Sürrealist Ressam Salvador Dali, Figueres Kasabası ve Belediye Başkanı Ramon Guardiola…
Girona’nın tarihi sokaklarında yürürken bu üç ismi düşündüm, iki insan ve bir küçücük kasaba…
Girona ovasında, Ter nehri, Onyar, Güel ve Galligants nehirlerinin birleştiği alanda yer alan, Fransa sınırına yakın olan, Game Of The Thrones dizisinin, fantastik korku filmlerinin çekildiği tarihi Girona şehrinin 40 km uzağındaki Figueres’e giderken en çok merak ettiğimiz elbette İspanyolların çok öğündükleri Sürrealizmin babası kabul edilen Ressam Salvador Dali’nin Müzesi idi.
Katalonya’nın küçük şehri Girona’ya bağlı Figueres aslında köymüş bir vakitler… Sonra dünyanın en çok gezilip görülmek istenen yerlerinden biri olmuş.
Şimdi bu küçük, 46 bin nüfuslu yer kültür ve sanat açısından müthiş çekici bir cazibe merkezi durumunda.
Sebebi?
Sebebi elbette Figueres Kasabasının Belediye başkanı, Resim Sanatı aşığı Ramon Guardiola ve elbette Çılgın Sürrealist Dali…
Ama önce Salvador Dali’yi kısaca anlatmaya çalışalım:
Aykırı Ressam Figueres’de doğmuş! Yıl 1904…
“Hayat” isimli otobiyografisinde anlattığına göre 3 yaşında ölen ağabeyinin ismini ona koyup kendi kişiliğini görmüyor annesiyle babası. Onun bedeninde ölen çocuğu seviyorlar. Hayatının en büyük ruhi yaralarından biriymiş. Annesinin ölümü de eklenince iyice perişan olmuş.
Babası, otoriter noter, annesi sevgi dolu ve pek anlayışlı yazdığına göre. Çocuğunun resim yeteneğini keşfedip ders aldıran, ilk sergisini açtıran da o. Dalí şımarık, tuhaf bir çocuk, sadist yanları insanı korkutacak kadar fazla.
Aynı kitapta şöyle yazıyor:
“Koridordan terasa giderken üç yaşındaki küçük kız kardeşimin bir kapı aralığından sessizce emekleyerek çıktığını gördüm. Durdum, bir anlık tereddütten sonra kafasına bir topa vurur gibi korkunç bir tekme savurup bu vahşi eylemin çılgınca neşesine kapılarak koşmaya devam ettim. Fakat arkamdan gelen babam beni yakaladı ve ofisine götürdü, ceza olarak akşam yemeğine kadar orada kaldım.”
Yine bu kitapta şu açıklamayı da fütursuzca yapmakta: Yirmi dokuz yaşındayken, bir kızı yere devirip üzerinde tepiniyor ve çevresindeki insanlar kanlar içindeki kızı elinden zor alıyorlar.
İngiliz yazar, gazeteci ve eleştirmen George Orwell, Dali’nin çizimlerindeki sapkınlık derecesindeki hastalıklı özelliğini şu cümlelerle okuyucusuna aktarıyor:
“Salvador Dali’nin savunucularının, ona ruhban sınıfına özgü bir tür ayrıcalık tanınmasını istediği anlaşılıyor. Sanatçının, sıradan insanların tabi olduğu ahlak kurallarından muaf olması gerektiği görüşündeler. Sihirli sözcüğü söyleyip “sanat” dediğiniz anda her şey yoluna giriyor: Çürüyen cesetlerin üzerinde dolaşan salyangozlar ve küçük kızların kafasını tekmelemek sorun olmaktan çıkıyor; hatta Dali’nin çektiği (sonradan gösterime girmesi yasaklanan) Altın Çağ” gibi pislik ve dışkıyı normalleştiren bir film bile sorun teşkil etmiyor. Dali’nin yıllar boyunca asalak gibi yaşadığı Fransa’dan tehlikenin kokusunu alır almaz korkak bir sıçan gibi kaçıvermesi bile sorun değil. Yani sınavı geçebilecek kadar iyi bir ressamsanız, her yaptığınız yanınıza kâr kalıyor. Adi suçlar üzerinden düşünürsek, bu düşünce tarzının ne kadar yanlış olduğunu görebiliriz.”
