Sayın Dr. Erol Cihangir ile Turan, Turancılık Fikriyatı ve Avrasyacılık Üzerine Enine Boyuna

Sayın Dr. Erol Cihangir ile Turan nedir, Turancılık fikriyatı, Turancılık üzerine görüşler ve nihayet bugünlerde çok söz edilen Avrasyacılık konusunu konuştuk, enine, boyuna… İşte sizi ufuk açacak, yol gösterecek bir dosya.
Sayın Cihangir merhaba! Öncelikle bu söyleşi için size içtenlikle teşekkür ediyoruz.
Eminiz ki bu söyleşi ile Türkiye’de konu yeniden ama çok daha kapsamlı şekilde tartışmaya açılacaktır.

 

 

Efendim izninizle ilk sorumuzla başlayalım;

Avrasya coğrafyasından kast edilen nedir, Avrasya sınırları nelerdir  ? Avrasya bir siyasi alan mıdır, bir coğrafi alan mıdır ? Avrasya tanımı içinde bir kültür – medeniyet ortaklığı var mıdır ?

Avrasya, bize ait bir tanım olmadığını baştan belirtmeliyiz. Kavram, ilk haliyle coğrafya üzerinden bir okumayla Alman tabiat tarihçisi, coğrafyacı ve felsefeci A. V. Hombolt tararafından kullanılmış. Avrupa ve Asyayı bir bütün olarak ele alan Humbolt için Avrasyanın sınırları Atlantikten, Urallara kadar uzanan Rus ana kara eksenidir. Humbolt’un tasnifine Rusyada yine bir coğrafyacı olan V. I. Lamanski sahip çıkar. Ancak, terim 20.yy başlarında iki dünya (Doğu-Batı) arasında gelip giden, çöküş dönemine giren Rusyanın, eski Çar aristokrasine mensup okumuş yazmış çocuklarının ülkenin ve devletin yeniden ihyası için kendilerine özgü bir yol, yordam arayışın ifadesi olarak ortaya çıkar. Ancak bu defaki anlamlandırma coğrafya odaklı olmak üzere siyasetten, kültüre, tarihten, hukuka, dinden, felsefeye kadar daha geniş bir spektrum ifadesini bulur.

1853 Kırım savaşı (İngilizlerin planlıyla, Osmanlı Devletinin, borç alarak Rusyaya harp ilanı) Rus düşünce hayatında Batı ile olan aralarındaki farkı ilk defa hesaplaşmaya itmesi, Rusların Batılı, Rusyanın Batı olmadığı gibi, Batının da Rusları kendilerinden görmediği kanaati noktasına getirmiş, ancak Batı kültürünün pek çok numunelerini özümsemiş Rus toplumu için Rus ana karasının yarısı doğuda, yarısı batıda yer alan bu büyük beşeri coğrafyayı yeniden tanımlama noktasında bir “dünya görüşü” olarak daha sofistik bir anlama büründürür. İçlerinde Çar imparatorluk mektebinin en seçkin öğrencilerinden olan başta filolog prens N. S. Trubetskoy (1890-1938) başta olmak üzere, R.O.Yakobson, dilbilimci P. N. Savitskiy (1895-1965), coğrafyacı ve ekonomist P. P. Suvuçinskiy (1892-1985), müzik ve edebiyat münekkidi G.V. Florovskiy, tarihçi G. V. Vernadskiy (1877-1973), tarihçi ve jeopolitikçi; N. N. Alekseyev, hukukçu ve politolog V. N. İlyin v.d. isimler Doğu-Batı düalizminin tahlil ve tenkidinden yola çıkarak, kendine has “biricik” olan Rusya için “Avrasyacılık” adıyla jeopolitik bir tez geliştirme çabasına girişirler.

Ne var ki 1917 Sovyet devriminden kısa bir süre önce iç karışıklıkların başlamasıyla Çarlık başkentini terk etmek zorunda kalan gençler, önce Sofya’ya gelip, üzerinde düşündükleri fikri olgunlaştırmak için “Tayga” adıyla bir gazete çıkarırlar. Gazete bir müddet sonra mali meseleler yüzünden kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında imdatlarına Enver Paşa yetişir. Ancak, ardı sıra gerek Bolşevik devriminin patlaması, gerekse I. Dünya savaşının ağır şartları sebebiyle grup önce Prag’a, ardından Paris’e yerleşerek “Avrasya” adıyla bir gazete/dergi yayınlamaya başlar. 1940’lı yıllarda Stalin’in gölgesi NKVD bunların peşine düşerek, gruptan bir kısmını Sovyetler Birliğine dönmeye ikna etmesi üzerine (Sovyetlere dönenler Stalin tarafından öldürülür) gruptan bazılarının Amerikaya göçmesi üzerine 1940’larda dağılır.

Klasik Avrasyacılar olarak bilinen bu öncüler için Avrasyanın sınırları fiziki coğrafyanın sınırları değil, kültür coğrafyasının işgal ettiği mekandır. Ve bu mekanın sınırları, ana hatlarıyla Orta Avrupadan, Çin sınırına kadar uzanan ortak bir tarih ve felsefi kavrayışı barındıran bozkırın göçebe dünyasıdır. Bu alan bir “fiziki yer” olduğu kadar, aynı zamanda siyasi ve beşerî coğrafya mekanıdır. Bu mekan aynı zamanda Rus devlet geleneğinin oluştuğu, Moğol ve Türk/Tatar kültür ve medeniyet mirasının Rus ruhunu şekillendirdiği bizim “Turan” dediğimiz coğrafi mekanla, aşağı yukarı örtüşen aynı mekandır. Zaten “hır” da buradan çıkıyor.    

Siyasi ve tabii buna bağlı ekonomik kıymette bir Avrasya’dan bahsedebilir miyiz ?

Bu soru felsefi bir çaba içeren klasik Avrasyacılıktan ziyade, özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasına müteakip ortaya çıkan, Atlantik (Batı) ittifakı karşısında pratiği olan, daha pragmatik, taktik ve strateji içeren neo-Avrasyacı hareket bağlamında cevaplanabilecek bir soru. Böylesi bir çaba ciddi bir politik, iktisadi, kültürel ve hukuki arka planı gerektirir ki, bunun çok ciddi bir hükümet, devlet politikasıyla, teknik planlamacıların işi olduğunu düşünüyorum.  

Avrasyacılık diye bir akım var mı ? Rusya’nın bu akımın öncüsü olduğu söyleniyor ! Türkiye için bu akım bir anlam ifade ediyor mu ?

Evet Avrasyacılık adıyla bir akım var, ancak akım olarak değil ama “anlam ve kavram” olarak bir değil, birkaç “Avrasyacılık”dan bahsetmek mümkün. Meselâ, Berlin’den-Urallara uzanan Alman, Paris’ten-Urallara uzanan Fransız, Berlin’den- Moskova-Tokyo’ya uzanan (Üç Sütun teorisi) Rus, Atlantik şemsiyesi altında ABD, yine aktüel haliyle Rusyanın başını çektiği (Beyaz Rusya-Rusya-Kazakistan-Kırgızistan-Tacikistan) Avrasya İşbirliği Örgütü, Rus Avrasyacılığı, bir de bizim pek de eni boyu belli olmayan soyut bir Türk Avrasyacılığı var: meselâ eski İşçi partisinin (yeni Vatan partisi), birtakım milliyetçi veya milliyeti eğilimler taşıyan grup/çukların, liberallerin, Rusya veya Orta Asya ile iş yapan tüccarların ve hemen hemen her siyasi partinin iktidara gelip, Atlantiğin öte yakasıyla araları bozuldukça telaffuz ettikleri bir Avrasyacılık gibi…

Bu akımın öncülüğü sözkonusu olduğunda Rusya açısından pek tabii olarak Rusyanın öncü rolünden bahsetmek mümkün, zira bir takım tutarsızlıklarına ve çelişkilerine rağmen, bu kavramın hiç olmazsa Rusya’da felsefi bir zemini, tarihsel bir geçmişi ve zemini var.

Türkiye için bunun çok da fazla bir anlamı olduğu kanaatinde değilim. Avrasyacılık bir ideoloji değil, bir “dünya görüşü” ve bir “mekan felsefesi” olmakla ardında zengin bir entelektüel birikime, literatüre ve terminolojiye sahip. Önce bu literatürün ne olduğundan haberdar olmak, çok ciddi bir coğrafya ve felsefe formasyonuna sahip olmak, sonra muadili olan jeopolitik tezlerden haberdar olmak gerekir. Bu konu, piyasa işi birkaç kifayetsiz üniversite hocasının kes yapıştır cinsinden makale-ki, bunların ekseriyeti de kavramın tarihçesiyle ilgilidir-ile öğrenilip, kavranacak bir şey değil.

Avrasya ve Turan ayrışmasını nasıl yapacağız ?

