SARS CoV-2 virüsünün kökeni ile ilgili kesin bilgi sahibi değiliz, insana vahşi doğa hayvanlarından mı bulaştı yoksa bir laboratuvar ürünü mü konusu halen çok tartışmalı.
Ancak yapılan çalışmalar, virüsün özellikleri, yayılma şekli, klinik özelliklerinin SARS virüsünden mutasyona uğratılmış bir laboratuvar ürünü olduğu iddialarını güçlendiriyor.
Harvard Üniversitesi’nde görevli öğretim üyesi arkadaşımla geçenlerde yaptığımız bir telefon konuşmasında, her ne kadar virüsün yarasalarda izole edildiğini söylese de, virüsün hayvanda doğal mutasyonlarla mı oluştuğu yoksa laboratuvarda mutasyona uğratıldıktan sonra konak canlı olarak -virüs kendi başına yaşamını sürdüremez- yarasaya verildiği sorusunun cevabı henüz yok.
*****
Prof. Dr. Temel YILMAZ
Komplo teorilerini sevmem.
Kaynağını kanıta dayalı (ama sponsoru bağımsız) araştırmalardan almayan hiçbir iddiaya inanmam.
Ama bu corona virüs salgını, yeni güncel adıyla SARS CoV-2 virüs salgını ile ilgili gelişmeler son derece ilginç bir seyir gösteriyor.
Sadece kendi halinde yaşamını sürdüren sakin insanları değil, toplumun farklı kesimlerini, yöneticilerini, siyasetçilerini, bilim insanlarını bu kadar şaşkınlığa düşüren bir pandemi olayı ile ilk kez karşı karşıyayız.
ÖNCE DÜNYA LİDERLERİ VİRÜSLE ENFEKTE OLDU
SARS CoV-2 virüs salgını birçok ülkede, daha kendi ülkelerinde yayılmadan önce ülkenin liderlerini vurdu.
COVID-19 salgını daha yeni yeni konuşulurken Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun evine girdi. Eşi virüsle enfekte oldu.
Salgın Amerika genelinde henüz patlamadan çok daha önce Beyaz Saray’a girdi.
Avrupalılar virüs salgını ile ilgili ne olacak diye merak ederken Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli, corona virüs nedeniyle karantinaya alındı.
En son da dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinden birine sahip, liderleri en iyi korunan, üstelik de toplum sağlığı ve viroloji alanında en iyi bilim insanlarının olduğu bir ülkede, İngiltere kraliyet ailesinin birinci varisi Prens Charles, virüsle enfekte oldu. Bu yetmezmiş gibi başlangıçta uzun süre bu salgını hiç de önemsemeyen İngiltere Başbakanı Boris Johnson da virüse yakalandı.
Dünyada pandemi ile ilgili bu tuhaf gidişat doğal olarak birçok soruyu gündeme getirdi.
Toplumlarda bir panik ortamı ve korku imparatorluğu mu yaratılıyor?
PLANI ÖNCEDEN KURGULANMIŞ BİR SENARYONUN İÇİNDE MİYİZ?
Çok ilginç bir rapor var.
Almanya’da Federal Meclis’e 2012 yılında Robert Koch Enstitüsü ve bilim kurullarının birlikte hazırladığı “Risk Analizi ve Halkı Koruma” başlıklı bir rapor sunuluyor. Rapor, 2013 yılında yayınlanmış ve meclisin sitesinde yer alıyor, yani kamuya açık.
Rapor 2003 yılında ortaya çıkan SARS salgınından sonra hazırlanmış.
SARS virüsünün mutasyona uğramış bir şeklinden ortaya çıktığı varsayılan Modi-SARS virüs adı verilen ve Asya ülkelerindeki hayvan pazarlarından ortaya çıkıp tüm dünyaya yayılan hayali bir virüs ile ilgili senaryo oluşturulmuş.
Senaryoda hastalığın semptomlarından klinik tablosuna ve Almanya’ya nasıl yayılacağı anlatılıyor. Hastalık önce ateş ve kuru öksürük semptomları ile başlıyor, nefes darlığı ve pnömöni ile ölümcül hal alıyor.(Sayfa 58).
Raporda kurgusal virüsün kuluçka döneminin üç ila beş gün arasında olacağı ancak iki ila 14 günlük bir süreyi de bulabileceği yazılmış.
Bu rapora göre çocuk ve gençlerde ölüm riskinin %1 kadar olacağı ama 65 yaş üstü kişilerde %50’lere ulaşacağı ve salgında Almanya’da sağlık sisteminin çökebileceği, ciddi ekonomik sorunlar yaşanabileceği öngörülüyor.
