Telefonda konuşurken elime kalemi alıp not tuttuğum güzel insanlardan birisi de Şerif Ağabey. Her cümlesi bir kitap. Her ifadesi insanı alır bir yerlere götürür bırakır, sonra da oralardan gelmek için uğraş dur.
Sohbete şöyle başladı Şerif Ağabey;
“Karşıda kar taneler,
Yar oturmuş nar taneler,
Ölürse çoklar ölsün,
Ölmesin bir taneler.”
Şerif Aydemir 1950 yılında Elazığ, Kemaliye’de ( Ağın) doğmuş. Türküleri çok sever.
“Kalbime uzak gelen insanlar sarmaz beni” dedi. “Zevkimin uyuşmadığı insanlarla aynı türküyü bile söylemem” diye de ilave etti. Bazı insanlarla hiçbir şey paylaşılmazmış.
Bir toplantıya gitmişler. Sahneye türkü okuyan birisi çıkmış, bakmış “kalbine uzak gelen” bir vatandaş da aynı türküyü söylüyor, hemen bırakmış söylemeyi.
Türkülerden bahsedince birden Ağın’laşıyor Şerif Ağabey.
Mükerrem Kemertaş Huma Kuşu’nu okuduğunda tuz gibi silkelermiş insanı. Her türküyü de önüne gelen söylememeliymiş.
Türküler bizim serencamımızmış, her şeyimiz nefes nefes türkülerde yazılıymış.
Kemal Tahir, Amerikalı birisine “Hiç boşuna uğraşmayın, sizden romancı çıkmaz. Siz acı ızdırap mı gördünüz? Romanı bizim yazmamız lâzım, roman bizde ama biz de yazmıyoruz” demiş.
Türk Milleti bir Yemen Türküsüne Birinci Dünya Savaşını sığdırmış.
Türkülerimiz, efsanelerimiz, masallarımız tükenmezmiş bizim.
Bir arkadaşı Kırım Türkünün liderinden bahsederek “Mustafa Cemiloğlu’nu gördüm, yüzünde bütün Kırım’ın hikâyesi geziyordu” siye konuşmuş.
Bir şiirde şöyle demiştim;
Gönle yol verdiğim anlar,
Keser yolumu dumanlar,
Alnımı çizen zamanlar,
Hüzne durur aşk içinde.
Sadri Alışık trafik kazası yapmış, alnında bir açılma meydana gelmiş. Hastaneye gitmiş. Tedavi eden doktor “Üstat, bu ameliyeyi yapacağız. Hazır bunu yaparken yüzünüzdeki kırışıklıkları da düzeltelim” deyince hiddetlenmiş ve şunları söylemiş; “Kesinlikle olmaz. Ben onlara hayatımı verdim. Bunların içinde ne acılar, ne hüzünler ne ızdıraplar var bilir misin?”
Üsküdar’da bir mekânda iftar sonrası türkü söylenmeye başlamış. Dinleyicilerden biri de Sivas’lı Noksani’den bir türkü istemiş;
“Geldim şu alemi ıslah edeyim,
Özümü meydanda buldum sonradan.
Zaman mahlukuna meylimi verdim,
Sermayemden zarar ettim sonradan.”
Bakmış türkü söylenirken, türküyü isteyen vatandaş bir başkasıyla sohbet ediyor. Masaya yumruğunu vurmuş Şerif Ağabey “Hem istiyorsun, hem dinlemiyorsun. Türkü edeple, huşuyla dinlenir.” diye.
Dikkat çeksin diye mahsus yapmış. Bir daha unutmazmış. Sonra da gönlünü almış o kişinin.
Babası çok bilmezmiş ama türkü söylermiş Şerif Ağabey’in.
Yıllar önce çocukları ders çalıştığı için televizyonun sesini kısmışlar. Babası “televizyonun sesini aç, bana öyle geliyor ki Harput söylüyor”
Sesi açınca bir bakmışlar ki hakikaten Harput söylüyor, “Nereden anladın?” diye sormuş babasına. “Yüzüne bakınca” demiş babası.
O gece sahuru etmişler. O türkü o kadar çok hikâye çağırmış ki yanlarına. Babası ağlamış, oğlu ağlamış. Geçip giden bütün insanlara rahmet okumuşlar.
“Yanan ağlar,
Yâr diye yanan ağlar,
İki baş bir yastıkta,
Erken uyanan ağlar.”
Bir başka konuşmamızda şöyle idi;
Şerif Aydemir Ağabey ile sohbet etmek bir zevk.
“Şemsi Belli ile biraz ahbaplığımız olmuştu” diye başladı konuşmasına. Sultan Ahmet’te biraz oturur kalkarlarmış.
Şemsi Belli’nin bir şiirini Selahattin İnal bestelemiş, şiir şu;
“Gözümde özleyiş gönlümde acı,
Alnımda sevdanın sıcak teri var.
Bana benden yakın, benden yabancı,
İçimde dolaşan, gezen biri var.
Şarkı sözünde olduğu gibi insanın içinde gezip dolanan birinin olması lâzımmış.
Göğün altı boş kalmazmış, güzel insanlar olurmuş hep. Bizi yerle gök arasında gezdirir dururlarmış.
Bahtiyar Vahapzade’nin evine gitmiş Şerif Ağabey, sormuş “Ağabey, şair nasıl olunur?” “Sevdiğini elinden alacaklar. Benim vatanımı elimden aldılar” diye cevaplamış Bahtiyar Vahapzade.
Şefik Can’ın bir talebesi konuşma yapmaya gelmiş. Elindeki kitabı göstererek “Bakın bu kitap Şefik Can’dan imzalı” deyince dinleyicilerin arasında bulunan, on sekiz yaşlarında, hanım hanım bir kızımız “kitabı görebilir miyim?” deyince, uzatmış konuşmacı. Kızımız ayağa kalmış, önünü iliklemiş. Bütün edebiyle kitabı öpmüş başına koymuş. “Ağladım ” dedi Şerif Ağabey “Biz büyük milletiz diye.”
Erol Taş bir güzel insandı.
Bir gün Şerif Aydemir Ağabey’i Muhterem Nur ile tanıştırıyor. Şerif Ağabey’i göstererek diyor ki; “Bizden sonra doğmuştur ama yaşı bizden büyüktür.”
Hattat Etem Çalışkan da “Sultan Ahmet’te doğanların yaşına üç yüz sene ilave etmeli” demişti.
“Türk Milleti’ndenim” dediğiniz zaman da on binlerce yıllık yolun bir yerinde durduğumuz aklıma geliyor. Ezeli var, ebedi olacak inşallah. Bizim yaşımıza kaç eklemeli bilmem.
Yazmaya çalıştığım şiirin bir mısraında buna telmih vardı.
Dualıdır pişen aşın,
Gölgesi tutulma kuşun,
Yaşından büyüktür yaşın,
Damla, yağmur, sel bizdedir.
Kitaplarında ne güzel ifadeler vardır Şerif Ağabey’in;
“Ne bütün varını yiyip ölmüş olan vardır, ne de fikrini söyleyip susmuş.”
“Eşek çamura düşse sahibinden kuvvetlisi olmaz.”
“Vefa semaya çekilmiş, cihanda adı gezer.”
“Ay görmüşün yıldıza minneti olmaz.”
“Kiminin gönül evi kiminin düğün evinden daha kalabalıktır.”
“Değirmen un öğütürken kendini de öğütürmüş.”
“Dil insanın evidir.”
Fethi Gemuhluoğlu ile aynı köyden Şerif Ağabey. Rahmetli Fethi Ağabey “Türkülerle hüznümüz Allah’adır bizim” diyordu. Bunu bir şiirde kullanmaya çalışmıştım.
Yerde alev alev Mecnun’un izi,
Gökte yağmur yağmur sevda denizi,
Çokluktan sıyırıp alır da bizi,
Götürür bırakır Bir’e türküler.
Beş kitabı var Şerif Aydemir Ağabey’in. Ruhuma Saplanan Şehir, Yazık Olmuş Yarsız Ömrü Geçene,
Mendilim Sende Kalsın, Çiçekten Harman olmaz ve Yaşamak Geçti Başımdan.