Şehir Bilinci[i]
Prof.Dr. Şafak URAL[ii]
“Şehir bilinci nedir?” sorusunu “şehir nedir?” sorusuyla bağıntılı olarak ele almaya çalışacağım.
“Şehir nedir?” sorusunu öncelikle şehrin bazı maddi veya fiziksel özelliklerine bakarak cevaplayabiliriz. Bir şehrin fiziksel özellikleri olarak da o şehrin ulaşım olanakları, ortak yaşama yerleri, mimari özellikleri, kültür ve spor açısından sunduğu olanaklar dikkate alınabilir. “Şehir nedir?” sorusunun fiziksel ve ölçülebilir bir diğer boyutu, onun sosyolojik özellikleriyle de ilgi içerisindedir. Nitekim o şehrin bireylerinin eğitim seviyesi, bir liman şehri ya da bir fabrika şehri olması ya da turizme yönelik alanları, tarihi yerleri bir yönüyle o şehrin sosyolojik özelliklerini belirler. Bu özellikler aynı zamanda “şehir nedir?” sorusuna verilebilecek cevapları da oluşturacaktır.
Şehrin üzerine kurulduğu coğrafi mekân da yine o şehrin fiziksel özelliklerini belirleyen temel bir etken olarak karşımıza çıkar. Bir şehri karakterize eden diğer özellikler arasında teknolojik olanaklar, spor ve kültürel olanaklar da son derece önemli bir yere sahiptir. Bir şehri karakterize eden diğer özellikler arasına hiç kuşkusuz o şehrin tarihi geçmişini ve şu anda sahip olduğu iletişim ve ulaşım olanaklarını da altını çizerek koymak gerekir.
“Şehir nedir” sorusuna felsefi bir cevap vermek istersek şehrin medeniyetle olan ilişkisini dikkate almamız gerekir. Şehrin, medeniyetin doğduğu yer olarak görülmesi, söz konusu sorunun cevaplandırılmasında hiç şüphesiz dikkate alınması gerekir. Yani kısaca şehir, sahip olduğu maddi olanaklar sayesinde, kültürün ve medeniyetin oluşmasına zemin hazırlar. Ve hiç kuşkusuz kültür, bir şehri koruyup kollayan, gelişimini doğrudan belirleyen bir özelliği ifade eder.
Şehir, sahip olduğu maddi zenginlik, sosyal organizasyonlar sayesinde bireysel becerilerin ortaya çıkmasına imkân verir. Bireysel beceriler kolayca tahmin edilebileceği gibi bilim dışında sanat ve spor alanlarında da temel ve kurucu unsurlardır. Bireysel beceriler, ancak uygun koşulların sağlanmasıyla gelişebilir ve ortaya çıkabilir. Bu koşullar maddi ve sosyal yapı dışında iletişim ve ulaşımla da yakın ilgi içindedir. Bu çerçevede hukuki yapıyı ayrıca dikkate almak gerekir. Hukuk, bireylerin haklarını güvence altına alabilmenin temel koşuludur. Bireylerin haklarının yasalarla korunmadığı yerde, birey haklarının yasalarla güvence altına alınamadığı bir toplumda, bireysel becerilerin ortaya çıkması beklenemez. Bireysel becerilerin güvencesi sadece ve ancak yasalardır.
Görüldüğü gibi “şehir nedir?” sorusunu bu vurguladığım çerçevede geniş bir açıdan cevaplandırabiliriz. Bu özellikler aynı zamanda bir şehrin bilincinin oluşmasına olanak veren temel unsurlardır. Çünkü, aşağıda da ayrıca işaret edeceğim gibi, şehir bilincinin maddi dayanakları bu gibi unsurlardır; fakat ne var ki bilinç’in, fiziksel bir özellik olmadığı da ortadır.
Her şehir kendi bilincine sahiptir. Şehrin bilinci bireylerin bilincini belirler; ama şehir bilinci bireylerin bilincinden bağımsız değildir.
Birey bilinci tamamen bireyin kendisiyle ilgilidir; yani kişiseldir. Fakat şehir bilincini bireye aktarır; yani onun bilincini biçimlendirir. Dolayısıyla bilinç, bireysel olmasına ve yalnızca birey ile varlık kazanmasına karşılık, şehir ile özel bir ilişki içinde bulunur.
Bilinç denildiğinde insanın nörolojik, fizyolojik psikolojik ve biyolojik özelliklerini elbette özelllikle dikkate almak gerekir. İnsan bilinci ayrıca toplumsal ekonomik koşullara ve fiziki çevreye de bağlıdır. Bütün bu gibi (dış) etkenlerin arasına şehir, bireyin bilincinin oluşmasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Doğduğumuz yer anılarımızın, kişiliğimizin, alışkanlıklarımızın, karakterimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Hatıralarımız, tutkularımız sevinçlerimiz üzüntülerimiz mutluluklarımız, öfkelerimiz, yani çeşitli duygularımız hep bir yere aittir, bir yerde gerçekleşirler. Mekan, duyguların taşıyıcısıdır: çünkü her türlü duyguyu bir yerde yaşarız. Doğduğumuz yer, çocukluğumuzun geçtiği yer duygularımız içinde ayrıcalıklı birer yere sahiptirler. İşte bu yüzden şehir, ama özellikle doğduğumuz veya bizde belirli bir hatırası olan şehir, bilincimizin ve kişiliğimizi biçimleyen, oluşturan bir mekândır.
Doğduğumuz şehri terk etmiş olabiliriz. Çok farklı yerlerde yaşamış ve hayatımızı bir gezgin gibi farklı yerlerde geçirmiş de olabiliriz. Ne var ki doğduğumuz yer bizi asla terketmez; o hep peşimizden gelir.
Doğduğumuz yer elbette bir şehir olmayabilir, fakat sonuç değişmeyecektir. Çünkü böyle bir durumda, bir şehir olarak değil, bir köy veya kasaba olarak, ama sonuçta bir mekan olarak doğduğumuz yer bizi etkileyecektir.
Mekân bizi özgürleştirir. Çünkü mekân, sahip olduğu özelliklere bağlı olarak, duygularımızı en geniş, en yoğun bir şekilde yaşama olanağı sunar, sunabilir. Gidebilmek, görebilmek, yaşayabilmek hep bir mekân sayesinde mümkündür. Anılarımız, bir mekânın sahip olduğu olanaklara bağlı olarak çeşitlenir ve farklı boyutlar kazanabilir. Yani mekân, sahip olduğu olanaklara bağlı olarak, anılarımızı daha fazla kuşatabilir. Onların daha yoğun, daha geniş kuşatılmasına ve dolayısıyla çok daha çeşitli olarak yaşanabilmesine olanak verir.
Şehrin bu açıdan sunduğu veya sunabileceği olanaklar, yukarıda “şehir nedir” sorusu vesilesiyle işaret etmiş olduğum sosyal, kültürel, ekonomik olanakların ve fiziksel açıdan sahip olduğu çeşitli özelliklerin ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
Şehir organize olabildiği ölçüde sahip olduğu olanakların kullanılmasına izin verir. Organize bir şehir daima daha geniş bir bilince sahip olacaktır; ve ancak bu sayede bireylerin bilincini daha geniş bir çerçevede etkileyip biçimlendirebilecektir.
Şehri diğer yerleşim birimlerinden ayıran özellik, duygularımızın daha büyük ve geniş ölçekte yaşamamıza olanak vermesidir. Bu durum bir üstünlük anlamına gelmeyebilir; ama üzerinde durulması gereken bir farktır. Bireylerin bilinci üzerine etki yapan bir özelliktir. Bir şehir, sahip olduğu olanaklarla orantılı olarak bireylere daha geniş bir özgürlük kazandırabilir. Mekân, bireyi özgürleştirir. Bireyin sadece duygularının değil yeteneklerinin de gelişmesine ve ortaya çıkmasına daha geniş ölçüde katkı sağlayabilir.
Şehir bilincinin bireyin bilinciyle olan iletişimi de bu noktada kurgulayabiliriz. Her şehir kendine öz bir bilince sahiptir ve bu da ancak bireylerin bilincinde gözlenebilir. Her birey şehrin bilincini kendine göre biçimler.
Sokaktaki bir ağaç elbette benden bağımsızdır; ama çocukluğu o sokakta geçmiş insanların bilincinden bağımsız değildir. O ağaç her bireyin bilincinde o bireye göre bir varlık kazanır. Bir nesneye ilişkin hatıralarımız ve duygularımız ne kadar çok ise o nesnenin bilincimdeki yeri de o oranda büyüktür. Dolayısıyla da her şehir sahip olduğu olanaklar çerçevesinde bireylerin bilincinde varlık kazanacaktır. Daha doğrusu her birey o şehre kendi bilincinde farklı boyutta ve derinlikte varlık kazandıracaktır.
Kolayca görülebileceği gibi, bir şehrin bireylerin bilincini biçimlemesi o şehrin sunduğu olanaklardan bağımsız olamaz. İşte bu da hiç kuşkusuz, bir şehrin bilincinin benim bilincimi oluşturması ve biçimlemesidir.
