Ahmed Yılmaz SOYYER ülkemizde akademik olarak Aleviliği en iyi bilen, bu konuda en çok çalışan, hem akademik hem edebi eserler veren bir fikir-edebiyat insanıdır.
Onun yazıları, tespitleri, tanımlamaları Aleviliği en doğru biçimde yansıtmakta, alevi olmayanlarla aradaki mesafeleri ortadan kaldırmada büyük işler görmektedir. Şimdilerde çok önemsenmese de Alevilerin sorunlarının çözülmesi belki de Türkiye’nin en önemli kazancı olacaktır.
Değerli Hocam, Alevilik anlayışının ortaya çıkması ve gelişimi nasıl olmuştur ? Tarihi seyri hakkında bizi aydınlatır mısınız ? Alevîlik anlayışı Ehl-i Beyt’e muhabbet duymak olarak özetlenebilir. Emevî zulmünden kaçan ehl-i beyt mensuplarının sığınağı İran ve Turan toprakları olmuştur. Yâni bizim Türkistan ve İran dediğimiz bölgelerde kendilerini kabul edip koruyacak insanlar bulmuşlardır. Türkçe konuşan bu zümreler Müslümanlığı çoğunlukla bu ehl-i beyt mensubu insanlardan, ya da onlardan öğrenmiş olanlardan tâlim etmişlerdir. Bu coğrafyadan geçerek Anadolu’ya akan Türkmen aşîretleri Sünnî de olsalar, Şii de olsalar hatta Kök Tengri inancında devam ediyor da bulunsalar Hz. peygamberin ehl-i beytine reva görülen zulümden haberdar olmuş gruplardır. O dönemde bazen bir sülalede, bazen bir âilede, Sünni, Şii, ya da Tengrici kişilerin mevcudiyeti bilinmektedir.Bazen de bir boy olduğu gibi Sünnî ya da Şii olmuştur. O dönemde Sünnî ve Şiî bu günkü ismiyle anılırken, Alevîler Kızılbaş namıyla isimlendiriliyorlardı. Kızılbaşlar dediğimiz bu Türkmen boylarının Nizarî İsmâilîliğinden de etkilenmiş olabileceği hep söylenilen iddialardandır. İbn Fadlan ve İbn Batuta gibi seyyahların bu bölgeleri anlatan kitaplarının yanı sıra Divanü Lügati’t-Türk isimli Kaşgarlı Mahmud’un ansiklopedik sözlüğü de bu konularda az ama önemli bilgiler ermektedir. Ta İbn Fadlan zamanında Türkler arasında Şiilerin yanı sıra Kızılbaşlar bulunmaktadır. Kızılbaşlar o dönemde de Tavşan yememektedirler; İbn fadlan Sünni Müslümanlarca Kızılbaş olabileceği endişesiyle bir tavşan testine tabi tutulur. Seyyahımız tavşan etini yeyince öldürülmekten kurtulur. Anadolu’ya geldikten sonra da bu insanlar hep beraber yaşamışlardır. Aralarında bazen şiddetli çekişmeler olmuş, ancak çoğu zaman birlikte yaşama örneği vermişlerdir.
Aleviliği en iyi bilen bilim ve düşünce insanlarından birisiniz. Bize Aleviliği gerçek yönüyle tanımlar mısınız ? Alevilik bir mezhep midir ? Bir folklorik değer midir ? Yoksa İslamın özgün ve doğru yorumlarından birisi midir ?
Biz mezhep olarak nüzulü tamamlanmış bir kitap üzerine insan aklıyla yapılan yorumları anlarız. Kur’an ilave yapılamayacak şekilde elimizdedir, yani inişi tamamlanmıştır. Gerek Hanefilik ve Şafiilik, gerekse Maturidîlik ya da Eş’ârîlik bu kitap üzerinde yorumlarda bulunurlar. Oysa Kızılbaşlık tıpkı diğer tasavvuf ekolleri gibi vahyin ilham adı altında devam ettiği görüşündedir. Bir dede ya da baba Hz. Peygamber ya da İmam Ali’den yeni sözler getirebilir. Bu bağlamda bir tarikattirler, daha doğrusu tarikatimsidirler. Tarikatlere benzemeyen yanları vardır. Şiilik ile benzemeleri de bu çerçevededir. Mesela İmam Cafer Şiiler için bir mezhep imamıdır. Kur’an hakkında yorumlar yapan biridir. Oysa Kızılbaşlar için İmam Cafer bir tasavvuf büyüğüdür. Sırlı boyutlardan sırlı haberler getirir. Mezheplerin bilgi kaynağından bilgi üretme vasıtası akılken Kızılbaş ekollerinde aşktır.
İmam-ı Azam’ın Ehl-i Beyt sevgi ve saygısının onun başına gelenlerin nedeni olduğu söylenir. Bunu nasıl açıklayacağız ?
