Siyasetimiz geçmişte entelektüel sığlığına çare bulma yerine onu hamasetle telâfi etme ve “entelektüelleştirme”ye yönelerek pek çok güncel sorununun temellerini atmıştır. Benzer bir umursamazlığı günümüzde sahneleyerek “trollük”ü siyasetin temel araçlarından birisi haline getirmek, söylem düzeyinde kalan “entelektüel” kırıntıların dahi silindiği, “karşıtlık,” “saldırı” ve “kutuplaşma” merkezli bir siyasetin alt yapısının oluşumuna katkıda bulunacaktır.
*****
Bu yazı, Sabah Gazetesi’nin 1 Nisan 2018 târihli nüshasından alınmıştır
M. Şükrü HANİOĞLU[i]
Siyasetimizin önemli hususiyetlerinden birisi de entelektüel zemininin aşırı sığlığıdır. Bu siyaset anlayışı mega söylemler kullanmakta ancak onların içini “hamasetle” doldurmaya çalışmaktadır.
Aşırı sembol kullanımı, güncel ile eklemleştirilen tarih inşa faaliyeti ve devâsâ hedefler gösterimine dayalı bu “siyaset”in entelektüel arka planı basmakalıp sloganlar düzeyindedir. Diğer bir ifade ile siyasetin söylemleri ile onları özetleyen sloganlar ciddî bir düşünsel çerçeve ya da felsefî derinliği dile getirmemektedir.
Bunun özgün bir durum olmadığı, küresel bir eğilimi yansıttığı vurgulanmalıdır. Siyaset yirminci asrın ilerleyen yıllarında entelektüel boyutunu büyük ölçüde kaybetmiştir. Ancak bunun Türkiye’de daha şiddetli biçimde hissedildiği şüphesizdir.
Bu gelişmenin temel nedeni doğal olmayan kesintilere uğrayarak sıfırdan örgütlenen yapıların devraldıkları “entelektüel mirâs”ı bir yandan vülgarize ederken öte yandan da kutsayarak tartışılmaz kılmaları, mesajların büyük çapta toplantı benzeri eylemlerle “sözlü” olarak ve “sloganlar”a indirgenmiş düzeyde iletimi ve fazlasıyla zayıf kurum içi demokrasinin “eleştiri,” “tartışma” ve “karşıt görüş dile getirme”yi sınırlandırmasıdır.
Siyasetin entelektüelleştirilmesi
Bunun neticesinde Türkiye’de “siyaset”in “entelektüel zemin” üzerine yükselmesi yerine geliştirdiği tezler “entelektüelleştirilmiş,” geçmişini oluşturacak bir “tarih” inşa edilmiş ve yaratılan “hedefler” bunlarla uyumlu hale getirilmiştir.
Örneğin, devletçi modernleşmecilik “sosyal demokrasi”yi sahiplendiğinde onunla ilişkisi olmayan yaklaşımlarının “entelektüel” zemini yaratılmış, “tek parti rejimi” “sol” olarak kavramsallaştırılmış, ANAP ise 1983 sonrasında inşa ettiği “tarih”i Sabahaddin Bey’den Serbest Fırka ve Demokrat Parti aracılığı ile kendisine ulaşan bir “liberal çizgi” yaratma alanında kullanmıştır.
Diğer bir ifade ile CHP ve ANAP “sosyal demokrasi” ve “liberal” düşünce sistemlerinin ürünü olmamalarına ve o temelde “siyasetler” üretmemelerine karşılık özgün siyasetlerini “entelektüelleştiren” partiler olmuşlardır.
“Sosyal demokratmışçasına” ya da “liberalmişçesine” bunlarla ilişkisiz siyasetler üretilmesinin yarattığı sorunlar ortadadır. Ancak günümüzde bunun bile aranacağı bir noktaya doğru ilerlenmektedir.
Bilişim devrimi sonrasında “sosyal medya”nın yaygın kullanımı Türkiye’yi “siyasetin entelektüelleştirilmesi”nin ciddî anlamda vülgarize edilerek “twitter mesajları,” sosyal medya kampanyaları ve “troll” adı verilen aktivistlerin karalama ve olumsuzlamalarına indirgendiği bir topluma dönüştürülmüştür. Bunun var olan sorunları daha da derinleştireceği açıktır.
Yeni popülizm ve sosyal medya
Aleksandr Soljenitsin 1928 sonrası Sovyetler Birliği’nde 1917 öncesi Rus entelijansiyasının yerini siyasetin dönüşümlerini “entelektüelleştiren” yüzeysel bilgi sahiplerinin (obrazovanschina) aldığını dile getirmişti. Bu aslında küresel bir gelişmenin yansımasıydı.
Aynı dönem Türkiyesi’nde de benzeri bir gelişme yaşanmıştı. 1923 sonrasında yeni ulus devlette de “İnkılâb”ı “entelektüelleştirme”ye gayret eden “yüzeysel bilgi sahipleri,” İkinci Meşrutiyet Dönemi entelektüellerini ikame etmişti. Recep Peker’in “İnkılâb”ı entelektüelleştirdiği bir toplumda Ülkü benzeri rejim dergileri bu dönüşüm ve seviye kaybının somut göstergeleriydi.
