Bu koşullar altında, büyüme uğruna TCMB’nin faiz artışına gitmemesi, bundan sonrası için bize yine, yüksek enflasyon-yüksek cari açık-yüksek döviz kuru ortamı ‘vadediyor’. Zaten, TCMB kararına tahvil faizlerinin verdiği tepki yukarı yönlü oldu ve en fazla yükseliş de 10 yıllık tahvilde gerçekleşti. Ne acı!
*****
Serina DERİCİYAN
90’lı yılların ortaları… Çalıştığım bankanın hazine bölümünde bonocuyum. O dönemde, en uzun vade 12 ay, hepsi iskontolu. Kuponlu tahvil diye bir şey yok ortalıkta. %105 yıllık basit faiz ile 3 aylık bono alıyorsun ihaleden mesela; aynı gün ikinci elde, mesela %98 ile satıyorsun. Aynı gün içinde %1,5 civarı bir kar; hisse filan değil yani, bildiğiniz bono, sabit getirili olanından hani.
80’lerin ortalarından itibaren aşama aşama kalkan kambiyo kontrolleri ve 1989 yılında Türk Lirasının konvertibl olması ile, ülkemize sıcak para (sermaye piyasalarına yatırıma gelen yabancı dövizi) girişi başlamıştı. 90’larda artık epey bir yabancı yatırımcı, bizim piyasalarda al-sat yapıyordu. Hatta, ülkemizde çok işlem yapan bazı uluslararası büyük finans kuruluşları, Türkiye varlıkları alıp satmak için Türk uzmanlar istihdam ediyorlardı.
O yıllarda, Türkiye’de ekonomik göstergeler hiç parlak değildi.
Birkaç örnek vermek gerekirse, yıllık enflasyon 1995’te %79, 1996’da %76,5. (Merak edenler için, kriz yılı olan 1994’te de %125,5.) Büyüme iyi, %7’lerde. Ama yüksek kamu harcamalarıyla desteklenen bir büyüme söz konusu. Bütçe açığının GSMH’ye oranı %7-8’lerde. 90’ların sonu ve 2000’lerin başında bu oran çift basamağa çıkıyor; hani şimdilerde %3’ü aşacak diye paniklediğimiz…
Bu koşullar altında, Türk bono ve tahvillerine yatırım yapan yabancılar, son derece hassas hareket ediyorlar o yıllarda. Aralık ayı geldi mi, mutlaka elden çıkarıyorlar Türk varlıklarını. Çünkü yılsonu bilançolarında Türkiye riski görünsün istemiyorlar. En küçük ve önemsiz sayılabilecek siyasi bir gelişmede bile, üçe beşe bakmaksızın, hemen satıyorlar bizim bonoları. Akşam geç saatte hala iş yerinde bir şeylerle uğraşırken, yurt dışından arayan telaşlı bir Türkiye işlemcisinden, piyasa dışı fiyatla bono aldığımı hatırlarım birkaç kez; bizim bir siyasetçinin ağzından çıkan, muhtemelen bizlerin pek de umursamadığı bir cümle yüzünden sırf.
Niye gittim o yıllara durup dururken! Son bir yıldır ekonomik anlamda ülkemizde yaşanan bazı gelişmeler bana sık sık o yılları hatırlatıyor. Mesela siyasiler çıkıp, ekonomik gerekçelere dayanmadan ‘faiz düşmeli’ deyince 1994 krizini hatırlıyorum. İki ay sonrası için seçim kararı alınır alınmaz, çok ciddi kamu harcamalarına dayanan seçim vaatleri hayata geçince, 90’lı yılların ortalama ömrü 1,5 yıl olan hükümetlerinin seçim ekonomilerini hatırlıyorum mesela, uzun yıllardır unutmuş olduğumuz…
Son günlerde de, papazdı, F35’lerdi, o onunla el sıkıştı, bu bununla telefonda görüştü derken, bizim piyasaların salınışını izleyip, işte o 90’lı yılların, küçük bir esintiden zatürre olan Türk piyasalarını hatırlıyorum.
Salı günkü toplantıda TCMB faiz artırmadı, yükselmiş enflasyona rağmen, döviz kurlarının bulunduğu seviyeye rağmen, hepsinden önemlisi de yaratılan beklentiye rağmen. ‘Yaratılan beklenti’ diyorum, çünkü “piyasalarla kavga etmeyeceğiz” dendi, “TCMB hiç olmadığı kadar etkin olacak” dendi, ‘Merkez Bankası piyasa koşulları neyi gerektiriyorsa onu yapacak” dendi. Ama yapmadı.
Üstelik de, beklentileri yanıltan hamlenin herhangi bir iletişimi yapılmadı. Sözlü iletişim zaten yok. TCMB’nin yazılı karar metninde de en temel vurgu değişikliği, büyümenin belirgin bir şekilde yavaşlayacağı ifadesindeydi. Hal böyle olunca, piyasa uzmanları da, yerlisi yabancısı, şöyle okudu bu kararı: ‘demek ki, enflasyonla büyüme arasında yapılması gereken tercih hakkı, büyüme yönünde kullanıldı’.
Ben de aynen böyle değerlendiriyorum TCMB kararını. Ama TCMB ile aynı fikirde olamıyorum ne yazık ki. Büyümenin ‘belirgin’ yavaşlamaya başladığı konusunda ciddi tereddütlerim var. Etrafıma bakıyorum, herkes harcamaya devam ediyor. Üçüncü çeyreğin daha ilk ayını bitiriyoruz. Hala erken belki yorum yapmak için, öncü göstergeler de henüz yeterli bilgi vermiyor. Temmuz ayı kapasite kullanım oranı var elimizde; evet, biraz düşmüş ama korkutucu oranda değil bence. Reel sektör güven endeksi de geriledi Temmuz’da. Ama tüketici güven endeksinde artış var mesela. Diyorum ya, hane halkı harcamaya devam ediyor.
Bu koşullar altında, büyüme uğruna TCMB’nin faiz artışına gitmemesi, bundan sonrası için bize yine, yüksek enflasyon-yüksek cari açık-yüksek döviz kuru ortamı ‘vadediyor’. Zaten, TCMB kararına tahvil faizlerinin verdiği tepki yukarı yönlü oldu ve en fazla yükseliş de 10 yıllık tahvilde gerçekleşti. Ne acı!
Hani, toplumsal olarak yeni Türkiye koşullarına yavaş yavaş, hissetmeden, fark etmeden hepimizin alışmaya başladığını/başlayacağını söylüyorlar ya, aynı durum ekonomik koşullar için de geçerli bence. Salı’dan beri, TCMB’nin yaptığına mesnet aramaya çalışan uzmanlar, ‘sonuçta 3 ayda 5 puan faiz artışı yapan bir Merkez Bankası’ndan bahsediyoruz’ diyorlar. İşte bu noktada, yeni ekonomik söylemlere usul usul alışmaya ve daha sakıncalısı inanmaya başladığımızı düşünerek endişeleniyorum. Çünkü, bu bahse konu 5 puanlık faiz artışının ilk adımı 25 Nisan’da yapılmıştı ve o zaman enflasyon %10,23 idi; yani son enflasyon verisinden 5,16 puan daha düşük. Dolar kuru da 4,07 civarındaydı.
Bir ülkedeki faiz seviyesinin, o ülkenin enflasyon seviyesinden bağımsız olarak, düşük ya da yüksek olarak değerlendirilemeyeceği bilgisini sık sık unutur olduk ve ben bunu tehlikeli buluyorum.
Bir de diyoruz ki, “TCMB topu maliye politikasına attı”. Niye illa bu top tek bir tarafta kalıyor ki! Aylarca, “TCMB’nin adımları tek başına yetmez” demedik mi! Şimdi ben de diyorum ki, tek başına maliye politikası yetmez. Çünkü, onun etkilerini görmek biraz zaman alır. Oysa bizim acil önleme de ihtiyacımız var ve onu TCMB yapabilir. ‘TCMB’nin yaptıkları yeterli değil’ demek, ‘TCMB hiçbir şey yapmasa da olur’ demek değildir. Ekonominin iki temel politikasını, para ve maliye politikasını, eş anlı ve tutarlı olarak, aynı amaç için kullanamayacak mıyız biz hiç!
Tüm bunlara ek olarak, önümüzdeki dönemin ekonomi politikasını henüz bilmiyoruz. Yeni ekonomik program, 100 günlük eylem planı, eski adıyla OVP, ismine ne diyeceksek artık, 18 Ağustos’ta açıklanacakmış. Daha 20 gün var o tarihe, üstelik de 9 günlük bayram tatilinin ilk günü. Piyasaların bir hafta kapalı olacağı bir dönemin ilk gününe denk gelmesi, acaba piyasaların pek de hoşuna gitmeyecek adımlar mı içerecek sorusunu aklıma getiriyor; yani yine güçlü büyüme vurgusu?
Cuma günü (3 Ağustos), Temmuz enflasyonunu göreceğiz. Sebze-meyve fiyatlarında düşüş olması muhtemel. Ama yıllık manşet enflasyonda düşüş görmemiz zor. Geçen yılın Temmuz’undan gelen düşük bir baz etkisi var. Tut ki, kimse beklemiyor ama, yıllık enflasyon bir miktar geriledi Temmuz’da; o zaman “işte TCMB bunu biliyordu ve o yüzden faiz artışına gitmedi” mi diyeceğiz? 4,80’lerin üzerine oturan ve bir mucize olmadıkça, bu seviyenin altına gelmesi zor görünen kurun, enflasyon üzerindeki gecikmeli etkileri ne olacak?
Yine beklemedeyiz yani…
———————————-
Kaynak:
http://www.serinadericiyan.com/2018/07/29/simdi-de-18-agustosu-bekliyoruz/