Oyun Bitecek
Ateşten kalan küller azığım,
Piknik yapmak için gölge aradım.
Hayat ağacına bir dem yaslanıp,
O dem içinde türlü hülyaya daldım.
Bir bebek, yırttı gece suyunu,
Bir damladan gelip, ummana daldım.
Küçük kayığımın küreğini çekerken,
Kendimi deryanın sahibi sandım.
Perdeler kat kat kefenim olup,
Tek kişilik tiyatrom sona erecek.
Kulaklarım alkış sesi beklerken,
Azrail selamımı alıverecek…
Gel Aşk!
Yık, içimdeki viraneyi yeniden îmâr olsun!
Her bir tuğlasına, harcım îmânım olsun!
Gel Aşk! Ansızın davetsiz misafircesine,
Kapıyı bacayı yakıp, yıldırım düşercesine.
Gel bir okla değil, bin okla delercesine.
Sihirli bir dokunuşla “Kün ve yekün” dercesine.
Nârına yansın yüreğim, aşk!
Gel benliğimi kül edercesine.
Beden kalıbından sıyrılsın ruhum,
Hiçlik makamının zevkini tatsın,
Gâh yedi kat fezâda yıldızları aşsın,
Gâh tahayyülü imkânsız dehlizlere dalsın.
Savrulsun… Süleyman’la yeryüzünü dolaşsın.
Tur Dağı’ndan geçerken yağmurunda ıslansın,
İbrahim’in gölündeki balıklarla oynaşsın.
Gel! Gözlerimden emârenin çağlayanları aksın.
Aşk! Gönlüm inşirâhı, seninle yakalasın.
Gel şehrime, ülkeme, fetih boruların çalsın.
Ölü ruhlu bedenler “Hayy” ismiyle canlansın.
Eller yumruğa değil, musâfahaya kalksın.
Gel yeniden selamlar, şen dillere dolansın.
Sen gel ki; sabahlar şehâdete uyansın.
Karanlık sokaklarım nurunla aydınlansın.
Yürekler birlik olup, tek dava için atsın.
Gel aşk, sen ki; Ümmet-i Muhammed’e cansın.
Ey Aşk! Sen misin?
Geldin de, akıl toz duman oldu.
Kalbim; Fatih’in, Yavuz’un atından yaman oldu.
Arzular rehin aldı, uykum gardiyan oldu.
Olmaz işler düşünde gönlüm tarumar oldu.
İsteklerim pervâsız, yüzsüz astarsız oldu.
Kır zincirlerimi aşk, haram artık bana durmak.
Emeklemeden koşmak, ağlamadan konuşmak,
Palazlanmadan diyar diyar uçmak istiyorum.
İstiyorum, Hicaz benim, Kudüs’ün fatihiyim,
Kitabın kanatlarım, ecdâdın izindeyim.
Yedi iklim dört bucak hükmünü sürdüreyim.
Eyy aşk!
Ben yine Asr-ı Saadet düşündeyim.
“Hiç”Likte Yar Var
Târumar olsun vücudum, kalmasın can tende
Savrulsun küllerim seher yellerinde
Gülün kokusunu duyduğu yerde
Kalsın, geri gelmesin, hiçlikte yâr var
Her hücremden Bir’e giden gizli bir yol var…
Üzülme! Seni herkesten çok seven, Ahmed-i Muhtar var…
Hemzemin olsun gururum, kaybolsun ben bende,
Dökülsün gözyaşlarım seni andığım her yerde
Yusuf’un kuyusuna düştüysen sende
Kuyunun dibinde bul ki neler var?
Her düştüğümde beni tutan güçlü bir kol var…
Korkma!…
Düşenin dostu olan, Kudret-i Rahman var…
Ruhum Mülteci
Patika taşları gibi küçük bedenler,
Dizilmişse sahile ben eğlenemem.
Kardeşim benim gölümde ölmüşse eğer,
Ben ona “Ak” değil, “Deniz” bile demem.
Yaktılar coğrafyamı dört bir yanından,
Ateşler yükselirken, ben eğlenemem.
Can havliyle ateşten kaçan insanlar,
Boğulmuşsa bir kaşık suyu içemem.
Dalgalar mı, yoksa bebek mi ağlar?
Emziğini ağzına balıklar takar.
O masum yavrunun, âhına yanan,
Denizler köpürür, sefa süremem.
Bir gün batımı, bir çay içimi,
Bakıp denizlere göz gezdiremem.
Can pazarı kurulmuşsa sular üstünde,
Ben rahat döşeğimde rüya göremem…
Dualarım yağmur olup söndürsün nârı,
Yoksa ahirette hesap veremem.
Ahtapot misâli sekiz kolumla,
Kurtarayım hepsini, bir can veremem!