Enver Paşa Türkistan’a giderken, buralarda böyle bir mücadelenin imkânsız olduğunu söyleyen Hacı Sami’ye şu cevabı verir: “Uzun zamanlardan beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben, Osmanlı Ordularının Başkomutan vekili ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem, bu köprüyü kurmuş oluruz.”
Daha sonra da Zeki Velidi Togan’a şunları söyleyecektir: “Muvaffak olamazsak hiç olmazsa cesedimi buralarda bırakmakla Türklüğün istikbaline hizmet etmiş olurum.”
Üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konu da batı özellikle İngiliz gizli servisi kaynaklı İttihatçılar aleyhine propaganda ve dezenformasyon malzemesinin, 1950’lerden itibaren sol ve özellikle bazı İslamcı-Milliyetçi çevrelerce de ezber olarak tekrarlanmasıdır.
Enver Paşa ve İttihatçıları unutmak, hatırlayınca da İngiliz yaverlerini ezberden sıralamak, Türk sağının mayalandığı ve kodlandığı dönemi, sağa yapılan aşıyı, biçilen görevi, çizilen sınırları anlamamız için elverişli bir ölçü sunar. Enver Paşa’ya ve İttihatçılara küfür edilecektir.
“Sol Kemalizm ise, II. Abdülhamit ve İttihatçılarla başlayan ve Mustafa Kemal’in 1930’lara kadar sürdürdüğü milli kalarak modernleşme, dindarlığı yenilikle barıştırma, mülk ve siyaseti yerlileştirme çabalarını çarpıtarak, devletle din, orduyla dindar, dinle modernlik ve Türklük ile Müslümanlığı çatışan ters devreler haline getirip aralarına da mayınlar döşeme görevi görmüştür. Demek ki, İngilizlerle ilişkileri şaibeli sol Kemalistlerin ve Amerikalılarla ilişkileri netameli sağ-muhafazakarların İttihatçılık düşmanlığında buluşmalarında bir ‘hikmet’ bulunmaktadır.
Halbuki tarihe mal olmuş şahsiyetleri günahıyla sevabıyla, artısıyla eksisiyle kabul etmek gerekir; eleştirilebilirler, ama hakaret ve ötesinde cümleler kullanılmamalıdır.
Vatanseverliğinden ve cesaretinden rakipleri dahil kimse şüphe duymamaktadır ama hayalcidir, ama düşleri vardır. Kimisini gerçekleştirmiş kimisini gerçekleştirememiştir. Bundan dolayı eleştiride ölçülü olmak gerekir. Hayatta hiç kimse tamamen suçlu, hatalı ya da tam tersi tamamen başarılı değildir.
Bu ülkedeki anlamsız kavgaların, dışa bağımlılığın, mal ve şehvet düşkünü sağcılığın, din ve millet düşmanı solculuğun, küçük adamların, sahte kişiliklerin, aymazlık, yobazlık ve korkaklığın, yabancı devletlere olan hayranlığın, güce tapmanın, sahte dindarlığın velhasıl Osmanlıdan beri bir gram bile değişmeyen bu milli(!) hasletlerimizin! yenilgi travması ve İttihatçılık düşmanlığı ile bağlarını merak ediyoruz doğrusu. Enver Paşa ve arkadaşları siyaseti yalanlarla, parayla değil yüce gayeler için; bilekleriyle, yürekleriyle, haklılıklarına yaslanarak, çile çekerek ve ellerinde avuçlarında ne varsa feda ederek yapıyorlardı.
Bugün, bir şeylere inanmak değil, ‘ne istediğini bilmek’, ‘bir şeyler elde etmek’, ‘pazarlığı ve hesabı bilmek’ revaçta. İhtirasların ve arzuların şehveti hayatımızı esir aldı. Zalimlerin ve ayaktakımının ahlâkı bütün ülkeyi işgal etmiş durumda.
Onlar; o yoksulluk, çaresizlik, imkânsızlık günlerinde, yurtdışına adam gönderir, teşkilatlar kurarlardı, yabancı elçiliklerle görüşür değişik siyasi hamleler yaparlardı, uzak diyarlarda isyanlar çıkartır düşmanı oyalarlardı. Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver, 1940’larda Londra’da öğrenim görürken, Londra büyükelçimizin aracılığıyla Churchill’le görüştüğünde Churchill ona, “Senin baban benim siyasi kariyerimi yirmi yıl erteledi” demiş.
Onların görkemli savaşları, o zaman İngiltere’de, Rusya’da, Fransa’da, İtalya’da iktidar ve hükümet değişimlerine sebep olmuştu.
Bugün ise, ülkemiz bütün istihbarat örgütleri ve örtülü operasyonların laboratuvarı durumunda. Okumaya gönderdiğimiz çocuklarımız ya buradaki zulümlerden bıkıp bir daha dönmez oluyor veya ‘iyi ilişkiler’ kurabilmişse paraşütle dönüyor.
Enver Paşa ve arkadaşları, Irak’taki İngiliz işgaline, Kanal Harekâtı, Filistin direnişi, Kut-ül Amare zaferi ve Medine müdafaası ile cevap vermişti. Enver Paşa ve arkadaşları çürümüş bir hanedanlığın, tükenmiş bir İmparatorluğun, cehalet ve yoksullukla malul bir milletin çocuklarıydı. Bin bir imkânsızlık, karmaşa ve devletler oyunu içinde büyüyüp çöküşü durdurmak için sonuna kadar ve yiğitçe döğüştüler.
Enver Paşa ve arkadaşlarının çabası bütün Osmanlı’nın, bütün Avrasya’nın, bütün Doğu’nun direnme ve dayanma çabasıydı. Maalesef, başaramadılar ama tertemiz ahlâkları, emperyalizme karşı haysiyetli duruşları, din-ü devlet ve mülk-ü millet uğruna tam bir ülkücü adanmışlığıyla milli mücadelenin ve sonrasındaki milliyetçi mücadelelerin yoluna ışık tuttular.
Enver Paşa’nın şahsında Türk milliyetçileri, 1. Cihan Harbi boyunca dört-beş cephede birden savaşan bir orduyu ve devleti idare etmiştir. Netice itibariyle ve maalesef, daha çok müttefiklerimizin hıyaneti ve erkenden pes etmesi yüzünden mağlûbiyeti kabul etmek zorunda kalsak da bilahare millî mücadeleyi göze alabilen, teşkilâtlandıran, başlatan ve yürüten de en başta Enver Paşa’nın, İttihat Terakki’nin kadroları ve Türk Ocaklılardır, Türk milliyetçileridir. Herkesin bildiği gibi, büyük Enver Paşa’nın da daha 1918’in Ekim ayında öngörüp ifade ettiği üzere (bkz. Hüsamettin Ertürk’ün hatıraları – İki Devrin Perde Arkası), birinci safhasını kaybettiğimiz Cihan Harbi’nin ikinci safhasını, tıpkı Balkan savaşlarında olduğu gibi kazanacak ve istiklâliyetimizi tescil ettireceğiz.”
Ne var ki, harb-i umumî’nin ikinci safhası, yani 1919–1922 süreci, başlangıçta taktik bir tercih olarak gündeme geldiği üzere, İttihad-Terakki’nin ülkücü – milliyetçi unsurlarının değil, batıcı – milliyetçilerinin önderliğinde yürütüldüğü için yeni dönemde ülkücü milliyetçiler siyaseten büyük ölçüde tasfiye edildiler.
Günümüzde de emperyalizm kazanmaya, biz yenilmeye devam ediyoruz. Bir gün ABD ve batılı kapitalist emperyalistlere yaklaşıyor kısa bir süre sonra tarihin en kanlı diktatörlüklerinden biri olan kızıl Çin’e göz kırpıyor bir başka gün demokratik diktatör görüntüsü veren Putin’in Rusya’sından medet umuyoruz. Devletimiz tam bir kuşatma altında.
Oysa Enver Paşa, evvela soylu bir savunma ve kararlı bir var olma davasının adıdır. Bu ufuk bir yayılma değil; dağılmama, en azından yenilmeme iradesi ile sınırlıdır. Bu nedenle Enver Paşa ve İttihatçılık, önce içerde toparlanmanın, sağlam durmanın, dayanmanın ve yenilenmenin adıdır. Bu iradeyle, bütün iç meselelerimizi çözecek ve dışa bağımlılığı asgariye indirecek Milli demokratik bir restorasyondur.
Cihan Savaşı yıllarında yüzyıllardır batılı ülkelere tanınmış olan bütün kapitülasyonları ( ticari ayrıcalıkları) 9 Eylül 1914’te 1 Ekim’den itibaren geçerli olmak üzere -müttefikimiz Almanların bile karşı çıkması ve protesto etmesine rağmen- kaldırmış ve bunu tüm yabancı elçiliklere bildirmiştir bu aynı zamanda milli bir iktisat politikasının İttihat Terakki iktidarı tarafından başlatılması anlamına gelir.
Yaşadığımız kâbusun şifreleri dışında geriye hiçbir şey bırakmayan; bir komutan, bir devlet adamı, bir eş, bir insan nasıl olurmuş düşmanına bile ispat eden, bir yalnız ama büyük adamdır Enver Paşa.
“İşte bunun için İttihatçılık ile, yani o kendine güven, haysiyet, vatanseverlik ve cesaretle tanışma ve barışmamız gerekir diyoruz. İşte bu manada Enver diyoruz. Şehit na’şının cebinden bir büyük harita, bir Kur’an-ı Kerim, yarım kalmış bir mektup ve birkaç kuruş para çıkan Enver!”
Tıpkı yıllarca Teşkilatı Mahsusa’da değişik cephelerde düşmana karşı savaştıktan sonra mütareke yıllarında esaretten dönüp hastalanınca, İstanbul’da Özbekler Tekkesi’ne sığınıp, orada ruhunu Allah’a teslim eden ve bavulundan bir Türk Bayrağı ile Kur’an’ı Kerim ve Teşkilatı Mahsusa’nın efsane başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in bir fotoğrafından başka bir şey çıkmayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın fedaisi Zenci Musa gibi.
“Elbette Sarıkamış’ı her yıl anacağız, hatırlayacağız, şühedanın izinden yürüyeceğiz. Sarıkamış’ı, o kara propagandanın, o algı operasyonunun, o kıskançlık ve kinin etkisinde kalarak değil, tarihî hakikatlerle, savaşlardan bir savaş olarak hatırlamakta ve gelecek nesillere de böyle taşımakta fayda vardır.”
Yüce Tanrı başta Enver Paşa olmak üzere Sarıkamış şehitlerini ve Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı günden bugüne kadar din için, devlet için, vatan için, bayrak için, namus için hayatlarını feda eden bütün şehitlerimizi rahmetiyle kuşatsın. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.
KAYNAKÇA
AKSUN Ziya Nur, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2005.
ASLAN Emir Şekip, Sürgünde Üç Ölüm, Çev. Aziz Akpınarlı, Truva Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2010.
AYDEMİR Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, Cilt 1, Remzi Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1972.
CİHANGİR Erol, Emir Şekib Aslan ve Şehid-i Muhterem Enver Paşa, Doğu Kütüphanesi Yayıncılık, İstanbul, 2005.
GÖLBAŞI Yavuz, Sarıkamış Düş-tü, Türkiye İş Bankası, 2013
KÖSOĞLU Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2008
Mete Muhsin, Tacikistan Günlüğü, Almıla Dergisi, Ankara, Sayı:27.
ÖZCAN Ahmet, Davası Olmayan Adam Değildir, Yarın Yayınları, İstanbul, 2015.
ÖZCAN Ahmet, Açık Mektuplar, Yarın Yayınları, İstanbul, 2004.
ÜNAL Aydın, Sarıkamış: Savaşlardan Bir Savaş, Yeni Şafak, 27 Aralık 2018