Şehir bilinci, ancak ve sadece insan bilincinde ortaya çıkabilir. Her şehir kendine özgü bir bilince sahiptir ve bu ancak bireyin bilincinde görülebilir. Şehrin bilinci, insan bilincinde varlık kazanabilir. Her birey, şehrin bilincini kendi bilincine çevirir, kendisi açısından yorumlar, kendine göre anlamlandırır. Şehrin bilincini somut bir dil ile ifade edemeyiz. Şehrin mimari yapısını, şehrin sosyolojik özelliklerini, kültürel, tarihi özelliklerini somut bir dil ile anlatabiliriz. Fakat şehrin bilincini somut bir dil ile anlatamayız. Çünkü şehrin bilinci, her bireyin bilincinde, o bireye özgü bir şekilde, farklı bir şekilde gerçekleşir. Benim bir sokağın başındaki ağaç ile olan ilgim, aynı sokakta, aynı şehirde, aynı şekilde yaşamış insanların bilincinden farklıdır. Aynı sokakta doğduğumuz arkadaşlarımızı düşünelim. Uzun süredir yaşadığımız bir bölgedeki arkadaşlarımızı düşünelim. O sokağı karakterize eden bir ev, benim için diğer arkadaşıma göre farklı bir anlam taşır. Çünkü benim orada korktuğum bir olay, sevdiğim bir olay, nefret ettiğim bir olay gerçekleşmiştir. İşte o hadise, benim bilincimde bu anlamda varlık kazanır. Şehrin bilinci, bu tek tek nesnelerin tamamıdır; ve şehir bana benim hatıralarım ölçüsünde bir değer katar. Yaşananlar farklıdır ama çevre aynıdır. Binalar, parklar, caddeler aynıdır ama orada yaşananlar, bireylerin orada yaşadıkları, anıları farklıdır.
Benim nesnelerle olan ilişkim benim bilincimin bir parçasıdır. Eğer bilinç benim hareketlerimi, karakterimi, davranışlarımı yönlendiren bir özelliğim ise, fiziki çevre hiç kuşkusuz bu yönlendirmede öncelikli bir konumda bulunacaktır. Çünkü aslında beni asıl yönlendiren, benim hatıralarımdır, benim anılarımdır. İşte bunlar belli bir coğrafi bölgeye aittirler; ve bu coğrafi bölge, bir mekandır, yani bir şehirdir.
Şehir bilinci dediğim zaman, işte bu anlamda benim bilincimi biçimleyen unsuru kastediyorum. Caddeler, sokaklar, evler, spor alanları insan olmadan bir anlam ifade etmezler. Ben onlardan yararlanırım. Şehir, sunduğu olanakları ölçüsünde zengindir. Bu olanaklar benim kişisel yaşantımın bir parçası oldukça, o nesnelerle ve nesnelerle ilgi içindeki hatıralarım ortaya çıktıkça bilincimin kurucu unsurları haline gelirler. Bir spor alanı, benim içerisinde spor yaptığım alan olmanın ötesinde bir müsabaka kazanmış isem artık o benim için farklı bir anlam ifade edecektir. O şehir, o duygumu yaşadığım yer olacaktır. Sevdiğim, nefret ettiğim, aşık olduğum veya korktuğum yer bir mekandır. O bir bölgedir, o bir şehirdir. İşte şehrin bilinci, bu anlamda benim bilincimi oluşturabilir.
Bir bakıma şehir, caddelerden, ağaçlardan, evlerden ibarettir; ama herkes o şehirde kendine özgü bir bilinç, yani kendi bilincini oluşturur. Şehrin bilinci, sunduğu olanaklarla ilişkilidir. Bir şehir ne kadar çok maddi olanaklara sahipse benim yaşantım da o oranda zenginleşecektir; benim yaşantımı, benim bilincimi o oranda genişletecektir. Bireyler bilinçlerini genişlettikçe, yaşantılarını zenginleştirdikçe medeniyetten pay alabilirler. Dolayısıyla şehir ile bireyin bilinci arasındaki ilişki, biraz evvel de işaret ettiğim gibi, şehrin sunduğu olanaklarla doğrudan ilişkilidir. Şehir bu çerçevede benim için varlık kazanacaktır.
Bütün bunlardan sonra şu soruyu tekrar sorabiliriz: “Şehir ne?” Şehir o kadar çok şeyi gizler ki ve şehir o kadar çok şeyi yalnızca bana fısıldar ki… Şehir benimle O’nun arasında kurulan gizli bir dildir. Şehrin bilincini yalnızca ben anlarım. Şehrin bilinci, yalnızca bana bir şey söyler. Şehrin bilinci bana ne kadar çok şey söylerse onun bilinci de o kadar çok gelişmiş olacaktır. Ve bu bilinç hiç şüphesiz o şehir’in kültürel ve tarihi yapısının eşsiz bir sentezidir.
Şehir bilincinden söz etmek çok spekülatif, çok havada kalan bir kavram olabilir. Ama benim bilincimde varlık kazanan ve benim bilincime varlık kazandıran bir başka nesneden, “şehir bilinci” dışında bir başka nesneden söz etme olanağımızın olabileceğini hiç sanmıyorum.
Bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatıralar, umutlar, umutsuzluklar, hayaller, mutluluklar, kırgınlıklar hep bana aittirler, yani bireyseldirler. Ben olarak ve benimle birlikte varlık kazanırlar. Beni var kılan değerlerdir, tamamen benimdirler ve benimle mevcutturlar. Ben varsam onlar da vardır. Onlara ben varlık kazandırırım. Onlar benimle varlık kazanırlar. Hem bana varlık kazandırırlar hem ben onlara varlık kazandırırım. İşte bu anıların toplamı, bu benim bilincimi oluşturan tek tek anıların toplamı, fizik varlığımın çok ötesinde ve çok dışında bir özelliği ifade eder. Ben, fiziksel özelliklerimle mevcut olabilirim; ama asıl anlarım bana varlık kazandırırlar. Benim kişiliğim, benim bilincimin bir parçasıdır. Şehir bu bilinci oluşturan en önemli etkendir. Ve eğer şehrin bir bilinci olmasaydı, benim bilincim de oluşamazdı. Şehrin bilinci, benim bilincimi kurgulayabildiği ölçüde değer taşır, önem taşır, derinlik taşır. Şehir, benim anılarımı belirlediği, bana sunduğu olanaklarla karakterize olabilir. Şehir, bireyi suça iter. Şehir, bireyi mutlu kılar. Şehir, sahip olduğu bilinç ile insanları biçimler. Organize olmuş, geniş olanaklara sahip, duygularımızı gerçekleştirmeye olanak veren şehirler, insanları mutlu eden şehirlerdir. Mutluluk kaynakları olurlar. Şehir, insanları mutluluğa itebileceği gibi suça da itebilir. Birtakım kültürel etkinlerin gerçekleştirilmesine veya şiddetin yaşanmasına izin vermek, yine şehrin özelliklerinden birisidir.
Bireye baskı, bireyler üzerine şehrin kuracağı baskı, şehrin bir başka yönünü teşkil eder. Bireyler, şehrin baskısı altında kaldıkça bunalırlar ve o bireylerin kişilikleri ile bilinçleri o oranda daralır, çöker ve aynı zamanda o toplumda, o şehirde yaşayan insanları mutsuz kılar. Bu yönüyle şehir, fiziksel olgudur ama bu olguya, benim bilincim bir anlam verir, değer katar. Tarihi binaları, tarihi eserleri olan bir şehir, bana bir şey söylüyorsa, benim bir anımı saklıyorsa, beni duygularımdan uyandırarak onları bir yöne yönlendirebiliyorsa o zaman şehir, yaşayan bir şehirdir. Bazı şehirler vardır ki iletişim kurabilirsiniz, bazı şehirler vardır ki kendisini dikte eder, baskı kurar ve sizi hareketsiz kılar. Bazı şehirler var ki insanı mutlu kılar, mutlu eder, elektriğini hissedersiniz. İşte bunlar, şehrin bilincini oluşturan özelliklerdir. Bir şehir size uzak olabilir, bir paylaşımı da olmayabilir, çünkü sizinle bir anısı yoktur. Gider görürsünüz fakat onu görmüş olmanın dışında bir duyguya sahip olamazsınız. Bazı şehirler sizi içine alır. İşte bu nokta şehrin bilinci ile sizin bilincinizin temas noktalarından birisidir. O şehrin bilincini dışardan birisi olarak paylaşabilirsiniz, onunla kendi yaşantınız arasında bir ilişki kurabilirsiniz.
Hangi duygumuzu bir mekândan bağımsız olarak yaşayabilir ve gerçekleştirebiliriz? Her yaşantı bir yere aittir. Yaşantı soyuttur, kişiseldir, benimle vardır ama hep somut bir şeye ve bir yere aittir.
Yaşantılar sadece geçmişi değil, geleceği de ilgilendirir. Hayatımızı aslında bir yönünü gelecekteki yaşantılar üzerine kurarız. Tatil planları, dinlenme ve eğlenme planları, hep bir duyguyu yaşama isteğidir; ve hep bir yerde gerçekleşirler. Duygularımızı, beni ben yapan duygularımı, bireyi birey kılan duyguları hep bir yerde gerçekleştirmek isteriz. İşte şehir, ne kadar çok duyguların gerçekleştirilmesine olanak tanırsa, onları özgürce ve baskı altına almadan gerçekleştirilmesine olanak tanırsa, o oranda geleceğe ait olabilir. Şehrin bilinci de o oranda geleceği biçimleyebilir.
Büyük şehirler, her türlü duyguyu en karmaşık şekliyle, en karışık şekliyle, olumlu ve olumsuz özelliklerini bir arada bulunduracak şekilde sunarlar. Sürprizlere açıktırlar, büyük şehirler. Her an umulmadık bir sürpriz, acı veya tatlı bir sürpriz sizi bekler. Bütün bunlar aynı zamanda duygularınızı bir şehirde gerçekleştirme olanağını bize sunan fırsatlardır.
Duyguların derinliğini ve sadeliğini, renkliliğini veya basitliğini, şiddeti, acımayı, merhameti veya şiddeti hep bir yerde bir şey vesilesiyle yaşarız. Bu olanakları, bize ancak şehir sunabilir. Tüm çeşitliliğin kendisini ifade edebileceği, bütün karmaşanın birlikte bulunabildiği yer, yalnızca ve sadece şehirdir. Şehir ne kadar çok organize olmuş ve kültürel dokusu ne kadar yoğun ise, bana karakterinin farklı boyutlarını ve bilincinin derinliğini tanımama o kadar çok olanak verir. Şehir, gelişmişliği ölçüsünde, zenginliği, tarihi, sosyal, kültürel olanakları ölçüsünde şehir olabilir. Sonuçta bilincimi de o oranda oluşturup, derinleştirebilir.
Yukarıda da işaret edildiği gibi “şehir nedir?” sorusunu, onun somut birtakım özellikleri çerçevesinde cevaplandırmaya çalıştım. Bu soru bize bir şehir’i somut birtakım veriler ışığında ele almamıza olanak vermektedir. Evet gerçekten de şehir, binaların, yolların spor salonlarının, parkların ve meydanların toplamından, yani somut birtakım özellikler açısından tanımlanabilir. Bu tanıma o şehrin kültürel, tarihi, sosyal özellikleri de eklenebilir. Bu özellikler aynı zamanda o şehrin bilincini oluşturan temel unsurlar olarak da değerlendirilebilir. Fakat ne var ki asıl önemli olan nokta, bir şehrin bilincinin bireylerin biliciyle olan etkileşmesidir. Bu etkileşme ise basit, kendiliğinden oluşan ve daha da önemlisi tekyönlü bir özelliğe sahip değildir.
Her birey, o şehirdeki anılarıyla o şehrin bilincine bir şey katar ve o bilinçten pay alır. Fakat bu anılar her bireyde aynı derecede yoğun olmayabileceği gibi, olumlu özellikler de taşımayabilir. Şehir, bireylerde şiddet duygusu da oluşturabilir ve bir şehir her bireye aynı “yakınlık”da olmayabilir.
Bir şehrin bireylere (mümkün olduğunca) aynı yakınlıkta olabilmesinin temel koşulu, organize olmasıdır; bu da o şehri ulaşılabilir kılar. Her birey şehrin sahip olduğu olanaklara ulaşabilmelidir. Bunlar olmadığı takdirde bireyler şehri “ötekileştirir”. Birey o şehri kendi dışına atar, kendini şehire ve şehiri kendine yabancılaştırır. Bu koşullar altında birey, o şehirin bilincine olumlu bir katkı yapamayacaktır; çünkü bu konuda kendi bilinci yeteri bir düzeye ve derinliğe ulaşamamıştır. Şehir bilinci ise tam da burada karşımıza çıkar; bir anlam ve varlık kazanır.
Şehir, insanı kendisiyle yüzleştirir.
Şehir, insanı kendi kendisine ulaştırır.
Şehir, insanı, kendisine ulaşılabilir kılar veya kendisinden uzaklaştırır.
———————————————-
Kaynak: “Şehir Bilinci”, II. Uluslararası Felsefe Kongresi 11-13 Ekim 2012: Şehir ve Felsefe Bildiri Kitabı, Ed: Gürkan Kaya, A. Kadir Çüçen, Bursa Kültür A.Ş., Bursa, Şubat 2013, s. 16-20.
[i] https://www.safakural.com/makaleler/sehir-bilinci
[ii] İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Mantık Anabilim Dalı.