Sonuçta raporu oluşturan kurul, Almanya dâhil dünyadaki ülkelerin gelecekteki olası bir salgına karşı hazırlıksız olduğunu belirterek, Almanya olarak bir an önce önlemler alınması ve sağlık sisteminin güçlendirilmesi gerektiğini öneriyor.
Birçok uzman bu raporun 2003 SARS salgınından esinlendiğini, günümüzdeki salgınla bu kadar benzerliğin olmasının buradan kaynaklandığını söylesede gelecek yıllarda virüs salgınlarının toplumların kitlesel olarak sağlığını tehdit edebilecek en büyük risk olduğu unutulmamalı.
Nitekim, bu rapordan 3 yıl sonra, 2015 yılında Bil Gates’in ünlü konuşmasında “önümüzdeki on yıl içinde küresel felaketin en büyük riskinin artık bir nükleer savaş olmayacağını, savaşların virüs ya da bakterilerle salgın hastalıklar şeklinde geleceğini, yeni savaşlarda füzelerin yerini biyolojik ürünler alacağını” söylediğinde bu öngörü aslında o zaman bilimkurgu gibi görünse de bugün çok da gerçekten uzak değil gibi görünüyor.
Artık büyük devletler de biliyor ki bloklar arası bir nükleer savaş başlarsa bu dünyanın ve insanlığın sonu olur. Doğa ve yaşanabilir bir dünya kaynakları yok olur, tüm insanlık zarar görür, nükleer silahlarla yapılan bir dünya savaşının kazananı olmaz.
Oysa biyolojik savaşta hedef kitle belirlenebilir, aşı ve ilaç gibi iki önemli silahla böyle bir savaşı başlatanlar etkilenmez, kontrolü elinde tutar ve süreci istedikleri gibi yönlendirebilirler, çevre ve doğa yok olmaz.
Artık nükleer bir dünya savaşı ihtimali çok az ve giderek yeni dünya savaşlarının biyolojik savaşlar olma olasılığı güç kazanıyor.
YENİ VİRÜS BİR BİYOLOJİK ÜRÜN MÜ?
Yanıtı çok zor bir soru.
SARS CoV-2 virüsünün kökeni ile ilgili kesin bilgi sahibi değiliz, insana vahşi doğa hayvanlarından mı bulaştı yoksa bir laboratuvar ürünü mü konusu halen çok tartışmalı.
Ancak yapılan çalışmalar, virüsün özellikleri, yayılma şekli, klinik özelliklerinin SARS virüsünden mutasyona uğratılmış bir laboratuvar ürünü olduğu iddialarını güçlendiriyor.
Harvard Üniversitesi’nde görevli öğretim üyesi arkadaşımla geçenlerde yaptığımız bir telefon konuşmasında, her ne kadar virüsün yarasalarda izole edildiğini söylese de, virüsün hayvanda doğal mutasyonlarla mı oluştuğu yoksa laboratuvarda mutasyona uğratıldıktan sonra konak canlı olarak -virüs kendi başına yaşamını sürdüremez- yarasaya verildiği sorusunun cevabı henüz yok.
Virüsün SARS virüsünün bir mutasyonu olduğu birçok hakemli ciddi bilimsel dergide yayınlandı. Artık SARS CoV-2 virüsü olarak konuşuluyor.
Ancak SARS CoV-2 virüsünün yayılma hızı ve yayılma şekli bilinen klasik modellemelerden SARS virüsünden farklı.
SARS CoV-2 virüs bulaşıcı olma özelliği açısından SARS virüsüne göre daha güçlü, hem havada küçük partiküller halinde kolayca yayılabiliyor hem de çeşitli yüzeylerde daha uzun süre kalabiliyor.
Ama enfekte kişilerde öldürücü gücü açısından SARS’a göre daha düşük. Dünyada enfekte kişiler içinde ölüm oranı % 1,5-2,5 kadar. Almanların hazırladığı raporunun yaklaşık beşte biri.
Çocuklar, gençler ve sağlıklı (kronik hastalığı olmayan) insanlara genellikle zarar vermiyor. Ölüm vakalarının % 90’ı yaşlı ve güçsüz kronik hastalığı olan kişiler.
Gelecekte dünyanın düzenini değiştirmeyecek, iş gücünü etkilemeyecek tam bir adrese teslim virüs.
DÜNYADA ÖZELLİKLE PANİK ORTAMI YARATILMAYA MI ÇALIŞILIYOR?
SARS CoV-2 virüsü, yayılma hızı ve toplumları etkileme şekliyle dünyada bugüne kadar örneğini görmediğimiz bir panik ve paranoya ortamı oluşturdu.
Bu panik ortamının oluşumunu sadece virüsün etkisine bağlamak doğru olmaz.
SARS virüsüne göre SARS CoV-2 virüsün mortalite -öldürücü- etkisi daha zayıf olmasına rağmen 2003’te ülkelerin sınırlarını kapattığı, insanların evlerine karantinaya girdiği, uçuşların, seyahatlerin yasaklandığı bir panik ortamı olmamıştı.
Bir gizli el bu panik ortamını körüklüyor gibi.
Hatırlarsanız, ocak ayı ortalarında salgının daha başlangıcında Wuhan’dan ilk servis edilen haberler içinde sokakta yürüyen binlerce insanın arasında patır patır yerlere düşen ve ölen insan videoları servis edilmişti. Kameralar günlerce yerlerde insan ölülerini gösterdi. Oysa bugün hastalığın klinik sürecinde 2-4 haftalık nispeten yavaş bir seyir olduğu ve insanlarda ani ölüm oluşturmadığını biliyoruz (görüntüler gerçek değil).
Arkasından, haber ajanslarından tüm dünyadan “celebrity” konumundaki insanların, futbol yıldızlarının, film oyuncularının, arkasından en iyi korunan kraliyet mensuplarının, ülke başkanlarının, başbakanların enfekte olduğu görüntüleri gelmeye başladı.
Bunların üzerine bir İtalya ve İspanya’dan salgın ve büyük sayılarda ölüm haberleri eklenince insanların psikolojik direnç ve moral gücü duvarı yıkılmaya başladı.
Medyada biraz da reyting amaçlı abartılı felaket haberleri, açık oturumlardaki kimi katılımcıların sorumsuz konuşmaları bu panik ortamını alevlendirdi. Panik ve paranoya insanların günlük yaşamına sıçramaya başladı.
Eve virüs getirdi korkusuyla doktor sevgilisini öldüren erkek hemşire, alışveriş sırasında bulunduğu reyona yaklaşanları çığlık çığlığa kovan kadın, evinin uzağındaki başka bir evde bahçesinde tadilat yaptıran komşuyu CİMER’e şikayetle tehdit eden site yöneticisi bu paranoyanın gündelik hayattaki örnekleri.
Asıl sorunlar Avrupa’da üç haftalık sokağa çıkma süresin sonunda, virüs salgını bitmediği için -bu kesin gibi- sürenin yeniden uzatılması gündeme geldiğinde başlayacak.
Tüm bunlar eğer ortada bir biyolojik savaş varsa bu savaşı başlatanların tam da isteyecekleri ortam.
MODERN TIP BİYOLOJİK BİR SAVAŞ İÇİN HAZIRLIKLI MI?
Bugüne kadar dünyada alınan önlemler aslında biraz koruyucu biraz da palyatif önlemler. Alınan en radikal önlem toplumu üç hafta karantinaya almak oldu. Bu önlem salgını ortadan kaldırmaz, ancak hızını yavaşlatır.
Virüs salgınını önleyecek asıl güç modern tıp.
Başlangıçta modern tıp dünyasının önünde çok bilinmeyenli bir problem vardı.
Salgına neden olan virüsün yapısı bilinmiyordu, virüsü erken tanıyacak yöntemler yoktu, hastalığın semptomları çok değişkendi ve çok hızlı yayılıyordu.
Tedavi ile ilgili bilgiler virüsün daha önce yayıldığı ülkelerdeki doktorların tedavi deneyimleri ve tecrübeleri ile sınırlıydı, yani deneme yanılma yöntemi ile gidiyordu.
SARS CoV-2 virüsü ile ölüm sayıları hızla artarken henüz tedavisi konusunda üzerinde ortak bir konsensus oluşmuş bir tedavi yöntemi yoktu, her ülkenin farklı algoritmaları vardı ve algoritmalar her hafta değişiyordu.
Sürekli yeni ilaçlar öneriliyordu. FDA dâhil bütün dünya ülkelerinin sağlık bakanlıklarının ilaç ruhsat bölümleri tetikte bekliyor, yeni öneriler gelsin hemen ruhsat verelim diye. Gerçekten de öyle oluyordu, bugüne kadar hızlı tanı metodolojileri, tedavi için ilaç molekülleri bu kadar görülmedik hızla onay alıyordu.
