Bizim cumhuriyetimiz farklı endişelerle kurulduğu için kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, bireysel hak ve hürriyetlerin dokunulmazlığı gibi değerler uygulamada da eğitim ve öğretimde de çok önemsenmedi.
*****
Bu yazı Hürriyet Gazetesi’nin 29 Mayıs 2018 târihli nüshasından alınmıştır
Taha AKYOL
MERHUM Adnan Menderes 1946’da CHP’nin Tek Parti iktidarına karşı muhalefet bayrağını açmış parlak bir politikacıydı.
Parlak diyorum, bunu Atatürk de takdir etmişti. 1930’da Serbest Fırka kapattırıldıktan sonra yurt gezisine çıkar Atatürk, Aydın’da Serbest Fırka kurucusu genç Menderes’le tanışmış, onu çok beğenerek partisine almıştı.
On altı yıl sonra Menderes yeni kurulan Demokrat Parti (DP) adına 13 Eylül 1946 Cuma günü Meclis kürsüsündedir:
“Bir Meclis seçmek ve hatta bu Meclis’te bir miktar muhalif milletvekili bulundurmakla demokratik bir idare kurulmuş olmaz. Demokrasi teminatlar rejimidir…”
Menderes temel hak ve hürriyetlerle birlikte basın hürriyetinin “teminat” (güvence) altında bulunmadığı rejimlere demokrasi denilemeyeceğini anlatarak otoriter Tek Parti rejimini eleştiriyordu.
YEDİ YIL SONRA
Tam yedi yıl sonra Menderes başbakandır, Millet Partisi sözcüsü Osman Bölükbaşı muhalefettedir.
1950 seçimlerinde Demokrat Parti (DP) yüzde 54 oyla Meclis’teki 487 sandalyenin yüzde 84’ünü alarak iktidara gelmişti!
Ülkede özgürlük ve kalkınma rüzgârları esiyordu.
1953 yılının eylül ayında Menderes hükümeti “basın yoluyla işlenen suçlar” konusunda bir yasa tasarısını Meclis’e sevk etti. Tasarı, otoriter Tek Parti rejiminin ünlü “matbuat kanunu”na çok benziyordu.
8 Eylül 1953’te kürsüye gelen Osman Bölükbaşı, bu benzerliği anlatıyor, Menderes’in 1946’da CHP’yi eleştirirken yaptığı konuşmadan, benim yukarıya aldığım bölümü okuyarak şöyle diyordu:
“Şimdi ben de aynı gerekçeyle, tasarının reddi için önerge hazırlayacağım, dünkü fikirlerini hatırlatarak Başbakan’ın da imzalamasını rica edeceğim.”
Hiç etkisi olmadı, tasarı yasalaştı.
‘GÜCÜ SÜRDÜRMEK İÇİN’
Bu noktada zihnimizi malum “kutuplaşma”nın kafesine sokmadan sorunu anlamaya çalışalım: Sorun, bizim siyasi kültürümüzde siyasetin hukuktan güçlü olması sorunudur!
Soldakiler Tek Parti’yi, sağdakiler Menderes’i savunma refleksine kapılmadan “hepimizin sorunu” olarak görmeliyiz.
Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü sırasında Meral Akşener’in tarihçi gözlemiyle söylediği şu sözler gerçeğin ifadesidir:
“Ülkemizde hiç değişmeyen tavır, ‘adalet, hukuk ve demokrasi’ diyerek iktidara gelenlerin gücü sürdürmek için bu taleplerini unutmalarıdır.” (15.6.2017)
Elbette mesafe aldık, bugün o yılların ilerisindeyiz fakat hukuk ve hürriyetler de dünyada çok ilerledi, hâlâ çağdaş seviyenin altındayız.
DENGELİ VE DENETİMLİ
Bizim cumhuriyetimiz farklı endişelerle kurulduğu için kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, bireysel hak ve hürriyetlerin dokunulmazlığı gibi değerler uygulamada da eğitim ve öğretimde de çok önemsenmedi.
DP’liler de o gelenekten geliyordu.
İktidarların anayasa ve bağımsız yargıyla sınırlanması, kuvvetler ayrılığı, temel özgürlüklerin güvence altında olması gibi yüksek felsefi değerlerin büyük düşünürlerinden Lord Acton’ın 1877’deki şu sözü, adeta tabiat kanunudur:
“Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar.”
AYM Başkanı Zühtü Arslan ‘Anayasa Teorisi’ adlı kitabına Lord Acton’ın bu cümlesiyle başlar.
Ülke yönetiminde siyasi iradenin zayıf düşmesi, sakınılması gereken bir tehlikedir.
Frenlenmeyen ve denetlenmeyen aşırı güç de aynı şekilde tehlikelidir.
Biz demokrasi tarihimizde ya bir uca, ya öbür uca savruluyoruz.
YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
—————————
Kaynak:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/siyasi-guc-ama-nasil-40850879