Yazar: Nizam’ül Mülk
Çeviren: Mehmet Taha Ayar
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
ISBN: : 9789944887427
Sayfa Sayısı: 392
Yayım Tarihi: 2006
Baskı: 1
Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen
SİYASETNÂME
Nizamü’l-Mülk (1018-1092): Selçuklu sultanları Alparslan ve Melikşah’ın veziri olarak otuz yıl boyunca devlet yönetiminde söz sahibi oldu, görüşleriyle sultanların kararlarını etkiledi. Siyasi bir suikasta kurban gitmesinden kısa bir süre önce hükümdarlık sanatı konusunda düşüncelerini kaleme aldı. Melikşah’ın devlet yönetimi hakkında kapsamlı bir rapor istemesi üzerine yazılan Siyasetname, Nizamü’l-Mülk’ün devlet adamı olarak deneyimlerini aktardığı bir el kitabı olmasının yanı sıra, edebi değeriyle de yüzyıllardır dikkati çeken bir eserdir.(Kitap açıklaması)
Sunuş
“Küfr ile belki amma zulm ile paydâr kalmaz memleket”
Asıl adı Ebu Ali Kıvamuddin (Giyasuddevle, Şemsü’l Mille) Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî olan büyük Selçuklu veziri Nizamü’l-Mülk, 21 Zilkade 408’de (10 Nisan 1018), Horâsân’ın eski kültür merkezlerinden Tûs şehrine bağlı Nukan kasabasında doğmuştur. Babası Ali bin İshak Dihkan’ın Gaznelilerin Tûs âmili ve Nukan kasabasının dihkanı olmasından ötürü, iki kardeşi ile birlikte devrin en iyi şartları içinde yetişme imkânlarına sahip bulunuyordu. Nitekim kardeşi Abü’l Kasım Abdullah zamanın ünlü fakihlerinden biriydi. Hasan da, tahsil ve terbiyesine gösterilen ihtimam sayesinde daha 11-12 yaşlarında Kur’an’ı ezberlemiş, Şâfiî fıkhı ile alakalanarak genç yaşında bu fıkhın nazariyatını iyi bilenler arasına geçmiş, aynı zamanda tanınmış edip ve muharrirler ile de dostluk kurmak ve edebiyat sahasında ciddi mesai sarf etmek suretiyle iyi yazma ve güzel konuşmada zamanının seçkin simalarından biri olmuştur.
Doğu edebiyatının önemli türlerinden olan siyâsetnâme yazımı, X./XI. yüzyılda Selçuklular’ın İslâm dünyasına hâkim oldukları devirde artış göstermiştir. Siyaset namelerin yazılış sebebi sultanlara , emirlere nasihatte bulunmak, devlet yönetimi, teşkilatı, hazinesi ve orduları hakkında bilgiler vermek ve onları iç ve dış tehlikelere karşı uyarmaktır. Siyâsetnâmelerde aynız amanda sultanların ve devlet adamlarının ibret almaları için geçmiş devirlere ait olaylar ve kıssalar anlatılır.
Büyük Selçuklular dönemininin ünlü veziri Nizâmülmülk’ün sultan Melikşah’a sunduğu Siyâsetnâmesi bu türün en meşhurlarındandır. Farsça Siyerü’l-mülûk adlı Farsça eser yukarıda zikredilen özeliklerini ihtiva eden siyâsetnâme örneklerindendir. Nizâmülmülk eserinin sonunda yazdığı siyâsetnâme hakkında yazdıkları yukardan beri anlalatılanları hülasa eder: “Zira bu kitap hem bir öğütnâme ve hem hikmetler ve vecizelerle hem de peygamber kıssalarıyla ve hem evliyaların menkıbeleriyle, adil padişahların öyküleriyle doludur. Eser gelmişleri yâd eder gelmemişlerden bahseder. Bütün bu hacmine rağmen özet hükmündedir. Adil padişahların siyasetini konusu kılan kitap cehennemi ikaz, cenneti işaret eder”.
Elli bir fasıldan ibaret olan bu eserin yapısı önce başlık, başlıkta verilen konu hakkında açıklama ve öğüt arkasından bunların kıssa, tarihi hadise, ayet, hadis veya hikmetli sözlerle desteklenmesi şeklindedir. Kitapta anlatılan özellikle yaşadığı devire ona yakın devire ait anlattığı tarihi olaylar kaynak niteliğindedir. Örneğin Büyük Selçuklu dönemindeki olaylar, Gazneliler hakkında verilen bilgiler, o devirdeki İslâm Dünyasındaki iç karışıkların anlatılması gibi.
Nasıl mesnevî deyince Mevlânâ’nın Mesnevîsi, şikayetname deyince Fuzuli’nin Şikayetnâmesi akla geliyorsa siyâsetnâme deyince de Nizâmüllkün Siyasetnâmesi akla gelir. Bu eseri bir bu sebeple daha önemlisi Türk tarihinin önemli bir dönemini ve o dönemin kültür ve düşünce yapısını anlattığı için okumalıyız.
