Bizim temel dertlerimizden biri şımarıklık!
Bu kelime toprak kaplardaki sıvıların, kabın gövdesince emilip dışa vurulması yerine kullanılırdı. “Su testisinden su, sirke testisinden sirke şımarır(sızar, dışa vurur)” der gibi…
Şımarıklık, ya suçluluk duygusunu saklamak veya hak etmediği nimetten istifadeyi sürdürmek için takınılan bir pişkin sırıtkanlık… Muhatabının kendisinden vaz geçemeyecek angajman altında bulunmasından yararlanma kurnazlığı.
Sevenlerinin merhametini, muhabbetini, vefâsını… sömürmek.
…
Ancak hangi şımarık, ilelebed hak etmediği nimeti garanti altında tutabilir?
Hangi şımarık, eninde sonunda, bedavacı ahlakın çıkmaz sokağında tıkanmamış, yalnızlığında nefessiz kalmamıştır?
Hangimiz tanımayız bu duyguyu?
Çilekeş sevgililerimiz, ana babalarımız, bazen kardeşlerimiz, eşlerimiz, sahici dostlar veya ata yadigârı büyüklerimiz nezdindeki ecdad hatırının mirası şansımızı zorlamamışızdır?
Ama her şey gibi burada da bir itidal lazım.
Azı karar çoğu zarar bu hal, çok naz aşık usandırdığından bizim hüsran sebeplerimizdendir.
“İnsan hüsrandadır…” ya!
Bu hüsran, aynı zamanda kendi ontik kökenimize hasrettir. Bu hüsran Hakk’a dokunamaz hale düşmektir.
Şımarıklıklar naza, nazlar alınganlıklara, alınganlıklar vesvese ve vehimlere, vehimler korku ve nefretlere, korkular şiddete… doğru evrilirken uyanabilene ne mutlu.
Uyanmak da pek kolay değil. Zira süreç ilerledikçe devreye giren kul haklarının basiret bağlayan tesiri, bir tür geri beslemeyle gafletin daha da kesif, sıkıntı ve huzursuzlukların daha da şiddetli hallere dönüşmesine yol açmaktadır. Bu ise bizde bir “anlama körlüğü” yaratıyor.
“Bir bilge kişiyi kendine ayna edin” diyen Yusuf Has Hacib’in tavsiyesi dahî bir ezel nasiplisiyseniz imkan dairesine girebilir.
Vicdan zevkine ulaşmayan insanda kişilik teşekkül edemez! Zevkler dahî ezber kalıpların tahakkuku sanılırken, o “buluş=vecd” haline ulaşmak ne kadar uzak bir visal yurdudur!
***
Bir nefes tazeleyip tekrar bakarsak.
Birtakım meziyet ve üstün nitelikleri olan kimseler; güzel kadınlar, zeki insanlar, sanatı olanlar, çocukluk ve gençliğinde daima el üstünde tutulup “hak etme” kavramını tanımamış şımarık insanlar Hakk’a teveccühte “engelli” hükmünde oluyorlar. Dikkatleri kendi cüziyyetlerine kilitli olunca Küllî Cemal’e, Akıl’a, San’at’a, Aşk-ı İlahi’ye… kör ve sağır kesiliyorlar…
Güzelliğine itibar beklerken “anlama macerasını es geçmiş”, zekasının anlık parıltıları sebebiyle “derinleşme ihtiyacı” duymamış, sanatının cazibesine yapılan iltifatları kendine sanıp özden bir “yaratma tecrübesi”ne eğilmeden ömür tüketmiş, şımarıklıkla geçen hayatın bir zaruret demine çatınca şaşakalmış…
Mahrumiyete düşmüş şımarıklar, zulme de pek meyyal oluyor. Hayal kırıklığındaki şımarık için, bedelsiz nimet kullanmanın diğer yolu zulüm!
Hak hukuk da neymiş!
Bedavacı şımarıklığından zulme savrulmak…
Asıl trajedi bu! Ayıkla princin taşını.
…
Bir de bu açıdan bakmalı meselelerimize, kişiliklerimize diye düşündüm.
Hep beraber seyrediyoruz, etraftaki sızıldanmacı kafilelerden genel bir şımarıklık saçılıyor etrafa.
O halet-i ruhiyedeki kimse “Hakikat”i anlayacak, konuşacak takati nerden bulsun?..