Hemen hemen yukarıda sözkonusu etmiş olduğumuz Avrasyacılıkla ilgili düştüğümüz şerhler Turancılık için de geçerli olduğunu belirtmeliyim. Şunu soralım isterseniz kendi kendimize Turancılık nedir? Bir ideoloji mi, bir fikir akımı mı, bir jeopolitik tez mi, yoksa bir ideal mi? İkinci soru: Bunlardan velevki birisi, ikisi veya hepsi için bugüne kadar yapılmış herhangi bir uzmanlık çalışması var mı? Tam da bu noktada, tanımı, tarifi, içeriği olmamış olan bir Turan’ı, Avrasya’dan nasıl ayrıştırabileceğiz? Olan bir şey, kıyas yoluyla bir anlam ve boyut kazanır, olmayan bir şeyi neyle kıyaslayıp, tasnif yahut terkibe nasıl tabii tutabiliriz ki?

Diğer yandan, bu ayrışmayı Rus Avrasyacıların kendi bağlamında anlamlandırmak mümkün. Onlar da zaten böyle bir ayrıştırmayı öngermeyip, Turan’ı bilakis Avrasya/cılık formu içinde müteala ediyorlar. Kont Turbetski’de, Gumilev üstadımız da, Dugin yoladaşımız da bu hususta aynı kanaatteler.  

Turan kavramı nereden/neden kaynak almıştır ? Turan ne demektir; bir coğrafya mı, bir medeniyet havzası mı, tarihi bir süreç mi, bir işbirliği ağı mı, bir ortak millet hayali mi ?

Soru, eğer kavramın akademik kökeniyle ilgiliyse, kavramın tarihi Ahdi Atik’ten, Zerdüşt rahiplerin kutsal metinlerine (Avesta) uzanır. Sosyolojik olarak kavrama ilk anlam yüklenmesi eski Ahid’de kendinden olmayan bütün yabancı kavimler için, Avesta’da ise, yerleşik olmayıp, hayatını göçebe olarak sürdüren çoban kavimleri için kullanır. Ancak, kavramın bugünkü anlam kazanmasında geçirmiş olduğu aşama Avesta’dan mülhem olmak üzere; göçebe/çobanların yaşadığı yerin Aryenlerin doğusunda, yani Orta Asya tarafında kalmaları sebebiyle zamanla “yabancı, göçebe, çoban” kavramı coğrafi bir tanımlamaya evrilerek, Turan adını alır. Kaldı ki, İranlıların bu adlandırmasında etnik bir vurgu sözkonusu olmadığı gibi, üstelik bu göçebeler arasında yerleşik hayata geçmeyen İrani gruplar da Turanlı olarak adlandırılır. Keza, eski Yunanlılar, kendileri gibi olmayan, yabancı olan bütün kavimlere “barbar” anlamında “İskit” adı verirler.

Kavramın “Tarihi coğrafya” literatütünde yer alması 18.yy’da başlayan “tabiat tarihi, biyo-coğrafya” çalışmalarını takiben botanik ve zoolojiyle birlikte insan ve hayvan ırkları üzerine yapılan çalışmalar sonucu, yeryüzünün “beşeri bölgeler” olarak tasnifi sonucu, bugün Kuzey Karadeniz’den, doğuya doğru Urallar’dan başlayıp, güneyde kıta Çin’ini merkezi Asya’dan ayıran Tanrı dağlarıyla, daha doğuda Japon denizine, kuzeyda kutup altı 60. parelel dairesine kadar olan “yer/mekan” coğrafi adlandırmayla “Turan”, burada hayat süren bozkırın göçebe halklarına “Turanlı/Turanî” olarak adlandırılır.

Kavramın bir “medeniyet havzası”ndan hareketle, siyasi ve bir kimlik kazanması 19.yy başlarındaki büyük buhranın arefesinde (I. Dünya harbi) Budapeşte merkezli Macar ilim adamlarını bekleyecektir. Habsburg cermenizmi altına ezilmiş Macar kimliğiyle, yüzyıllardır Batı kapılarının muhafızlığını yapan Macarları ezeli Hun/Atilla kompleksi düalizmi, Macarların kök arayışlarında Uralların ötesine gönderdiğinde Macarlar ilk defa kendileriyle, Aryenler (Avrupa) arasındaki farkı fark ederek, Turan/lı kavramını kullanmaya başlarlar. Zira, coğrafya çalışmalarında zamanın şartlarına göre hayli ileride olan Alman kartografyasında Urallardan, Çin’e kadar uzanan büyük bozkır alanını içine alan haritada “Turan” isimlendirmesi 1883 baskı tarihini taşır.

