Siyasal Selefilik

Meselenin daha doğrusu sorunsalın yanlış anlaşılması, yanlış saptamaları da beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz bu, -en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim- oryantalistlerin kullanmış oldukları terminolojiyi şarkiyatçılığın içine sokulmasından kaynaklanmaktadır. ‘Oryantalizm’ eşittir, ‘Şarkiyatçılık’ demek değildir. Batıcılık anlamındaki ‘Oksidentalizm’ de ‘Garbiyatçılık’ demek değildir. Böyle bir bakış açısı külli yanlıştır. Oryantalizm batının paradigmasıyla, daha doğrusu gözlükleriyle doğuyu sadece bakmak demektir. Doğudaki sosyal organizmayı içsel olarak anlamak demek değildir. Aslına bakarsanız hem oryantalizm hem de oksidentalizmin her ikisi de kendisine benzetme uğraşısıdır, bir anlamda sanatıdır da diyebiliriz. Konuyu sanat olarak ele alırsak, sanatında doğu kültürünü kullanan batılı sanatçıların eserleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani toplum mühendisliğidir. Bir saptama yapalım. Mesela Piyer Loti ünlü bir oryantalisttir, ama Edward Said bir şarkiyatçıdır. Bir Maronit Hıristiyan olan Said’e göre, oryantalistlerle, yani batılı bilim çevrelerince şekil verilen şark, haçlı zihniyetiyle, Avrupa sömürgeciliğiyle birlikte hareket etmektedir. Hem ‘sömürgecilik’ hem ‘oryantalizm’ Yakın Doğu, Hindistan ve Uzak Asya toplumları üzerinde yayılmacı bir tavır sergilemektedir. Doğunun değerlerinden tevekkül’ü, kısmet’i, kıymet bilirliği anlatmak gibi bir derdi yoktur, oryantalistin. Nazım Hikmet’in şiirselleştirdiği gibi;

“Sen bir şarlatandan başka bir şey değilsin!

Şarlatan!

Çürük Fransız kumaşlarını

Yüzde beş yüz ihtikarla şarka satan:

Piyer Loti!”

Büyük Şair Nazım Hikmet Fransızın ne mal olduğunu böylesine veciz bir şekilde anlatmıştır. Sömürgecilikle oryantalizm arasındaki kesin ilişki bir yana bir de üstüne üstlük esas olan doğuya açıktan ya da zımnen Hıristiyanlık propagandası yapılmasıdır. Doğudaki misyoner faaliyetlerinin adıdır, misyoner okullarının devşirme hareketlerinin ortak adı oryantalizmdir.  

Peki şimdi bana sorarsanız, böyle bir girişi neden yaptım diye, sevgili okurlar. Sizlere oryantalizmin dayattıklarını anımsatmak için. Oryantalizmin dayattığı “Fundamentalist İslam, Radikal İslam, Köktendinci İslam, Siyasal İslam”dır, yanlıştır. Nedeni açıktır. Çünkü, ‘İslam’ sözcüğü ile bu sözcükler bir araya getirilemez. İslam sözcüğünün kelime anlamı barıştır, Allah’a teslimiyettir. O’na bağımlılık ve bunu neticesinde ebedi esenlik ve güven demektir. Ama, bu dayatma doğrudan oryantalizmin işidir. Türkiye Cumhuriyeti resmi söylem olarak Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)’nin yerine Irak ve Şam Devleti (DAİŞ) söylemini benimsemesinin sebeb-i hikmeti budur. Bence doğrusu da budur. Yakın Doğu, Hindistan ve Uzak Asya toplumları üzerinde yayılmacı bir tavır sergileyen Oryantalizm aynı zamanda istihbarat servislerinin eylem alanıdır. Yeşil Kuşak kuramının merkezi orta doğu siyasetin akâid’e, akâidin saltanata, düşüncenin kerâmete, cinâyetin ibâdete inkılaba ettiği bir yer olmuştur. Cinayet şebekelerinin odak noktasını da esasen bir tarikat olmayan, uhrevi boyuttan ziyade dünyeviliğin odak noktasını oluşturan “siyasal selefizm”dir. Bunun kökeni Vehhabiliktir. İngiliz İstihbarat Servisi (BIS) desteğindeki Suudiler, Vehhabiliği iktidarı ele geçirmede bir araç olarak kullanmışlardır. 1818 ve 1837 yıllarında Mısır’daki Kavalıların Osmanlı sultanının emri ile Birinci Suud Devletini yıkmaları ve ardından Osmanlının bölgedeki vasal emirliği olan Reşidoğullarının 1891 yıllarında ikinci Suud devletini yıkmaları da bölgede Suud iktidarını bitirmeye yetmemiştir. Suudlar her seferinde Necd’e gelerek BIS’in yardımıyla hâkimiyeti ele geçirmişlerdir. Üçüncü Suudi Devleti döneminde Abdülaziz bin Suud’a akıl hocalığı yapan İngiliz İstihbarat Servisinin önde gelen isimlerinden olan St. John Philby Vehhabiliği tipik bir Arap milliyetçiliği olarak görmüştür. O kadar ki, İslam dinine Arapların diğer milletlerle paylaşmak istemedikleri milli bir din gözüyle bakmaktadır. Bunun Musevilikten de bir farkı yoktur. Peygamberliği dışında Hz. Musa aynı zamanda Yahudileri Mısır’daki Kıpti Krallığı koloni rejiminden kurtaran bir ulusal önderdir. Yahudi inancında Hz. Musa bir dini lider ve elçi olmanın dışında milli önder olma özelliğini de taşımaktadır. Hz. Muhammed de o zamana kadar birleşmeyen tüm Arap kabilelerini Kur’an’ın ortak anayasa olma özelliği ve “tevhid” anlayışının Allah’ın birliği olmasının yanında otoritenin birliği de olması özelliği ile birleştirmiştir. Hem uhreviliği ve dünyeviliği birleştirmiş ve bütünleştirmiştir.

Emeviler de tipik Arap milliyetçisi idiler. İslam dinine geçen diğer milletlere Anadolu’da büyük baş hayvanlar için söylenilen ‘mal’ın çoğulu “Mevali” yani köle adını vermişlerdir. Bunun Farsçadaki adı da ‘kullar’ anlamında “Gulam”sistemidir. Aslı ‘Gulan’ olmakla birlikte bir galat-ı sahih olarak ‘Gulam’ benimsenmiştir. 

Vahhabilik ise bir nevi “Neo Haricilik” olmakla birlikte Emevilerin bu ilkel bakışını da biçimlendirmiştir.  Onlara göre dine sonradan giren İranlılar ve Türkler dinin özgünlüğünü ve özünü bozmaktadırlar. Vehhabiliğin temellendirici ilkeleri, genelde ‘din’de akıl’a yer vermemek; ‘kalp gözü ile görme’yi dolayısıyla tasavvufu reddetmek ve tevhid’i, ‘ameli tevhid’ olarak almak biçimindedir. Ameli tevhid; eğer namaz kılmıyorsanız, oruç tutmuyorsanız, hacca gitmiyorsanız, hiç başkaca söze gerek yok, doğrudan kafirsiniz.  Katliniz vaciptir. Oysa olması gereken “Tevhid” kavramının batı dillerindeki karşılığı mono=tek; theos=Tanrı, ‘Tek Tanrıcılık’ anlamında monoteizmdir. Tanrı’nın birliğini / tekliğini, mükemmelliğini, evreni yoktan var eden ve onu kuşatan mutlak güç ve şahsiyet oluşunu esas alan bir inanç ve düşünce sistemidir. Ancak görüldüğü gibi Vehhabiliğin temel argümanları tümüyle İslam’ın ruhuna aykırıdır. Vehhabiler, Selefilik adı altında İranlılara, Şiilere, Osmanlılara ve bölgedeki Sufî akımlara cihat (din savaşı) ilan etmişler ve ele geçirdikleri yerlerde katliama varan uygulamalarda bulunmuşlardır. Cihad etmek, Allah yolunda fiili olarak düşmana, kâfirlere ve dinden çıkanlara karşı savaşmaktır.

Günümüzde Vehabilik’ten Siyasal Selefiliğe evrilmiş olan Selefilerin en büyük motivasyonları Sovyetlere Afganistan’da geri adım attırmış olmalarıdır. Bu durumda El Kaide ve ondan kopan DAİŞ ve En Nusra gibi örgütlerin içinde Arap olmayan Çeçen, Türk ve Türkistanlılar kendi milli kimliklerini kaybetmiş Selefi-Vehhabileşmişlerdir. Bunlar bir Selefi Arap gibi düşünmekte, yaşamakta, Vehhabi gibi ibadet etmekte, giyinmekte ve sakal bırakmaktadırlar. Özetleyecek olursak Selefi Arap kimliği adı altında eriyip kendi kimliklerini yitirmiş olmaktadırlar. Dikkatle bakacak olursak dirijanların hemen hepsinin bu arada pek çok militanın kendi isimleriyle değil Selef-i Salihin’in isimlerini aldıkları ve isimlerle anıldıkları görülmektedir. Halis Bayuncuk yerine, ‘Ebu Hanzala’ gibi. Siyasal Selefilik akımı 2015’den sonra Türkiye’de bir çığ gibi büyümekte, günümüzde Türkiye’de 2000’lerin üzerinde derneğe kadar ulaşmışlardır. Bunun Türkçesi Türkiye’de 10 Ekim 2015 tarihindeki ‘Ankara katliamı’ dâhil kanlı terör eylemleri yapan DAİŞ’ciler aramızda bulunmaktadırlar. 7.200 denekle Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre 2015 yılında yüzde 1,2 ile ifade edilen Selefi sempatizanlığı günümüzde yüzde 3,6’ya ulaşmıştır. Bu ciddi bir rakamdır. 9 Eylül 2020 tarihinde ‘Tarafsız Bölge’ programında konuşan ‘Cübbeli Ahmet Hoca’ olarak da bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, son dönemde Türkiye’de artan selefi akımlara ve bunların dernekleşme faaliyetlerine dikkat çekip “iç savaş” uyarısı yapmıştır.

Suudiler Vehhabiliği dünyaya yayma stratejileri çerçevesinde dini kurum, eğitim enstitüleri ve neşriyat alanında 100 milyar dolar harcadıkları iddia edilmektedir. Bunun en az yarısı kadar da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin katkısı düşünüldüğünde Selefi Cihatçı hareketlerin ne denli yaygın olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir. Bu durumda Selefi hareketler hızla yayılırken, Afganistan’da Taliban’ın bitirilmesi de bir şey ifade etmemektedir. Afganistan’dan ABD işgali altındaki Irak’a gelen Selefi militanlar bu seferde DAİŞ ve Suriye’deki En Nusra adı altında mücadeleye devam etmektedirler. DAİŞ’in ve En Nusra’nın El Kaide’den farkı ise Selefi Sünni yine silah zoruyla bir devlet inşasına girişmiş olmasıdır. Bir de üstüne üstlük Siyasal Selefiliğinin arkasında günümüzde İsrail’in arkasında saf tutan Suudi Arabistan ve BAE’nin, parası, batılı istihbarat servisleriyle ortak aklı ile milliyetçiğinin olmasıdır.  

Ülke sınırları içerisinde PKK terör örgütünün bitmeye yüz tuttuğu günümüz ortamında Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde üzülerek ifade etmek gerekir ki, bir başka silahlı siyasal selefi hareket yükselmektedir. Çok fazla ileri gitmeye gerek yok, Türkiye’deki siyasal selefi saldırılarını gerçekleştirenler ya Suriye’deki savaşa katılıp geri dönenler ya da içinde bulundukları sosyal ağların neden olmuş olduğu “çekici faktörlerin” yol açmasıyla radikalleşmiş, kan ile haşır neşir olmuş kişilerdir. Cübbeli Ahmet Hoca’nın dikkat çektiği gibi, görünen odur ki, Türkiye’deki Siyasal Selefiler İran yanlısı Şii tarafı kendilerine hedef almış, barut gibi bir çatışmaya hazırlanmaktadırlar. Devletin görevi ise bu silahlanmayı durdurmak olmalıdır, sevgili okurlar. 

Yazar
Esat ARSLAN

Esat Arslan, İstanbul’da 15 Nisan 1947 tarihinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da; yükseköğrenimini Ankara’da tamamlayan Esat Arslan, Savunma Bilimleri, Kamu Yönetimi dallarında yüksek lisans; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi da... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen