Siyah ve beyaz iki ayrı dünyanın iki ana rengi. Birinin varlığı için diğeri gerekli. Zıtlıktaki âhenk, dengedeki mihenk. Birbirine zıt ama ayrılmaz iki renk…
Siyah asalettir. Zarafetiyle büyüler. Gizemlidir, sırlar yaratır ve sırlar barındırır. Suskunluğu bir gece gibi çöker yüreklere. Derinliği vardır. Âşikar etmez hâlini. Hazineler, karanlık mahzenlerde gizlidir. Simsiyah gözler vardır mesela… Derin mânâlar, gizemli sırlar ve hazineler sandığıdır. Şifresi çözülmemiş, kilidi kırılmamış, nazar kılınmamış gözler…
Zahirde batında iki cihanda
Maddeye manaya gözdür gözlerin
Ruhlar âleminde ahret dünyada
Hayatın sırrına gizdir gözlerin[1]
Âlem, gözümüzdeki küçük bir siyah noktadan içimize sızar. Siyah, cevherin nurudur, görülemeyen, ancak gösterendir. Nihayetinde renk diye bildiğimiz bütün görüntülerin aslı renksizlikten yani siyahtan ortaya çıkar. Çünkü siyah Zât’ın rengidir ve gece gibi Kabe’de Zât-ı Ahadiyyet’e işarettir.[2] Dervişin siyah cübbesi altında beyaz gömlek peydâ olur. Yani vahdet olan siyah, kesret olan renkleri doğurur. Çoğaltıp yayan da derleyip toplayan da siyahtır…
Siyah, gecedir… Gizemli, ürkütücü ve egzotik… Simsiyah gecenin koynu yalnızların sığınağıdır[3]. Gece âşıkların vuslatıdır. Geceler gebedir aydınlık yarınlara. Seven sevdiğini gece çağırır yanına. İz bırakmadan, toz kaldırmadan, dokunmadan zamana, takılmadan mekâna… Selamların en hası, Burak’a yoldaş olan geceye[4] gelmiştir. Söz’lerin özü gecenin karanlığında inmiştir…
Âşıklara ilham, âriflere burhan, avama ise çobandır gece. Suçlara ortak olur, suçlulara ortam… Bütün karanlık izler onda kaybolur. Kaçanlar gece kaçar, göçenler gece… Avcılar avlanır ıssız gecelerde. Kimine tuzak, kimine yasak, kimine fırsattır gece. Kimi Hakk’ı gece bulur, kimi karanlıkta boğulur. Gece siyahta, siyah gecede saklıdır. Karanlığın şerrinden gecenin Rabb’ine sığınılır.[5]
Siyah, renklerin şâhı, nâm-ı diğer “kara”dır adı. Sevdâdır onun vasfı. Kara sevdâya düşenler bilir kalpteki “nokta-i süveydâ”yı. Nazar kılanlar görür noktadaki Dîdâr’ı.
Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde
Bakıcak dîdâr görünür ol şârın kenâresinde[6]
Hacı Bayram sözcü olur geceyi vuslat bilenlere.
Gece kapıdır. Beyaza açılır. Kapı aralanır ve ortalık aydınlanır. Gün ağarınca renkler gösterir kendini. Beyaz renklerin de kaynağıdır. Beyazın kaynağı ise nur, yani güneştir. Karıştığı renk ile bütünleşir beyaz. Anaçtır, bütün renkleri birleştirir. Aydınlıktır hakikati gösterir. Beyaz, sevgilinin yüzüdür, elleridir… Kimi zaman Leylâ’da kimi zaman Hz. Musa’da kendini gösterir[7].
Siyaha karşılık beyaz, ilk varlık yani Akl-ı evvel’dir. Gaybın siyahından ilk olarak o ayrılmıştır. Bulunduğu felekte en büyük ışık olduğu için “beyzâ” adını almıştır. Akl-ı evvel’in beyazlığı gaybın siyahlığındadır. Böylelikle zıddı sayesinde aşikâr hâle gelir. Varlık beyaz yokluk siyahtır. Bundan dolayı bazı ârifler fakrı beyazlık diye yorumlamışlardır.[8]
Beyaz fıtratın rengidir. Efendimiz’in (s.a.v.) tercihidir. Zira onun seçtiği içecek süt[9], sevdiği renk beyazdır. Bayrağında beyaz tevhit dalganır…
Beyaz, “ak”tır. Alnımızdan ter olup damlar. Ar olur, yüzümüzde nur gibi parlar. Gün gelir saçımıza düşer aklar, gün olur dağlara yağar karlar… Beyaz ne güzel düştür, bizi hayata bağlar. Hayat ise türlü renkleri içinde karıştıran bir cümbüştür. Ne siyah kadar net, ne beyaz kadar şeffaf. Hayat, bütün renklerin uyumu ve ahengidir.
Gri ise siyah ve beyazın karışımıdır. Gizemi, pusu ve sihri hatırlatır. Geçiş rengidir. Ara renk de denir. Karanlık soğuk gecelerden sonra, günün aydınlığından önce çöker sis. Gri, sisin rengidir. Ateş tutuşmadan önce tüter duman. Gri, dumanın rengidir. Yağmurdan önce gelir bulutlar. Gri, rahmetin habercisidir…
Gri, siyah ile beyaz, hak ile bâtıl, dünya ve ukbâ arasında bir perdedir. Yeni doğmuş bebeğin gözüne bakarsanız görürsünüz bu perdeyi. Gerçek rengini alana kadar, dünya gözüyle etrafına bakana kadar, göz rengi grimsidir bebeklerin. Zaman zaman geldiği yerleri gösterirler perdenin ardından, pembe güller görünür pamuk yanaklarından. Ölümü yaklaşmış gözlerde görürsün grinin en etkili halini. Dünya perde perde kapanır gözlerde. Ölümün rengi gridir belki de. Fâni hayatın tozlu yolu, ebedî âlemin dar koridoru…
Şimdi bilmem ne haldeyiz? Gri bir koridorun içindeyiz. Arasat mı desem, âraf mı bilmem… Artık ne siyah var ne beyaz. Ne de gök kuşağının cıvıl cıvıl canlı renkleri. Bütün renkler gri… Bütün güzellikler sisli, hâkîkat puslu. Dünyamıza gri bulutlar çöktü. Mavisi kayboldu göğün, pırıltısı söndü Gün’ün…
Artık yer gri, gök gri… Yangınların külü, depremlerin tozu, sellerin çamuru, bombaların çukuru… İnsanların yüzlerinde asrın en acı tonu. Kiminde açık, kiminde koyu… Gri… Gri… Gri…
Beni zaman kuşatmış, mekân kelepçelemiş;
Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş…
Perde perde veralar, ışık başka, nur başka;
Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka.
Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci;[10]
Ötelerden haberci bir zaman dilimindeyiz. Gri renkli günlerin artık zirvesindeyiz. Fakat biliriz ki, gri geçiş rengidir. Biliyoruz ki sis, günün habercisidir. Bir rüzgârın esmesiyle dağılır gri puslar. Rahmetten önce gelir gri renkli bulutlar… Ve bize türlü nimetlerin gelişini muştular[11]…
[1] Sefil Selimî, “Gözlerin”. Bkz. Doğan Kaya, “Sivaslı Âşıkların Göz Konulu Şiirleri”, Çukurova Ün. Türkoloji Ar. Mer., s. 6.
[2] Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1991, s.100.
[3] Bkz. Barış Manço, Dönence.
[4] Fecr / 4.
[5] Felak / 3.
[6] Hacı Bayrâm Velî Kaddesallahu Sırrahu’l-Âlî
[7] “Kur’ân-ı Kerîm’e göre de Hz. Mûsâ ailesiyle birlikte Medyen’den dönüşünde dağda gördüğü ateşe yaklaştığında Allah ona hitap eder ve kendisini elçi olarak seçtiğini bildirir. Ardından elindeki asâyı yere atmasını emreder ve asâ yılana dönüşür, daha sonra elini koynuna sokmasını, onu çıkardığında kusursuz bembeyaz olacağını haber verir ve “Bu iki şey, senin Rabb’in tarafından Firavun’a ve onun çevresindeki seçkinlere gönderilen bir elçi olduğunu gösteren alâmetlerdir”. (Tâhâ 20/22; en-Neml 27/12; el-Kasas 28/29-32).” Bkz. Ömer Faruk HARMAN, “Yed-i Beyzâ”, DİA, 2013, C.43. s. 376-377.
[8] Uudağ, a.g.e., s. 96.
[9] Ebû Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah (sav) İsrâ gecesi götürüldüğünde kendisine birinde şarap diğerinde süt olan iki bardak getirildi. Resûlullah onlara baktı ve sütü aldı. Bunun üzerine Cibrîl, “Seni fıtrata (insan tabiatına) uygun olanı almaya yönlendiren Allah”a hamdolsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azgınlaşırdı.” dedi.” (Nesâî, Eşribe, 41)
[10] Necip Fazıl Kısakürek, “Visal”
[11] “Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Nihayet o rüzgârlar ağır bir bulut yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Herhalde bundan ibret alırsınız.” Âraf / 57.