Tasavvufî mekteplerden Gülşenîlik ve Mevlevîlik, bilinen eğitici tarafının yanında seyahati ceza olarak da kullanır. Özellikle Mevlevîlik’te yolsuz etmek veya yolsuz edilmek gibi tabirler vardır. Böyle bir muameleye maruz kalan kişinin önce üzerinden hırkası alınır. Meydan-ı şeriften çıkarken hırkası yavaşça arkasına konulur. Pamuçları da dışarıya doğru çevrilen dervişe bir şey söylenmez.[1] Mevlevilik kültüründe bir kimsenin dergâhtan uzaklaştırılmasına “seyyah vermek’’, bu cezaî işleme de ‘’seyyah olmak’’ denir.[2]
Seyyah vermek, aynı zamanda bir Bektaşîlik tabiridir. Bektaşîlerde dervişin eline bir ekmek vermekle, Mevlevîlerde ise ayakkabıların dışarıya çevrilmesiyle bu cezanın uygulanması başlatılmış olur. Mevlevîlerde dervişin hücresine giren meydancının dervişin hırkasını arkasına vermesi de bir seyyah verme alâmetiydi. Derviş, bundan sonra niyaz ederek tekkeden ayrılırdı.[3]
Seyyah vermenin aslı seyahat vermektir. Tâbirin seyyah vermek şekli halk arasında yaygınlık kazanmıştır. Bu kavram, büyük suç işleyen ve bu suçunu tekrar eden dervişlerin dergâhtan uzaklaştırılması anlamına gelir. Seyyah verilen derviş, başka dergâhlara gidebilir. Oralarda bir süre bulunabilir. Mevlevîlik’te seyyah vermek ağır bir cezadır. Böyle bir ceza almış olan dervişin bulunduğu dergâha tekrar kabulü sadece Konya’daki makam çelebisinin aracı olması veya ceza veren şeyhin kabulü ile olabilirdi.[4]
Seyyah vermek seyr ü sülûkla ilgili bir uygulama değildir. Derviş, kazancı dededen çeşitli cezalar aldıktan sonra eğer suç işlemeye devam ediyorsa yine onun tarafından bu şekilde cezalandırılırdı. Mevlevilik’te en büyük cezalardan biri, seyyah vermekle de ilgisi bulunan, “serpa etmek”ti. Bu kavram Türkçede ayağı baş yapmak gibi anlamlara gelirdi. Ser-pâ edilen dervişe yol verilir, o kişi dergâhtan uzaklaştırılır ve seyahate çıkardı. Bu durum Konya’da makam çelebiliğine bildirilirdi.[5]
Seyyah vermenin, yaptığı hatalar yüzünden bir türlü uslanmayan dervişe uygulanması seyahatin tarikat kültüründeki önemine de işaret eder. Ayrıca buradan hareketle seyahatin, dervişin iç dünyasında da birçok yeni gelişmelere ve değişmelere yardımcı olacağı düşünülebilir. Nitekim Sultan Veled bu bahis için şöyle der: “Bazı kimseler vardır ki onların şeyhten uzak olmaları, yakın olmalarından daha iyidir. Onlar bu uzaklıkta, daha çok istifade ederler. İşte bu sebeptendir ki eski şeyhler, müritte bu hali gördükleri vakit, ona sefere çıkmasını emrederlerdi. Bunun gibi bazı müritler hakkında da Tanrı’nın tecelli nurları ve gayb âleminin suretlerini görmek ve hatıftan sesler işitmek gibi, harikaları görmemek, işitmemek daha hayırlıdır.”[6]
Seyyah vermeye benzer bir uygulamaya Gülşenîlik’te de rastlanır. Tarikattan biri bağda, bağçede gezip dolaşırken ibadet ve zikir meclislerinde bulunmazsa o kişiye “hadd-i tarikat” uygulanır. Eğer derviş buna aldırmazsa bu sefer red anlamına gelen seyahat emredilir.[7]
Seyahat, tasavvufî terbiyede sıkça karşılaşılan uygulamalardan biridir. Nitekim Yunus Emre, menkıbede nakledildiğine göre seyahate çıkmış ve kendi mânevî mertebesini bu yolculuklar esnasında öğrenmiştir. Yunus Emre’yi seyahate çıkaran şeyhi Tapduk Emre’dir. O, Nahcivan, Azerbaycan, Kayseri, Sivas, Maraş, Bağdat, Şam, Şiraz, Tebriz gibi şehirlerde ve geniş bir coğrafyada seyahat etmiştir. Bundan hareketle XVII. yy.’da İstanbul’da yaşayan Bolulu Himmet Efendi, mânevî yolculuğu esnasında bazı dervişlerin Yunus Emre gibi eğitilebileceğini söyler.[8]
Seyyah vermek, tasavvuf kültüründe seyahate verilen önemi de ifade eder. Bu münasebetle özellikle Mevlevîlik’te seyahatin zengin bir arka plana sahip olduğunu, bunun dervişlerin terbiyesinde bir metot olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.
Dipnotlar
[1] Hayri Karaca, Tasavvufta Sefer Kavramı, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslâm Bilimleri Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2006, s. 10.
[2] Abdulbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılâp ve Akâ Kitabevi, İstanbul 1977, s. 292.
[3] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü III, MEB Yayınları, İstanbul 1993, s. 139.
[4] H. Hüseyin Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, Ötüken Yayınları, İstanbul 2007, s. 191.
[5] Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik, İnkılâp Yayınları, İstanbul 2006, s. 384-385.
[6] Sultan Veled, Maarif, Çeviren: Meliha Anbarcıoğlu, MEB Yayınları, İstanbul 1993, s. 257.
[7] Hayri Karaca, a. g. t., s. 10-11.
[8] Mustafa Tatcı, İşitin Ey Yârenler Yûnus Emre Yorumları, Kapı Yayınları, İstanbul 2012, s. 12; aynı eser, s. 224-225. Burada Tapduk Emre’nin Yunus Emre’yi seyahate çıkarmasıyla ilgili aynı eserden Mustafa Tatcı’nın şu sözlerini kaydetmek istiyoruz: “Yûnus’un gurbet ilinde yürümesi, gezip dolaşması, mânâ âleminden madde âlemine ve yine mâdde âleminden mânâ âlemine yolculuğun remzî bir ifâdesidir.