Doğrudur, iki yıl kadar İmam Cafer’den fıkıh ve kelam öğrenmiştir. Bu da bizim Türk Müslümanlığının Alevi neşvesinde olduğunun yani ehl-i beyt sevgisi temelli olduğunun ispatıdır. Ancak İmam Azam da tıpkı Şiiler gibi ondan Kur’an hakkında yorumlar öğrenmiştir.
Aleviliğin tasavvuf ile ilişkisi nasıldır ?
Geçmişte tasavvufa daha yakındı. Mesela ikrar ya da nasip alma denilen tören yapılmadan Kızılbaş olunmazdı. Bu gün anadan doğan her kesi Kızılbaş sayıyorlar ki bu eski dönem Kızılbaşlığıyla uyum içinde değildir. Kızılbaş zümreler de dediğimiz Alevî ocaklarında bekarlar ikrar veremez. Önce evlenir, sonra kendisi gibi bir evli çifti müsâhip tutar ve beraberce yola girerler. Müsahiplik çok ağır sorumluluklar gerektiren bir antlaşmadır. Eşlerden bir vefat ederse sağ kalan eş hakka yürüyenin çocuklarından sorumludur.
Erdebil Tekkesi’nden bahsediliyor. Yavuz Selim’e kadar Osmanlının kutsal mekanlarından biriymiş ? Sonra ne oldu ?
Yavuz’dan sonra da kutsaldır. “Yol” dediğimiz Kızılbaş Ocakları tarafından Kerbela ile birlikte önemli sayılan tekkelerdendir. Bektaşîler de burayı kutsal tanırlar. Hatta mürşidlik beratı verme hakkına sahip tekkelerden bir burasıdır. Azerbaycan çoğu kez başka unsurlarca işgal altında tutulmuştur. Bu zaman zarfında gidiş geliş olamamış olabilir. Aynı şekilde Sovyet döneminde de ilişki olmamıştır.
Alevilik ve Sünnilik arasında gerçekten tam bir ayırım var mıdır ? Yoksa arada yapay olarak oluşturulmuş tarihi bir farklılık mı var ?
Sünnîlikle Mevlevîlik arasında ne kadar fark varsa onlarla da o kadar fark vardır. Sünnilik Tanrı, evren ve insan konusunda, “Tanrı evreni ve insanı yoktan var etmiştir” şeklinde inanç serd ederken gerek Mevlevîlik gerek Alevîlik “ O var ondan başka hiçbir şey yok, her şey Tanrı’nın tecellisidir” derler. Aralarındaki fark camide yapılan ibadetler konusundadır. Kızılbaşların büyük bir çoğunluğu camideki namazı kılmazlar. Onlar halka namazı da denilen birbirlerine secde edilerek yapılan niyazı namaz kabul ederler. Mevlevîler de birbirlerine niyaz ederler ancak onlar camiye de giderler.
Aleviliğin bugüne yansımaları ve bugünkü durumu hakkında neler söylemek istersiniz ?
Hem Bektaşî tarikatı hem de Kızılbaş Ocakları 1826 yılında kapatıldılar. Yaklaşık 200 senedir de yasaklılar. Gelenek ve kültürlerine ait bilgiler şifahi olduğu için çoğu zaman unutulmuş bulunmaktadır. Yani iyi durumda değiller.
Bugün Aleviliğin sorunları nelerdir?
Öncelikle gençler kendi yollarını bilmemekte, bu konuda onlara eğitim verecek kişiler de bulunmamaktadır. Benim önerim, biz Bektaşî ve Kızılbaş tarihi çalışanların edebiyat, tarih, sosyoloji okumuş Alevi gençlere yüksek lisans ve doktora yaptırmaları istikametindedir. Onlar yetişince kendi inancından gençleri yetiştireceklerdir.
Bugün için Aleviliğin olması gerektiği gibi yaşanır olabilmesi için neler yapmak gerekir?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki “olması gereken”i ben tayin edemem çünkü Sünnîyim. Yukarıda da söylediğim gibi gençlerine doktora yaptırıp, kendi klasik kaynaklarına ulaşma yolunu öğretebilirim. Hepsi bu.
Alevilik ile Türk Milliyetçiliği arasında yakınlık mı, farklılaşma mı beklenir ? Ne dersiniz?
Türk olmayan Hacı Bektaş merkezli tek grup Arnavutlardır. Geriye kalan Aleviler Türktür, Zazalar ise ya sonradan Zazaca öğrenmiş Türkmenlerdir ya da Alevileşmiş bir Türk olmayan gruptur. Bu konuda bir şey söylemek çok zordur, çünkü bu mesele ideolojilerin elinde şekillenmektedir. İlim ne derse desin ideolojik düşünenler tatmin olmayacaklarıdır. Benim şahsî kanaatim Türk oldukları yolundadır.Değerli hocam bu önemli ve ufuk açıcı bilgiler için teşekkür ederiz.