Vurguladığımız gibi, 1930’lar sonrasında yaygınlaşan otoriter rejimler ve yükselen popülizm bu yaklaşımın küresel ölçekte güç kazanmasına yol açmıştı. Otoriter karakteri güçlü ve popülist Türkiye siyaseti de kendisine fazlasıyla uyan bu “gelenek”i içselleştirmiş ve günümüze kadar sürdürmüştür. Ancak 1930’lu yıllarda küçümsenen “entelektüelleştirme”nin yükselen yeni popülizm ve bilişim devrimi sonrasında oldukça yüksek bir seviyeye tekâbül ettiği şüphesizdir.
280 karaktere sığdırılan saldırgan “tweet”ler ile “düşünce üretimi” yapılan yeni gerçeklikte bir kısmı bağımsız, önemli bölümü ise “troll çiftliği” olarak adlandırılan yapılanmalar altında örgütlü hareket eden aktivistler, siyasal tartışmayı düşünsel boyutu bulunmayan, “daha fazla vuran, karalayan kazanır yarışmaları”na dönüştürmüşlerdir.
Whitney Phillips, This Is Why We Can’t Have Nice Things çalışmasında “trollük”ün muhatapları tahrik etme, onları değersizleştirmeyi amaçlayan bir davranış bozukluğu türü olarak kavramsallaştırmanın hatalı olabileceğini, onun günümüz medya ve siyaset gerçekliğini en iyi yansıtan faaliyet biçimi olduğunu ileri sürmektedir.
Phillips’in de vurguladığı gibi “troll kampanyaları”nda yazılanlar, kısalıkları,cümle düşüklükleri ve imlâ bozuklukları dışında sansasyonel medya değerlendirmeleri ve televizyon açık oturumları ile ciddî benzerlikler göstermektedir. Günümüz siyaseti de “karşıtları”nı kötüleme ve karalamayı, temel tezlerini “entelektüelleştirme” çabasının önüne geçirmiş durumdadır.
Bunların da ötesinde “gerçeklik sonrası” toplumunda “alternatif gerçek oluşturma” çerçevesinde “olguların reddedilmesi” dahi olağanlaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında karşı karşıya olunan “trollük” değil onu doğuran “kültür” ve “siyaset” sorunudur.
Mevcut “kültür” ve “siyaset” düşünce üretimini “karşıt”ı aşağılama ve olumsuzlamaya indirgemekte ve “siyasal iletişimde bulunan duyarlı vatandaşlar”ın yerini “örgütlü saldırgan topluluklar”ın aldığı, bunun neticesinde de trollüğün neşv ü nemâ bulduğu bir alan yaratmaktadır.
Siyasetin sorumluluğu
Dolayısıyla “trollük”ün bir “anomali”den ziyade mevcut koşulların ürettiği bir netice olduğunu vurgulamak gerekir. Bu şekilde kavramsallaştırıldığında “trollük”ün kınama ve zecrî tedbirlerle engellenebilmesinin mümkün olamayacağı gerçeği de dile getirilmelidir.
Ancak bu “trollük”ün bilhassa uzun vâdede yaşanacak kapsamlı zararlarına katlanmak dışında bir seçeneğin mevcut olmadığı anlamına gelmez. Siyasal partilerin kısa vâdede yarar sağlasa da “siyaset”i bir “kurum” olarak yıpratacak, onu daha da sığlaştıracak örgütlü “trollüğe” karşı çıkması, “gerçeklik sonrası toplumun doğal neticesi” ve “herkes yapıyor” yaklaşımlarını benimsemektense bu aracı kullanmaktan imtina etmesi gereklidir.
Siyasetimiz geçmişte entelektüel sığlığına çare bulma yerine onu hamasetle telâfi etme ve “entelektüelleştirme”ye yönelerek pek çok güncel sorununun temellerini atmıştır. Benzer bir umursamazlığı günümüzde sahneleyerek “trollük”ü siyasetin temel araçlarından birisi haline getirmek, söylem düzeyinde kalan “entelektüel” kırıntıların dahi silindiği, “karşıtlık,” “saldırı” ve “kutuplaşma” merkezli bir siyasetin alt yapısının oluşumuna katkıda bulunacaktır.
YAZININ DEVÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
————————————————-
Kaynak:
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/04/01/siyaseti-entelektuellestirme-faaliyetinden-trolluge
————————————–
[i] Prof.Dr., Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Program Direktörü Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Siyaset Bilimi ve Ekonomi lisans derecesi ile Siyaset Bilimi Doktorası’nı İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. Son dönem Osmanlı politika ve diplomasi tarihi ile Türk siyaset hayatı konularında Türkiye’de ve Columbia, Wisconsin, Michigan ve Chicago Üniversiteleri’nde dersler veren ve seminerler yöneten Prof. Hanioğlu, Ahmet Ertegün Vakfı Başkanlığı, Yakın Doğu Çalışmaları Program ve Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Geç Osmanlı dönemi tarihi alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından birisi olarak kabûl edilen Prof. Hanioğlu, aynı zamanda, 19. yüzyıl entelektüel tarihinin en önemli kaynakları arasında sayılan pek çok eser ve makalenin de sahibidir. 2010’da TÜBİTAK Özel Ödülü’nü alan Prof. Hanioğlu, son olarak Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün entelektüel biyografisini yayınlamış, 2012 yılında da Türk tarihini evrensel boyuta taşıması dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne lâyık görülmüştü.