İçlerinde Nemet gibi ünlü tarihçi, Teleki gibi ünlü coğrafyacılarla, bir grup filolog, arkeolog, halk bilimci, etnolog v.b.yeraldığı entelektüel bir grup tarafından “Turan” kavramı, fiziki isimlendirmeden çıkarılıp, bir “dünya görüşü” (jeopolitik) olarak, tam da İttihat Terakki’nin iktidar dönemde Macar ilim adamlarının çabalarıyla Osmanlı/Türk aydınlarıyla ilişki kurularak, tez Turancılık adıyla derinleştirilmeye çalışılır. Ne var ki, I. Dünya harbinin çıkmasıyla bu çalışmalar akamete uğradığı gibi, Türkiye aydınları açısından kavram (Turan) asli bağlam dünyasından kopartılarak, etnik kimliğe vurgu yapılarak, bir ideolojiye dönüşür ve öyle kalır. Burada ilginç olan bir başka husus daha vardır, o da; Rusya’da Rus aydınları tarafından geliştirilmeye çalışılan Avrasyacılık çalışmalarıyla, Turancılık çalışmalarının hemen hemen eşzamanlı olmasıdır.

Eğer kavramı Budapeşte mahreçli haliyle ele alacak olursak (ben bu kanaatteyim) Turan, kendine özgü bir evren tasavvuru, bir tabiat algısı, eşyayı kavrama biçimi, bozkır/göçebe hayat tarzıyla eşsiz (biricik) medeniyet dünyasıdır. Bu dünyanın evreni ve tabiatı kavrayıp, algılama biçimi ona, kendine özgü bir “dünya görüşü” kazandırmıştır.

Bu bağlamda “dünya görüşü”den kopmuş ve şu anda en alt seviyede bile tanımı yapılamayan basit, sığ ve sıkıcı bir çember içinde sloganlarla dönen Turan kavramı üzerinden ne akademik, ne sosyal ve ne de politik bir okuma yapmanın imkanı olmasa gerek. Zira, üzerinde mutabık kalacağımız bir Turan kavramından bile mahrumuz. Turan kimine göre Türk Dünyası, kimine göre Türk Birliği, kimine göre iktisadi bir işbirliği örgütü! Hangisi Turan? Sınırları nedir, bu hususta taslak da olsa sivil yahut resmi bazda herhangi bir çalışma yapılmış mıdır?    

Turancılık siyasi bir hareket mi, kültürel bir hareket mi, bir maksada yönelik ajitasyon mu, yoksa mümkün bir ideal mi ?

Yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi, kavramın orjininden hareket ettiğimiz takdirde, memleketimizde bu kavram üzerinden ne siyasi, ne kültürel, ne ideal, ne de bir fikir hareketi olarak bahsetmemiz mümkün olmadığı gibi, bununla ilgili ben hiçbir çalışmaya rastlamadım. İlginçtir ama, Turan/cılığın jeopolitik bir tez olduğundan ilk defa erken dönem İttihat Terakki ve Enver Paşa üzerinden bahseden Zare Vand Nalbantyan isimli bir Ermeni. Çarlı Rusyasının Osmanlı Devleti nezdinde son sefirlerinden Malzeynştam bu kitabın Rus mekteplerinde ders kitabı okutulması gereğinden bahseder. Ben de keşke bizim hariciyecilerimiz okusalar diye düşünmüştüm. Hiçbir kütüphanede bulamadığımız bu eseri (Ermeni Cephesinden Pan Turanizm) İranlılar yayımlamışlar. Farsçadan tercüme edip yayımladık ama maalesef kimse dönüp bakmadı bile.

Memleketimizde bu anlamda malum ilk akla gelen kişi merhum Ziya Gökalp, fakat onu bilenlerin de hatırladıkları tek şey bir kıtada adı telaffuz edilen; “Vatan ne Türkiyedir, ne Türkistan/ Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan” beyti.

Turancılık diye bir fikir hareketi varsa Turancılık  ile ilgili geçmişten bugüne tarihi seyri ile ilgili bilgi alabilir miyiz ?

Turancılık, jeopolitik tez hüvviyetiyle yukarıda değindiğimiz üzre I. Dünya harbinin çıkmasıyla inkıtaya uğrar. Türkiye’de ise I. Dünya harbinin ağır şartları altında bu tez kırılarak, Batı emperyalizminin saldırıları karşısında milli müdafa refleksiyle “milliyetçiliğe” dönüşür ve hala bu dönüşüm üzerinden işlem görmekte. Dolayısıyla, konuşmamızın bidayetinde ifade ettiğimiz gibi, kendi içinde çelişkilere rağmen tutarlı bir takım evrensel söylemler içeren Avrasyacılıkla mukayese edebilmemiz için Turancılığın da evrensel bir retoriği olmalı. Oysa, Meşrutiyetten itibaren günümüze süregelen zaman içinde Turancılık bir batı ideojisi olan milliyetçilik anaforu içinde müteala edilegeldi. Böylesi ideoloji içinden evrensel bakış biçimi çıkaramazsınız. Bu durumda Turancılıkla ilgili bir felsefi temelden, hedeften, küreselleşme karşısında konumundan, imkanlardan nasıl bahsedebiliriz ki?

Kanaatim o ki, Turan adına, Türklük adına veya Türk Dünyası adına bugüne kadar yapılan çalışmalar vasfı ne olursa olsun hayra alamet çalışmalar olmakla beraber, bu çalışmalardan yukarıda işaret etmiş olduğunuz anlamda Turan/cılık adına bir şey çıkmaz. Ancak iyi tarafı şu ki, bu hazır malzeme/ler üzerinden felsefî ve yeni bir tenkitli okuma geliştirebildiğimiz takdirde bir “dünya görüşü”ne sahip olarak, dünya ölçeğinde meseleleri tahlil edip, tefsir edebiliriz diye düşünüyorum.             

Dr (PhD) Erol Cihangir hakkında Sayın Vehbi Örs’ün Milli İrade Gazetesi’nde yayınlanan yazısı:

Lise yıllarından arkadaşım. Doğma Büyüme Eskişehir’li. Sultan Ahmet’e varmadan solda bir işhanında çalışma ofisi var. İstanbul’a yolum düştükçe uğrayıp çayını içerim. Ne zaman gitsem değişik üniversitelerden hocalarla karşılaşırım. Pek çok basılı eseri ve yüzlerce makalesi vardır. Turan Araştırmaları Derneği’nin kurucu üyesidir. Turan isimli bir dergi de çıkarmaktadır. Son olarak onu Cuma akşamı Bengü Türk televizyon kanalında yazar ve sanatçı Ahmet Şafak ile birlikte Bağcılar Kültür Merkezin’de Turancılığın Tarihsel Gelişimi başlıklı bir konferans verirken izledim.

Erol Cihangir’in özgeçmişine bakacak olursak; 1958 yılında Eskişehir’in Mihalıççık kazasında doğdu. İlkokul ve ortaokulu Mihalıççık’ta okuyan Erol Cihangir liseyi Adana’da okudu. Lise yıllarında Hergün ve Ortadoğu gazetelerinde muhabir olarak gazeteciliğe başladı.1985 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne giren Erol Cihangir, aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde yüksek lisans tezi olarak Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali adlı çalışmayı hazırladı.

Erol Cihangir,1987-1990 yılları arasında Türkistan dergisinin yazı işleri mürülüğünü yaptı. 1991-1992 yıllarında Tataristan’ın başkenti Kazan’da bulunan Kazan Devlet Ünivesitesi’nde öğretim görevlisi olarak bulundu. Bu dönemde Rusya, Azerbaycan, Başkırdistan, Dağıstan, Sibirya ve Makedonya’da incelemelerde bulundu.

Erol Cihangir, Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Sivas Demir Çelik İşletmelerinde çalıştı. Bu sırada 5 yıl süreyle Türk Diplomatik dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Moskova İlimler Akademisi’nde başladığı doktora çalışmasını yarım bırakan Erol Cihangir, halen Belçika’da Hür Brüksel Üniversitesi Siyaset Bilimi kürsüsünde yeniden akademik çalışmalarına devam ediyor.

Turan Kültür Vakfı Yayınları’nın editörlüğünü de yürüten Cihangir, gazete ve dergilerde neşredilmiş makale, inceleme ve mülakatlarının dışında, grafikerlik, editörlük, redaktörlük görevleri de yaptı.

Başlıca eserleri şunlardır: Atilla Jorma Armağanı Emir Şekib Aslan ve Şehid-i Muhterem Enver Paşa Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945 Sultan Galiyev Davası Bir Türk’ün 2. Dünya Harbi Hatıraları & Kızılordu’dan Kafkas Milli Lejyonuna Dr. Baymirza Hayit Armağanı Mustafa Çokay’ın Hatıraları Papa Eftim’in Muhtıraları ve Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi Rauf Denktaş’a Armağan Yeni Çağ Türkistan Tarihi Kaynakları ve Dr. Baymirza Hayit Türkistan’da İstiklal Hareketleri ve Enver Paşa

 

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen