Seküler Ritüeller ve Dinî Merasimler
Röportaj: Nazife ŞİŞMAN
Evet, kandil kutlamanın bile bid’at olduğu üzerinde duruldu. Her gün Allah’ın günü diyerek “mübarek günler ve geceler” yoktur anlayışının yerleşmesi için epey mücadele edildi. Ne oldu? Biraz önce söyledik, insan zihni boşluktan hoşlanmaz; mübarek günlerin ve gecelerin yerini “özel günler” aldı. Çünkü insan bir fevkalâdelik ister. Her günü birbirinden farklı olarak algılamak ister. Tabii ki bütün günlerin ve gecelerin sahibi Allah. Ama Allah kâinatı tek düze yaratmamış. Tek mevsimin yaşandığı coğrafyalar ile dört mevsimin, üstelik dört mevsimin aynı günde yaşandığı coğrafyalar mukayese edilebilir mi?
Sayın Fatma Barbarosoğlu ile Nazife Şişman görüştü.
Nazife Şişman: Toplum hayatında ritüel ya da bize ait tabirle merasimin nasıl bir işlevi var? Ölüm, doğum, düğün hemen her toplumda ritüelleşen olaylar. Bu ve benzeri olayları neden merasimleştiriyor insanlar? Merasim neden önemli? Ya da önemli mi?
Fatma Barbarosoğlu: Merasimi çok çeşitli açılarda değerlendirmek mümkün. Merasimler hayatın önemli anlarının seyirciler önünde sahnelendiği ve bütün katılanların iştirak ettikleri bir oyundur esasında. Bu oyunun ortak teması birlikte hissetmeyi öğrenmek ve öğretmektir. Kendini bir başkasının yerine koyarak katılırsın oyuna. Doğum merasimine sanki sen çocuk sahibi olmuşcasına bir coşku ile katılır, onun en mutlu anını paylaşmaya talip olursun. Ölüm törenlerinde sanki senin en yakının ölmüşcesine, dünya yıkılıp da altında kalmış gibi olan cenaze sahiplerine direnç vermeye çalışırsın. İyi düşünen, iyilik yapmaya çalışan, iyiliği “halka hizmet Hakk’a hizmettir” düsturu içinde yapmaya çalışanların yaydığı bir iklim vardır. Bu iklim, insanın yeryüzünde kendini hem yalnız hem da kalabalık hissetmesine ortam sağlayan bir iklimdir. Merasimler bize hep bunu hatırlatır. Anamızdan yalnız doğarız. Mezarımıza yalnız gireriz. Ama başlangıcı ve bitişi mutlak yalnızlık olan bu ara kesitte, yani yaşadığımız hayat boyunca yalnızlığımızı -bu yalnızlık bizim yaşadığımız hayattan duyduğumuz mesuliyettir aynı zamanda– unutmadan, yalnızlıktan kurtulmaya çalışmadan, kalabalığa karışma talimi yaparız. Bu talimlerin en öğretici olduğu yerler merasimlerdir. Hayat bir oyundur, merasimler oyunun içindeki oyundur. Hissetmenin öğrenildiği geleneksel merasimlerin ortaya çıktığı dönemlerde merasimlerin çok önemli ve işlevsel olduğuna inanıyorum. Merasimin ruhu yok olduğunda her şey gösterişe ve dolayısıyla ağır bir yüke dönüşüyor.
N.Ş: Modern toplum geleneksel olana karşı konumlandırır kendini. Bu mânâda geleneksel merasimlere de yer yok modern toplumda. Fakat bu, başka merasimler ya da ritüellerin olmadığı anlamına gelir mi?
F.B: Geleneksel merasimlerin paylaşmaya yönelik esprisine modern toplumda yer yok. Çünkü hayat paylaşma esasına değil de “Benimki benim, seninki de benim”e dönüşen, karşısındakinin sahip olduğu her şeyi talan etmeye yönelik. Modern toplumun bireyleri hissedemiyor. Kâinatın bir parçası olarak canlı ve cansız her şeyle kurulmuş diyalog modern toplumda gerçekleşemiyor. Beş yüz yıl önce hayvanları koruma, çevreyi koruma derneği gibi bir şey söz konusu olamazdı. Çünkü insan için hayvan Allah’ın insana emaneti. Bugün bana “Hayvanlara eziyet edenlerin akıbeti ile ilgili hadis, ayet söyleyin!” deseniz sokaktan geçenlere, söyleyebilecek insan ya çıkmaz ya da bir iki tane çıkar. Dinin, insan ile kâinat arasında kurmuş olduğu birbirinin içinden geçen düzen, modern toplumda din kamusal alan dışına itildiği için parçalandı. Bu bağlamda geleneksel dünyaya ait merasimlerin aynen devam etmesi mümkün değil. Çünkü o merasimler başka bir zamana ve başka bir dünyaya ait. Zamanın damakta tutularak hissedildiği geleneksel dünyanın merasimlerinin, zamanın adeta damardan zerk edilecek kadar hızlı yaşandığı dünyada devam etmesi mümkün değil. Ama bir kural vardır: Zihin boşluktan hoşlanmaz. Devam etmeyenin yerini hemen yenisi alır. Modern toplum da kendi felsefesi doğrusunda modern ritüeller geliştiriyor. Ama geleneksel dünyanın hizmet etme, paylaşma esasına dayanan merasimlerinin yerini modern dünyada tüketmeye ve gösterişe dayanan merasimleri almıştır.
N.Ş: Tüketim toplumunun ritüellerinin farklı bir yönü var mı? İşlev ve hedef açısından?
F.B: Tüketim toplumu olma sürecine Türkiye 80’lerden itibaren girmekle beraber, tüketim kalıplarının ritüel olarak hayatımıza girmeye başlaması Tanzimat’tan itibarendir. Meşrutiyet dönemi kadın dergilerinde adab-ı muaşeret öğretilmeye çalışılırken doğum günü kutlamalarının önemine işaret edilir. Bu biraz önce bahsettiğimiz başka bir zamana ait olmayı çok çarpıcı bir şekilde izah ediyor. Zamanı, tabiat olayları ile algılayan, kendine tarih olarak tabiatın dilini seçen, çocuğunun doğum gününe, koca karı soğukları, çayır orakları, Donanma-ı Hümayun’un seferden dönmesini tarih olarak düşen insanlar için doğum günü kutlamaları o kadar uzak ki… Ama Batılılaşma macerası içinde Batı’da olan her şeyi burada yeşertmek adına cehdediliyor, göle maya çalınıyor ve maya tutuyor. Ortaya çıkan yoğurt değil fakat. Ama göl eski göl olmadığı ve yeni nesil yoğurdun tadını bilmediği için tutan mayanın yoğurt olduğu zannı yaşanıyor. Merkez/elit doğum günü kutlamalarını Tanzimat’tan itibaren uyguluyor. Çevrenin/dindar muhitlerin doğum günü uygulamaları ise 90’lardan itibaren başladı. Bu süreci anlatmaya çalışmamın bir sebebi var: Tüketim toplumu ritüellerine bir başkası olmak için müracaat etti Türk toplumu. En farklı yönü burada düğümleniyor. Kendinden başkasına benzeyebilmek için hiçbir modern ritüeli “kazaya” bırakmayı göze alamıyor. Post-modern dünyada GİBİ olmak önemli olduğu için tüketim toplumu ritüelleri gibi olmayı sahneleyen oyunlar olarak devam ediyor. Sevgililer gününde en büyük hediyeyi alan kadın “en çok sevilen kadın GİBİ” oluyor, anneler gününde çocukları tarafından aranan anneler “en sevilen anne GİBİ”, yıl boyu evlatlıktan azat olan evlatlar bir gün için iyi evlat GİBİ olmayı tadıyorlar. Tadıyorlar, çünkü post-modern toplumun anahtar kelimesi tatmak.
N.Ş: Din ve merasim ilişkisine gelmek istiyorum. Dindar bir hayat sürmek isteyen insan için dinî merasimler, dini yaşama açısından nasıl bir önem taşıyor?
F.B: Dinî bir hayat yaşamak isteyenler için dinî merasimler doğrudan etkili değil belki. Ama bir iklimdir merasimler. Sizi bir kapıdan içeri girmeye zorlar. Merasim olmadan zorlukla atacağınız adım merasimin insanın içini şevk ile dolduran ikliminde koşuya dönüşür. Duygular belli bir ritim ile açığa çıkar merasimlerin estirdiği rüzgâr ile. Bu bakımdan dinî merasimler hayatın uyum içinde şekillenmesi için önemlidir.
N.Ş: Çocukların sosyalleşmeleri esnasında yaşadıkları merasimlerin onların hafızalarında önemli bir yer tuttuğu bilinen bir gerçek. Bu mânâda pek fazla dinî merasim tecrübe etmeyen çocuklarımızın muhayyileleri ve tasavvurları bundan nasıl etkilenecek sizce?
F.B: Sizin çocuğunuz kendi yaşıtlarının hatim cemiyetine davet edildi mi hiç? Ya da siz çocuğunuzun hatm-i şerifi şerefine bir çocuk cemiyeti düzenlediniz mi? Davet ettiğiniz zaman görmüşsünüzdür, bir doğum günü davetine duyulan heyecan asla olmuyor. Daha baştan anneler “Bilmem ki, benim çocuğum biraz sıkılır.” diye karşılıyor daveti. Siz “Aman çocuklar sıkılmasın!” diye günün anlam ve önemine uysun/uymasın bir takım şenlikler ayarlamakla yükümlü hissediyorsunuz kendinizi. Müslüman aileler için en önemli merasimlerden biri olan sünnet düğünlerini getirin gözünüzün önüne. Çocukların muhayyilesinden ne bekleyebiliriz ki! Dinî olan ile seküler olanı sıralamada sorunlar olacak. Öncelik seküler olana verilecek. Çünkü kitle kültürü içinde hepimizin protez dilini medya oluşturuyor ve düzenliyor. Adı sünnet olan bir merasimi bile sünnetin ruhuna taban tabana zıt bir anlayış ile kutlarken, tabii ki çocuklar her türlü merasimde medya bombardımanı eğlenceler arıyor. Çocuklar her an bir eğlence/kutlama kültürüne maruz kalıyor. Yılbaşı gelmeden bir ay önce geriye sayımla dizilerde yılbaşı hazırlıkları başlıyor. Yılbaşı geçiyor, TV kanalları yılbaşı eğlencelerini bir ay boyunca ısıtıp ısıtıp yeniden servis ediyor. Her an tele-vole dünyalarda çığırından çıkmış doğum günü partilerine muhatap kalıyorlar. Diyeceksiniz ki seyretmesin çocuklar. Seyretmesin. Ama o programların tanıtımı gün boyunca her programın içinde tekrarlandığı için çocuklar kare kare ezberliyor görüntüleri. Diğer taraftan her akşam haber bültenleri zaten magazin dünyasının emrine verilmiş durumda. Çocukların/büyüklerin zihni pespaye eğlence görüntüleri ile doldu. Uhrevi olanın mesajını bu çöplük içinde duymak mümkün mü? Bütün bunlar yetmezmiş gibi dindar çevreler seküler ritüellerle buluşmak için olağanüstü bir gayret içine girdi. Aşura Günü’nü kutlayan radyo kanalına rastlamadım ama Sevgililer Günü’nü İslamileştirmek için olağanüstü gayret sarf edildiğine tanık oldum. Bütün bunların neticesi dinin zevk ve estetik boyutunu hissetmek ile ilgili sorunlar çıkıyor ortaya. Çünkü dinî merasimler -ki buna ölü evinde yapılan merasim de dâhildir- neşenin ya da acının nasıl kanalize edileceğinin, o yoğun duyguların nasıl yola konulup akış kazandırılabileceğinin talimidir aynı zamanda. Bu talime çocukluğundan itibaren tanık olmamış yetişkinlerde; yakınlarından birinin ölümüyle karşılaşınca “Neden ben?” diye isyan eden ölümü kabullenemeyen tavırlar ortaya çıkıyor.
N.Ş: Dinî merasimler hayatımızdan uzaklaşıyor yavaş yavaş. Bunda kamusal alanın dinî tezahürlerden arındırılmasının yanı sıra, bizzat Müslümanlar eliyle gerçekleştirilen dinî hurafelerden arındırma girişiminin etkisi yok mu?
F.B: Evet, kandil kutlamanın bile bid’at olduğu üzerinde duruldu. Her gün Allah’ın günü diyerek “mübarek günler ve geceler” yoktur anlayışının yerleşmesi için epey mücadele edildi. Ne oldu? Biraz önce söyledik, insan zihni boşluktan hoşlanmaz; mübarek günlerin ve gecelerin yerini “özel günler” aldı. Çünkü insan bir fevkalâdelik ister. Her günü birbirinden farklı olarak algılamak ister. Tabii ki bütün günlerin ve gecelerin sahibi Allah. Ama Allah kâinatı tek düze yaratmamış. Tek mevsimin yaşandığı coğrafyalar ile dört mevsimin, üstelik dört mevsimin aynı günde yaşandığı coğrafyalar mukayese edilebilir mi? Makbulü 365 gün aşk ile ibadet edebilmektir. Fakat ramazan boyunca “belki bu gece Kadir’dir” heyecanını duyarak ibadet etmek ne muhteşemdir! Gelen her ayı mizacı, meşrebi farklı bir dost olarak karşılamak ne güzeldir! Mübarek gün anlayışı ile insanların zamanı bir teşrifat içinde geçirmeleri sağlanmıştır. “Gelen üç aylardır” diyerek bir teşrifat hazırlar mümin. Kurban ayı gelince Kâbe’ye gidenlere gıpta edilir. Kurban keserek, bir canlıdan Allah için vazgeçerek fakire fukaraya dağıtılır. Son yıllardaki kurban tartışmalarını hatırlayın. Kurban kesmenin ruhuna çok uzak oldukları için “makbuz karşılığı” bu uygulamaya son verilmesini ortaya getirdiler. Hayvanların kanlı görüntülerini hayvan hakları noktasından ele alanlar bu ülkede parası olanların her gün et yediğini hatırına getirmiyor. Çünkü önüne hamburger olarak getirilen etin bir zamanlar canlı olduğunu düşünmeden yemeye devam ediyor. Biz kurbanlarımızı merasimsiz kesiyoruz. Üstelik her evde kendi kurbanını kesecek bir erkeğe rastlamak çok zor. Hâlbuki makbul olan, kurbanı evden birinin kesmesidir. Düşünün, padişah kendi kurbanını kendisi kesiyor. Muhakkak siz de yetişmişsinizdir, Anadolu’da kesilecek kurban süslenir. Başına kına yakılıp boncuklarla süslenir. Üç öğün elinizden bir şey yedirirsiniz. Bütün bu yakınlaşmalara rağmen hayvanı kurban edersiniz. Neden bu kadar yakınlaşılır? Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban edecek kadar Allah’a bağlılığını bir parça tatmak için. Bakın kurban keserken merasim boyutunu atlayınca, hayvan hakları söylemine karşı duramayacak bir durum çıkıyor ortaya.
*Bu röportaj Ramazannâme kitabında yayınlanmıştır.
—————————————–
Kaynak:
http://fatmabarbarosoglu.com/sekuler-ritueller-ve-dini-merasimler/