Selâm Söyle!

Sait BAŞER

“Selâm”, irfan hayatımızda ruhlar arasında köprü kurmanın en yaygın aracı; “Selam Dîni” İslam’ın mensuplarına şiddetle tavsiye ettiği bir “eylem” biçimi.

“Selâmı yayınız!” diyorlar.
Cennet ehlinin birbirlerine hitabı da: “Selam”!
Muvahhidin alâmetiydi “Selâm”!

*
“Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû”…
Es Selâm, Esmâü’l- Hüsnâ’dan!

*
Son birkaç yüzyılın ezberci ve taklidi meşru addeden medresesindeki düalizme kayan ontoloji ve Hakk’ı varlık harici gören tasavvufî anlayışlar bu derece yaygın değilken, “Selâm”, selâmı verenle alanın buluşma ve barışması, birbirlerine en iyi dileklerinin ifâdesi, bu barışta bir “Tevhid inşâsı” bulmalarıydı.

Baskın tutumun nüfuz edemediği irfan ehli milletimiz nazarında, selam, asla bir “hîle-i şeriyye” konusu yapılamaz, yalancıktan söylenemezdi…
Diriltici bir “Hakk nefesi” idi selam.

Muhatabın bir cüziyet savrulmasına kapılmasını önleyen önemli ikazlardandı: “Rahmet, bereket, kudsiyet zarfındaki hayat ve birliğin devam ettirilmesi”ne dâvetti.
Selam barışmaydı!
Selam almak farzdı!
Farzdı!..

Yani selamı alan, selam vereni kendinden ayrı bir varlığa, öteki kılmaya izinli değildi…Çünki Selam’ı alan kimse: “Ve aleynâ aleyküm selam… Gönderen de getiren de selâmette olsun” diyecektir!

Selamet diyarı, aslında, selamın mânâ ve mâhiyetini bilenlerin yaşadıkları yerdi. Selam Tevhid’in canlılığının da teminatı olduğundan, o “hukuk”un hüküm süreceği yer “cennet” değerine yükseliyordu.

Asıl nimet, Cennet ortamı, “Selam’da durmak”tı.

*
“Selam söylemek”, yanınızda bulunmayan birisine:
“Beni kendinden ayrı/gayrı görmeyesin! Muhabbet ve tevhidimiz el’an cârîdir! Ben de senin gibi, Hakk’a tâbîyim. Hattâ bu selâmı sana getireni dahî ayrı/gayrı görme. O da bizimle haldaştır, yoldaştır! Var oluş kökünü Rahman’dan alanlar, bencil kahırlarına galip gelmek zorundadırlar.

Küsmek, kendi ruhumuzu Tevhid nimetinden mahrum kılmaktır. Selamsızlık, parçalanmadır. Selamsızlığı barış ve rahmetullah ile aşmak, bereket ve Kuddûs ile temas kurmak, Tevhid ahlakında müstekar olmak lazımdır…”

demekti.

Başka?

“Beni kendine yabancı addetme. Ben de aynı mihraba dönüğüm. Ben de senin değerlerindeyim. Eğer bir hatam kusurum varsa, sana düşen düzeltmek, affetmek olmalı. Sana selam vermekle, senin ruh dünyanın temellerine duyduğum âşinâlık ve o ulvî değerlere ortaklığımı tekrar hatırlatmış oluyorum. Selam verirken, aslında:
‘Beri gel barışalım
Yâd isek bilişelim!’
demek istiyorum…”
da vardı o Selâm’ın içinde…
… ve daha nice değer!.. Selâm bir “kapı”ydı çünki. O kapı, bir “Rahmet Kapısı”ydı…

“Önce selam, sonra kelam” denilmişti.
Kelam ise gene Hakk nâmına sarfı şart olan bir yüce imkan hazinesi… O da bir başka fasıl.

*
Şimdi!?
“Kuru bir selam” deyimini haklı çıkartmaya, Selâm’ı bir ideolojik zevzeklikle tüketmeye mecbur muyuz?
Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen