edebiyata çok düşkündür. Sayısız şiirleri vardır. Çok güzel bir anlatım üslubu vardır, özellikle sofrada birer mısra okumamızı ister.
“İnsanlar içerisinden bir ben olun” hadîs-i şerîfini birebir yaşamış ve yaşatmak için uğraşan bir Peygamber âşığıdır. Şöyle ki Hocamızın yetiştirdiği yedi tane hadis hafızı bulunmaktadır. Hafızlarımız 4400 tane Hadisi şerifin, Arapça metnini, Türkçe meâlini ve râvisini ezberlediler. Biz bunların ilk defa Türkiye’de olduğunu düşünüyorduk. Bundan daha önce yıllarda medreselerde hadis hafızları yetişmiştir ama bu zamanda, hadis ilminde otorite olan Prof. Dr. Yaşar Kandemir Hocaefendi ile görüştüğümüz zaman, şu an bu çocukların dünyada tek olduğunu, ifade etmiştir.
Hocamız kitaplarda yazılmayan bilgileri öğretmiştir. Dolayısıyla Hocamızı anlatmak için onunla yaşamak gerekir ama onunla yaşadıkça da bir tutku haline geliyor, dolayısıyla sevenleri onun sohbetinden hiç ayrılmak istemezler.
Hocamız bütün insanları hiç ayırdetmeden sever, önce sevmeyi öğrenin çocuklar der, kendi çocuklarınıza da ilk öğreteceğiniz “sevme sanatıdır” buyurur. Hayvanları sevmeyi de hocamızdan öğrendik, yine İslam dininin estetiğe verdiği önemi Hocamızdan öğrendik şöyle ki giyimimize gösterdiği itinadan, yürüyüş, oturma adabı ve tavırlarımıza dikkatinden, büyüklere karşı nasıl saygılı olmayı hocamızdan öğrendik. Talebelerine muazzam düşkündür adeta üzerlerine titrer. Hocamızın hafızası çok kuvvetlidir. bir gördüğü kişiyi asla unutmaz. Ona ismi ile hitap eder, çok vefalıdır eş dost ziyaretini hiç ihmal etmez. Gecelerini özellikle ilmi çalışmalara ayırır. Hocamız çok ileri görüşlüdür. ufku o kadar geniştir ki bir olayı menkıbe halinde anlatır. O olay ya çok kısa bir zamanda veya uzak bir zamanda karşımıza çıkar ve bize yol gösterir. Gönülleri ferahlatan ve huzura kavuşturan bir doktordur. Maddî ve manevî bir doktordur. Hastalıklarımızı çok güzel teşhis eder. Ama tedavi için doktora gönderir ve sonuna kadar da takip eder.
Şan, şöhret mal, mevki ile hiç alakası yoktur. Asıl zenginliğin gönül zenginliği ve ahlak güzelliği olduğunu buyurur. Özellikle bizlerin ikinci doğumuna sebep olan, mânevî ilmimizi alabilecek büyük mürşîd-i kâmilimizle tanıştırmıştır.
En olumsuz şeylere rağmen “hayat yaşanılacak kadar güzeldir” buyurur bu dünyada cennetin yaşanabileceğini nasihat eder. Ufku açabilecek ilimlere yönlendirir, “hata yapmaktan asla korkmayın, çünkü hata yapmaktan korkan hiçbir şey yapamaz”. Buyurur, çok dakiktir. Zamanı çok iyi kullanır. Verdiği randevuya zamanında gider ve zamanında bekler. Hayâtı boyunca Kur’ân-ı Kerîm’in çizdiği nurlu yolda yürümüş bu yolda malını, bedenini ve her şeyini vermiştir. Ve hâlâ vermeye devam ediyor. Asla nefsi için bir şeye kızmaz, kızdığı zaman Hak için kızar, bizlere de dosdoğru olmayı da nasihat eder.
Hocamızın rahlesi, Asr-ı Saadetin uzantısı gibidir. O’nun hayatını bilenler ve rahleyi tedrisâtından geçenler çok iyi bilirler ki, nasıl Sahabe-i kiram, edeben Efendimiz sallallahu ve sellemin yüzüne bakamaz, soru soramazlar ise O’nun talebeleri de soru soramaz, edeben hocamızın yüzüne bakamazlardı ders esnasında, ama dersin sonunda da cevaplandırılmayan hiçbir soru kalmazdı.
Yaşadığı sürece insanlara maddi ve manevi sorun, zorluk yaşatmamıştır. Nefes aldıkça hasta ve düşkünlerin yanında olmuştur. Merhamet ve cömertlikte sınır tanımamıştır. Hayatında sayısız kışlar yaşadığı halde hep bahar ortamını göstermiştir. Hayatın ağır yükleriyle karşılaşacağımızdan dolayı çocuklar “hayat yaşanacak kadar güzeldir” acısı tatlısıyla hayat olur, “ben şâhâne bir hayat yaşadım” buyurur. Rabbimiz bize de böyle şâhâne bir hayat yaşamayı Hocamıza lâyık talebe olmayı, kadrini kıymetini bilmeyi, nasip eylesin. Dünyevi ve uhrevi âlemde hep beraber olmayı Yüce Allah’dan niyaz ediyorum.
Yarın Râz-i kıyamette Rabbimin huzurunda, yüce Allah bana dünya âleminden ne getirdin diye bir soru soracak olursa, herhalde verebileceğim tek cevap şudur. “Ya Rabbi! Senin bana bahşetmiş olduğun hayatta, o kadar güzel bir insan ile tanıştırdın ki, beni ona talebe yaptın ya sonsuz şükürlerimi ve gönül dolusu o Hak, peygamber, aşığının sevgisini getirdim” demeyi nasib etsin inşallah. Ve sözlerime Fuzûlî’nin şu şiiriyle son vermek istiyorum.
Ver sen, sen isen neyim meni zar.”
Bu saygı gecesinde sizleri Mal Hatun Dostluk Çevre ve Kültür Derneği ve tüm muhibbanları adına saygıyla selamlıyorum Allâh’a emanet olun.
Gülsen Güler
Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir.”
Yaklaşık 94 yılından beri, 19 yıldır Şahver Hocam’ı tanıyorum ve bize ilk öğrettiği şeylerden biri, bunların başında susmak, dinlemek, edebe riâyet etmek gelir.
Hele büyüklerin yanında susmak, burada bize konuşmak düşmez ama söz verilince de konuşmamız gerekir dendiği için birkaç şey söylememiz gerekiyor. Ondan neler öğrendik, susmayı, sevmeyi, sevilmeyi hatta nasıl sevilmesi gerektiğini öğrendik. Sevilenden bir şey gelmedikçe seven sevemez derdi. Hatta ben sizi, sizin beni sevdiğinizden daha çok seviyorum. Sevgi yukardan aşağıya doğru akar. O bizi sevdi, bizim de hakkıyla O’nu sevmemizi öğretti. Sevebildik mi, hakkını veremedik belki ama inşallah hocam bu kadarını mazur görür.
Yine, değer vermeyi öğretti. Biz yaşça çok küçük, çok cahil olmamıza rağmen bize çok değer vermiştir. Ve onunla tanışan herkesin hissettiği ortak şey, herkes kendini değerli hisseder, hatta en değerli hisseder, en çok onu sevdiğini düşünür.
Ahde vefâyı çok zikreder. Ve bize de onu öğretmeye çalıştı. Büyüklere ziyareti hatta sohbet halkasından Belkıs Teyze vardı, bizi de yanında götürmüştü. “Hizmet etmezseniz himmet bulamazsınız” derdi. Uykusuzluğa dayanmayı öğretmeye çalıştı ama öğrenemedik diye düşünüyorum, çok az uyuduğunu biliyoruz bu kadar kısa bir zamana çok şey sığdırmasının nedeni, zamanı iyi kullanmasından dolayıdır.
O mecliste Ya Rab kimlerde varmış
Sen derviş olamazsın
Gel benimle desem acaba gelir misin?
Bunun üzerine çok fazla bir şey söylemeyi istemiyorum, müsaadenizle. İnşâallah her zaman yine o içimize bakan gözleriyle bize bakar ve bizi eğitmeye devam eder. Çok sağ olun, bizi dinlediğiniz için.