İlgiyle okunan bu kitaptan bir fasıl aşağıya alınmıştır:
Otuz Yedinci Fasıl
İşlerinin Ehli Olan Bendegân
ve Hizmetkârların Haklarının Teslimine
Dairdir
Makbul bir işi yerine getiren hizmetkârların gecikmeden takdir edilerek ödüllendirilmesi gerekir. Diğer kölelerin işlerine gösterdikleri ihtimamı artırmak, suçluları suça tevessülden caydırmak, işleri düzene sokmak için mecbur kaldığından ötürü yahut sehven bir hata eyleyen köle işlediği suçun nispetince cezalandırılması gerekir. Zira hükümdarın selameti bundadır.
Hikâye
Rivayet olunur ki Haşimîlerden bir çocuk sarhoş bir halde bir kısım insana dalaşınca babasına şikâyete gelip ondan dert yandılar. Babası onu cezalandırmak isteyince çocuk: “ Babacığım, benim bir suçum yok, bir suç eyledimse aklım başımda değil idi; senin şimdi aklın başındayken bana kıym a.” dedi. Bu söz babasının gayetle hoşuna gittiği için çocuğunu affetti.
Hikâye
Hurdâdbih şöyle nakleder: “Melik Pervîz has adamlarından birine gazaplanarak onu zindana atmıştı. Hiç kimse kendisine yaklaşmaya cüret edemiyor iken Mutrip Barbed ona her gün yemek ve şarap götürüyordu. Durumdan haber alan Pervîz, Barbed’e: ‘Benim gazabıma uğrayan birine hangi cüretle kol kanat gerersin!’ dedi. Barbed: ‘Padişahım senin ona yaptığın iyilik yanında benimki dedevede kulak kalır.’ dedi. Pervîz: ‘Neymiş o benim yaptığım iyilik.?’ Barbed: ‘Can.’ dedi. Pervîz bu sözden son derece etkilenerek: ‘Gidebilirsin, onu senin yüzün suyu hürmetine bağışladım.’ dedi.”
Hikâye
Sâsânîyan sülalesi, huzurlarında güzel bir söz söyleyen yahut hoşlarına gidecek bir maharet sergileyen kişilere “ aferin” demeyi dillerine pelesenk etmişlerdi. Padişah “ aferin” deyince hazinedara derhal o kişiye 1.000 dirhem verilmesini emrederdi. Nûşirevân-ı âdil başta olmak üzere, Sâsânî melikleri adalet, insaniyet ve himmet konularında diğerlerinden çok daha ilerdeydiler. Rivayet olunur ki günlerden bir gün Nûşirevân-ı âdil maiyetindekilerle birlikte at sırtında ava çıkmış, yolu bir köyün yakınına düşmüş idi. Köyde yaşlı bir adamın bir ceviz fidanı dikmekte olduğunu gördü. Ceviz yirmi yıl ya da daha uzun bir zaman geçtikten sonra meyvesini veren bir ağaç olduğun dan Nûşirevân pek şaşırarak: “Ey ihtiyar, ceviz mi dikmektesin?” diye sordu. İhtiyar: “ Evet Hünkârım.” dedi. Nûşirevân-ı âdil; “Ne kadar daha yaşayacaksın da meyvesine yetişeceksin?” diye sordu. İhtiyar: “Efendim, bizden öncekiler ektiler biz yedik; biz de ekelim bizden sonrakiler yesinler.” dedi. Bu söz Nûşirevân’ın pek hoşuna gidip “ aferin” dedikten sonra hazinedarına ihtiyara 1.000 altın vermesini emretti. Hazinedar adama 1.000 altını sununca ihtiyar: “Efendim, hiç kimse bu cevizin meyvesini benden önce yemedi.” dedi. Nûşirevân: “Nasıl yani?” diye sordu. İhtiyar: “Eğer ki ben şu cevizi dikmeyeydim, efendimiz buradan geçmeyip bendelerinden sual kılmayaydı da bu cevabı işitmeyeydi şu 1.000 dirhemi nereden elde ederdim?” Nûşirevân iki kere “ aferin” deyince hazinedar ihtiyara 2.000 altın dinar daha sundu. Hükümdar iki kere “aferin” dediği için bu cömertlik ve ihsanda bulundu. İşte önceki padişahların töresi bu minval üzere idi.
Hikâye
Rivayet olunur ki Halife Me’mûn’a bir gün sarayda, tahtında oturup şikâyetleri dinlerken bir arzuhal iletildi. Me’mûn bunu derhal veziri Fazi bin Sehl’e vererek: “ Bu adamın isteğini derhal yerine getir; zira şu felek bir hal üzere kalmayasıya devreder ve dahi şu zaman hiçbir dosta vefa etmeyesiye hızlı geçer. Bugün fırsat var iken iyilik eyleyelim çünkü yarın acizlik ve çaresizlik dedikleri çetin gün çatar da fırsat kaçar.” dedi. Vallahu alem.