Neyse…
Biz kısaca hayatına devam edelim Dali’nin:
Yirmili yaşlarda Madrid… Üniversite, disiplinsizlik yüzünden uzaklaştırma, Dadaizme merak salma, ünlülerle arkadaşlık derken, Girona’da anarşişt gösteriler sebebiyle okuldan atılma, tutuklanma…
1925’te okula geri kabul, Barselona’da ilk kişisel sergi…
Eleştirmenlerde büyük şaşkınlık ve ilgi…
1926, Paris’te hayranı olduğu Pablo Picasso ile tanışma ve eserlerinde esen Picasso rüzgârı…
Paris dönüşü üniversiteden kesin ihraç…
Mart 1928’de “Sanat Karşıtı Katalan Manifesto”yu yayınlama,
1929’da Luis Buñuel ile beraber çektikleri” Bir Endülüs Köpeği” adlı avangart kısa film…
Ve… Dali artık yavaş yavaş şöhret yolunun yolcusu…
Yine Paris…
Ressam Joan Miró aracılığıyla sürrealist akımın öncüleri André Breton ve Paul Éluard ile tanışma.
Ve…
O zamana kadar kadınlardan hep korkup nefret eden Dali samimi arkadaşı olan Éluard’ın eşi Gala’nın ilk görüşte cazibesine kapılıyor. Zira rüyalarında gördüğü meçhul kadın Gala’ya çok benzemektedir!
Gala çocuğunu, o zamana kadar sevdiği kocasını bırakıp aykırı Dali’nin hayatına giriyor ve ölene kadar dilden dile dolaşan garipliklerle yaşanan bu birliktelik devam ediyor. Bütün resimlerinde çalıştığı kadınların tamamı neredeyse Gala…
Acayip bir hal!
Daha da acayibi çaylak Dali’yi ünlü hale getirip onu marka halinde sunan Gala’nın buna karşılık ahlak kurallarının çok dışında yaşaması, ileri yaşlarda dahi genç sevgililerine dünyaya tanıttığı Dali’nin parasını yedirmesi.
Öyle çok para harcıyor ki Dali çılgınlar gibi çalışıyor ve tıpkı basımlar da peynir ekmek gibi satılıyor. Ama bu durum dahi Gala’ya yetmiyor. Hep “Dali’nin daha çok para kazanması gerek” deyip olağan dışı ticari zekâsı ile daha çok para kazanmanın yollarını buluyor!
Ama Dali’nin çılgınlığa varan yaşama biçimine tahammülü kalmayınca Gala’ya kaburga kemikleri kırılana kadar dayak atıyor.
Sonunda Dali Figueres’e yarım saat uzaklıktaki Pubol Köyünde küçük bir şato alıyor ve Gala orada yalnız başına çılgın hayatına devam ediyor ta ki düşüp kalçasını kırana kadar.
Nihayetinde Gala bir hastanede, 1982’de yalnız başına ölünce Pubol Şatosunun en alt katta mezar bölümünde gömülüyor. Dali cenaze törende yok! Ama iki mezar yerini kendisi yapmış ve vasiyeti de Gala’nın yanına gömülmek! Nasıl tuhaf bir med cezir!
Ama günlerce bağıra bağıra ağlayıp yemeden içmeden kesiliyor!
Yaşama sevincini kaybeden Dali karısının öldüğü ve gömüldüğü Pubol’a taşınıp herkesten uzak, yalnız hayatı tercih ediyor.
Bu çılgın ressamı İspanyollar pek seviyorlar, elbette kralları da. (Katalanların çok sevdiği söylenemez, sebebi uzun) Temmuz 1982’de İspanya Kralı Juan Carlos, Dalí’yi Púbol Markisi ilan ediyor. Bu ilan sevginin sonucu mudur, politik bir tavır mıdır, İspanya’nın reklamı mıdır, doğrusu tahmin etmek güç.
Dalí de karşılık olarak, Krala “Avrupa’nın Başı” adlı çizimini armağan ediyor.
Ve…
Son eseri olan “Serçenin Kuyruğu” adlı tablosunu Púbol Kalesi’nde yapıyor…
Ardından Figueres’e, Tiyatro ve Müzesi’nde dönüyor, 23 Ocak 1989’da kalp yetmezliğinden ölünce Figueres’te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömülüyor…
Evet…
Bütün sürrealistler gibi Dalí de bilinçaltı ile onun dışavurumuyla ilgili. Bunun sonucu olarak Freud’un bilinçaltı ile alakalı büyün yazılarını okuyan Dali çağının bilimsel gelişmelerini takip edip o dönemdeki bilim adamlarıyla dostluk kuruyor ve ve onların eserlerini okuyor.
Bu sebeple “Doğada Rastlantı” adlı kongre doğum yeri Figueres’te yapılıp ona ithaf ediliyor.
Ve…
Konuşmacıların neredeyse tamamı, Nobel ödülü kazanmış bilim insanlarıdır. Kimyacı Ilya Prigogine, fizikçi Jorge Wagensberg, matematikçi Rene Thom vesaire…
Dinleyicilerin arasında kimler yoktur ki: Ünlü bilim adamları, filozoflar, sanatçılar…
81 yaşında olan Dali bütün bu faaliyetin görüntülerini kapalı devre televizyon kameraları sayesinde seyrediyor. Zira artık kalkacak vaziyette değildir, hasta yatağındadır.
Bu kongreden üç yıl sonra, 23 Ocak 1989’da öldüğünde yatağının başucunda iki fizikçi ve bir matematikçinin kitabını buluyorlar: Stephen Hawking, Erwin Schrödinger ve Matila Ghyka.
Sözün kısası, kimilerine göre çılgınlığın sınırlarında gezinen, kimilerine göre de dahi kabul edilen Dali anlaşılan o ki Tanrıyı bulmak içinde bilime sığınmış. Diyor ki:
“- Matematik ve bilim, bana Tanrı’nın olması gerektiğini anlatıyor…”
Çok ilgi çekici bir örnek daha: Yıl 1953… Nature dergisinin 171. sayısında, Watson ve Crick DNA yapısını anlatıyor ünlü makalesinde. Dali bu makaleyi okuyup DNA merdivenini ve Crick’in eşi Odile’in çizdiği çift sarmal yapıyı görünce diyor ki:
“- İşte Tanrı’nın var olduğunun en önemli kanıtı. DNA! Yakub’un genetik meleklerden oluşturduğu bir merdiven ve insanla Tanrı arasındaki tek bağlantı.”
Evet…
Gençlik yıllarında tanıdığı pek çok ünlü ismin tesirinde kalan Dali 1951’de bir U dönüşü yapıp içine modern bilimin kimi kavramlarını da katıp Mistik Manifestoyu yayımlıyor.
Ama arayış bitmiyor, giderek artan bir fantastik ve sürrealist resimler yapıyor, temalar çok şaşırtıcı: Katolizm ve DNA, hiperküp (dört boyutlu küp) ve atomik çözünme…
Hiroşima’da vahşetinden etkilenip hayatının o dönemine “nükleer mistisizm” adını veriyor…
Yine bu dönemde pek çok teknik deniyor, tuvale boya sıçratma, optik yanılgılar, hologramlar, Stereoskopi…
Sadece resim ile ilgilenmiyor Dalí, 500’den fazla resim, onlarca heykel, çeşitli taş baskı eserler, kitap illüstrasyonları, tiyatro dekorları ve kostümleri yapıyor hayatı boyunca. Çok ünlü fotoğraf sanatçılarıyla, moda devleriyle çalışıyor, Christian Dior meselâ.
Dali’nin siyasi görüşleri de çok dalgalıdır. Gençlik yıllarında sıkı bir anarşişt, Troçkist olan Sürrealist Ressam İspanyol iç Savaşında General Franko’yu destekliyor. İkinci Dünya Savaşı tehlikesi başlayınca da tası tarağı toplayıp Amerika’ya kaçıyor.
Bu yüzden de George Orwel başta olmak üzere sosyalist sanatçı ve yazarlardan çok büyük tepki almış. Hepsi Dali’ye yüz çevirip aralarından atıyorlar.
Bu durum elbette “kibir abidesi ve özgüveni had safhada olan” Dali’nin de umurunda olmamış, hiç altta kalmayıp hepsine verip veriştiriyor!
Eserlerinin kopyalarını basarken “Hadi biraz para basalım” diyen Dali sağlığında çok para kazanıp, lüks içinde yaşayan, döneminin nadir sanatçılarından biri.
Sürrealist grubun önderi Breton, Salvador Dalí’ye çok kızıyor:
“- “Avida Dollars” (Dolar Heveslisi)” diyor.
Dalí de cevap veriyor hemen:
“- “Le surréalisme, c’est moi!” (Sürrealizm benim!”)
Kendisini tenkit edip aşağılayanlara da:
“- Soytarı olan ben değilim, deliliğini gizlemek için ciddiyet oyunu oynayan şu aklın, mantığın alamayacağı ölçüde sinsi, bönlüğünden bile habersiz toplum,” deyiveriyor.
Diyor ama toplum tarafından tuhaf kabul edilecek her şeyi de durmadan yapıyor. Meselâ:
1936’da Londra Uluslararası Sürrealizm Sergisi’nde konuşması için davet edilince, sahneye acayip bir dalgıç tulumuyla çıkıyor. Üstüne üstlük belinde mücevher işlemeli bir kama, bir elinde bir bilardo ıstakası, diğer elinde iki kurt köpeği…
Kimilerince çok iyi pazarlamacı olan Dali, müthiş bir reklamcı. Ama tekrar edelim, anlatılan, yazıp çizilen o ki aslında bütün bunları düşünüp fikir babalığını yapan, para delisi, tuhaf eşi Gala!
Gala’nın bohem ve çılgın hayatına, kendi garipliklerine para yetiştirmek için 350 bin eser kopyasına imza atmış!
Her neyse…
Ama yine tekrar edelim: Dali de tuhaf ama ne tuhaf…
Mesela dikkati çekmek için New York’taki Metropolitan Müzesi’ndeki sergisinin duyurusunu küvet içinden yapıyor.
Hint Hava Yolları için bir reklam çalışması hazırlıyor. Hintliler pek beğenip bu aykırı ressama bir fil hediye ediyor. Dali de biniyor filine, Figueres sokaklarında dolaşıyor, basın da peşinde elbette! Haber hemen dünya basınında yer alıyor, reklam, ama ne reklam!
Şimdi gelelim esas konuya:
Figueres’te Dali Müzesine yaklaşırken, rehber Sn. Murat Uzuner’den de dinlediğimiz bu aykırı Dali serüveninin bizce en ilgi çekici taraflarından biri de bu müzenin kuruluş hikayesiydi:
Aslında Müze küçücük Figueres Kasabasının tiyatro binası imiş. İspanyol İç Savaşında yangından zarar görmüş.
O zamanki Belediye Başkanı Ramon Guardiola da sanata çok düşkün, özellikle resme aşk derecesinde tutkun.
Ve….
Çok ama çok iddialı bir Belediye Başkanı. Kasabasını dünyaya tanıtmak istiyor. Düşünüyor, taşınıyor. Kendi kendine diyor ki:
“- Eh, Dali de Figueres’li. Öyleyse?”
Ve…
İlk adımı atılıyor: Başkan Ramon Guardiola Salvador Dalí’den kasabanın küçücük müzesi Museu de l’Empordà için bir eser bağışlamasını rica ediyor.
Ama Dalí bu teklifi farklı şekilde değerlendiriyor ve Ramon Guardiola’yı sevinçten havalar uçuracak cevabını veriyor:
“- Bütün eserlerimi bağışlayacağım. Ama bu küçük tiyatro- müze binası “Dali Müzesi” olmalı!”
Elbette Başkan Ramon Guardiola’nın canına minnet!
İki hemşeri baş başa oturup karar veriyorlar, onlara çok ünlü iki mimar da katılıyor.
Sonuçta Dali’nin ölümüne dek ilgileneceği bir özel eser ortaya çıkıyor.
Pek çok sanatçı ve tarihçi, Dali’nin bu müzeyi kendisi tasarlamasaydı bu denli büyük, dünya çapında bir ilginin olamayacağı kanaatinde.
28 Eylül 1974’de Dali Müzesi açılıyor.
Ve… Son derece ilginç, kendine münhasır bir mimari çıkıyor ortaya. Gerçekten bir başka örneği de yok. İnsanı hayrete düşürüyor.
Gala Caddesi üzerinde yer alan Müzeyi uzaktan görmemizle başlıyor şaşkınlığımız. Dali’nin büyük ebattaki sürrealist objelerini fark etmememiz imkânsız. Zira Müzenin çatısında devasa yumurta heykelleri var.
Bunlar ve daha pek çok yumurta resimleri Dali’nin her zaman kullandığı obje olarak görülüyor, gösteriliyor.
Müzenin önündeki meydana Gala-Salvador Dali adı verilmiş. Kapısında gösterişli, yaldızlı yumurta kafalı, sol omuzunun üstünde bir hidrojen atomu bulunan heykel var, bilim adamlarına nazire…
Girişten sonra taş duvarlı, avlu yuvarlak ve nişlerindeki dev Oscar heykelleri gelenleri şaşırtıyor. Ama hikayesini dinleyince gülümsüyorsunuz: Dali çektiği filmine Oscar ödülü verilmediği için Oscar heykellerini yapıp kendi kendine, kendi Oscar ödülü veriyor. Özgüven patlaması bu olsa gerek!
Sonra…
Sonra müzede neler yok ki: Avluda gerçek büyüklüğünde bir otomobil maketi sizi karşılıyor.
Eğer canınız para harcamak isterse otomobilin önündeki makineye euro atarsanız, dışarıya değil, “tomofilin” içine yağmur yağıyor! Hikâyesi de yine çok ilginç!
Dali’nin çok zengin olan fantastik dünyası nasıl sürrealist ise, Müzesini de öyle. Nereye bakarsanız bakın, o yerde ve tabloda şaşırtıcı bir nokta genellikle var. Birkaç örnek verelim:
‘Matador’ isimli tablosu sizi tuval üzerinde yer alan çok sayıda Venüs silueti ile karşılasa da dikkatlice incelediğinizde ortaya bir boğa güreşçisi çıkıyor.
Üç boyutlu eserlerinden biri de “Mae West Odası’ndaki şifre”. Turistlerin en çok ilgisini çeken bu eser aslında tuvale yapılmış bir eser değil.
Eşyalı bir oda düşünün, duvarda göz şeklinde 2 tablo asılı. Bunların tam ortasına uygun şekilde zemine konulmuş burun şeklinde bir eşya, onun önünde dudak şeklinde koltuklar. Merdiveni çıkıp objektifle odaya baktığınızda Amerikalı aktris Mae West’in üç boyutlu, kocaman yüzü karşınızda.
Odalardan biri özellikle Türkiye’den gelenleri şaşırtıyor. Odada bir karyola var. Önünde Dali’nin İstanbul’a seyahatlerinden birinde görüp hayran olduğu, sanat şaheseri kabul edip hemen satın aldığı pirinç ayakkabı boya sandığını görüyoruz.
Evet….
Bugün Dali Müzesiyle birlikte adı sanı bilinmeyen Figueres’i dünya tanıyor ve ortalama 4 milyon ziyaretçisi var, 4 bin de Dali imzalı tablolar, heykeller, eskizler, mücevher tasarımları başta olmak üzere sanat eseri.
Ama başta dedik ya, ilk adım çok önemli diye: Başkan Ramon Guardiola hedefe ulaşmıştır artık, küçük Katalan Kasabası Figueres’i dünya tanıyor!
Dali’nin birkaç ünlü eserinden daha bahsedelim:
En meşhur eseri “Belleğin Azmi” isimli tablosunu 1931’de yapmış. “Yumuşak Saatler” ve “Eriyen Saatler” olarak tanınan bu eserini sıcak Ağustos güneşi altında eriyen peynirden aldığı ilhamla çalıştığını söylüyor Dali.
Bir başka ünlü tablosu da “Haşlanmış Fasulyeli Yumuşak Yapı.” İspanyol İç Savaşını tahmin ederek yaptığı bir çalışma…
Barselona’da 25 Eylül 1962’de çok büyük bir sel felaketi oluyor ve İspanya bine yakın insanını kaybediyor.
Dali bu felaketi anlatan çok büyük bir tablo yapıyor. Adı: “Galacidalacidezoksiribonükleikasid”
Tablonun yanında eserin adını açıklayan nottan şu anlaşılıyor:
Her şeyi, büyük aşkı olan Gala, 11. yüzyılda Müslüman Berberilere karşı savaşan, İspanyolların ulusal kahramanı El Cid ve DNA molekülünün açılımı olan deoksiribonükleikasit’in birleşimidir bu ad.
Yani… Yani Dali’ye göre aşkın, kahramanlığın, bilimin terkibi ile yapılan bir eserdir bu tablo ve Florida’nın St. Petersburg şehrinde bulunan Dali Müzesindedir. (Salvador Dalí Museum)
Ve… Bu müzede Sürrealist sanatçı Salvador Dali’nin başta heykelleri ve gravürleri olmak üzere bazı eserleri daimi sergi halindedir.
Bu iki müzenin yanında Madrid’deki Reina Sofia Müzesi ve Los Angeles’taki Salvador Dalí Galerisinde de Dali’nin yüzlerce eseri sergilenmektedir.
Gördüğünüz üzere Salvador Dali adına bir galeride ve müzelerde köşe ayrılmış değil, adına müzeler var!!!
Dalí 1965 yılında “Çarmıha Gerilmiş İsa” tablosunu New York Rikers Island Hapishanesine hediye ediyor. Eser 1981 yılına kadar orada kalıyor. Ancak 2003’te kimliği belirsiz kişilerce lobiden çalındığından bahsedilmekte.
Ama… Ama Dali artık öylesine ünlüdür ki çizgisi dahi büyük meblağlara müşteri bulmaktadır ve bu eser kim bilir hangi koleksiyonerin gizli odasındadır.
Ve… Kimilerine göre çılgın, ruh hastası, sapkın, kimilerine göre de dahi kabul edilen Ressam Salvador Dali “Sürrealizmin Babası” olarak Sanat Tarihinde yerini almıştır.
Eğer Müzeyi merak ediyorsanız aşağıdaki linki tıklamanız yeterli.
https://my.matterport.com/show/?m=K5MKrKcfyRW
Şimdi gelelim meselenin en can alıcı noktasına:
Adına müze kurulmuş bir tek ressamımız var mı?
Biz bilmiyoruz!
Türk Resim Sanatlarını neredeyse yok olmaktan kurtaran Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Üstadımız ve Cumhurbaşkanlığı Sanat Ödülünü alan kızı, izinde yürümekten şeref duyduğum Hocam Gülbün Mesara Hanımefendi, tanımaktan şeref duyduğum dost Prof. Dr. Mehmet Başbuğ rahmetli…
Bu üstatların binleri bulan eserleri ve kitapları kaç müzeyi doldurur acaba?
Mesela İstanbul’da bir “Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver” Müzesi…
Mesela Ankara’da “Prof. Dr. Mehmet Başbuğ” Müzesi…
Bu üstatlar ve daha adını sayamadığım nice sanatkarlarımız…
Esas soru şu:
Nerede bu yüce vazifeyi kotaracak sanat aşıklısı yetkililer?
El âlem sapkın, çılgın Sürrealist ressamını yere göğe koyamıyor, dünya çapında bir dahi ressam haline getiriyor. Doğduğu küçük kasabadaki müzesi dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri oluyor!
Ya biz???
Neyse….
İspanya ile anlatılacak çok şey var: Meselâ Andaluzya, yani Hüzünlü, Ağıt Endülüs ve ondan geriye kalanlar…
Ama biz şimdilik bir virgül koyalım yazımıza ve Dali’nin eserlerinden birkaç örnekle sizi baş başa bırakalım.
İyi seyirler Efendim…