Birkaç gün önce kaybettiğimiz, tıp şehidi, genel dahiliyenin bu ülkedeki en iyi klinisyenlerinden olan yakın dostum Prof. Cemil Taşçıoğlu, bu nedenle yoğun bakıma alınırken öğrencilerine, “Yeni çıkan bütün ilaçları benim üzerimde deneyebilirsiniz” demişti. Bu sözü söyleyeli iki hafta bile olmadı.
Virüs salgını ile ilgili savaşa tıp dünyası hazırlıksız yakalandı.
COVİD-19 VİRÜS AŞISI NE ZAMAN GELECEK?
Ama günümüzün modern tıp dünyası, yüz yıl öncesinde İspanyol grip salgının çıktığı tıp dünyasından artık çok farklı.
Üç ay geçmeden virüsün genetik yapısı çözüldü, erken ve hızlı tanı yöntemleri bulundu ve uygulanmaya başlandı.
Tedavi algoritmaları yavaş yavaş şekillenmeye başladı, daha etkin ilaçlar uygulanmaya başlandı, Wuhan’daki salgının ilk günlerine göre ölüm oranı ciddi şekilde düştü, bugün virüsle enfekte olanlar, bugün yeni enfekte olanlar, ilk enfekte olanlara göre çok daha şanslı.
Ama salgının tam olarak bitmesi, insanların sokağa çıkıp gündelik yaşamlarına dönmesi için tek yöntem virüse karşı kitlesel bağışıklığın kazanılması.
Bağışıklığın oluşmasında iki yol var. Birinci yol tüm dünyanın virüsle enfekte olması, hastalığı geçirmesi. İkinci yol, aşının bulunması.
Dünyada daha önceki tüm salgınlar ancak aşının bulunmasıyla sonlanabildi. Başka bir yöntem yok.
Siz bakmayın “Virüsün aşısı olur mu hiç, paça çorbası için size bir şey olmaz” diyen kardiologlara, “Bizim genetik yapımız farklı, size bir şey olmaz” diyen deneysel tıp uzmanlarına, şu otu yiyin, şu bitkinin kökünü kaynatıp için size bir şey olmaz diyen fitoterapistlere, alternatif tıpçılara.
On altıncı yüzyılda tüm dünyada milyonlarca insanı öldüren, kızılderililerde soy kırımına neden Ortopox virüs ailesinden Variola virüsü ya da bilinen adıyla çiçek virüsü ancak aşı bulunmasıyla yeryüzünden silindi.
Salgının sonlanmasında tek umut bir an önce aşının bulunmasında.
Gelelim en önemli soruya: Aşı ne zaman gelecek?
Aşı çalışmaları dünyada birçok merkezde çok yoğun bir şekilde sürüyor. En önemli aşamalarından olan virüs izolasyonu yapıldı.
Aşı birkaç haftada bulunamayacak ama bu araştırmalara destekler arttığı ve çalışmaların önündeki bürokratik engeller azaltıldığı için iki üç yıl sürecek aşı çalışmalarının bir yıldan daha kısa süreye inmesi hiç de sürpriz olmamalı.
Ancak, başka çok önemli bir konu daha var. Bu yazıyı kaleme alma nedenim de budur.
Eğer bu virüs bir laboratuvar yapımı bir ürünse aşının ortaya çıkma süresi beklenenden çok daha kısa olabilir.
Hiçbir biyolojik savaşta kullanmak üzere laboratuvarda dizayn edilen bir virüs ya da bakteriyi, hiç kimse önlemini almadan, virüse karşı kendi bağışıklığını kazanmadan yani elinde aşısı olmadan sahneye sürmez. Çünkü kontrosüz biyolojik ajanlar herkes için tehlikedir.
Eğer SARS CoV-2 virüsü bir laboratuvar yapımı ve biyolojik savaş ürünü ise, ki bu hiç de zayıf bir olaslık değil, bu teknolojiye sahip olanlar bir biyolojik insan yapımı ajanın günümüz modern tıp olanaklarıyla en geç bir yıl içinde çözülebileceğini bilirler. Muhtemeldir ki aşıyı açıklayan önce kendileri olur.
Bu nedenle bir yıldan çok daha yakın bir zamanda aşının bulunması sürpriz olmamalıdır.
Önümüzdeki iki üç aylık süreç içinde çok ilginç olaylara şahit olacağız.
———————————————
Kaynak: